1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Siyonist İsrail’in Afrika’daki emperyal faaliyetleri
Siyonist İsrail’in Afrika’daki emperyal faaliyetleri

Siyonist İsrail’in Afrika’daki emperyal faaliyetleri

Siyononist İsrail’in batıdan destek alan Afrika siyasetini inceleyen Sare Şanlı, “İsrail bugün, emperyalizmin çevresindeki bir çevre ülkeden, kendi mini-sistemi içinde emperyalist pratikler sergileyen bir alt-emperyalist devlete dönüşüyor.” diyor.

15 Aralık 2025 Pazartesi 14:30A+A-

Calut’un Hizmetkarından Davut'un Krallığına mı?

Sare Şanlı / Fokus+


 

1969'da Afrika Araştırma Grubu (Africa Research Group) tarafından yayımlanan 'Davut ve Calut(Goliath) Afrika'da İş birliği Yapıyor' başlıklı antiemperyalist rapor, İsrail'in kıtadaki rolünü 'ABD emperyalizminin hizmetkârı' olarak tanımlıyordu. Yarım asır sonra İsrail yine Afrika'da. Ancak bu defa Tel Aviv sadece ABD’nin hizmetkarı değil, kendi bölgesel ve küresel çıkarlarının da mimarı olmaya çabalayan bir güce evriliyor. 

Soğuk Savaş sahnesi: Calut’un gölgesindeki Davut

Afrika kıtasına doğrudan yardım yaptığında “neokolonyal” suçlamalarıyla karşılaşan Amerika, çözümü sömürgeci geçmişi olmayan “üçüncü ülke” konumundaki İsrail’i araçsallaştırmakta buldu.  Sahnede Amerika yoktu ama İsrail üzerinden yapılan dolaylı yardımlar hem Vaşington’un hem de Tel Aviv’in çıkarlarına hizmet ediyordu. İsrail, Afrika’da görünürde “bağımsız bir kalkınma ortağı” gibi davranırken aslında Afrika’da Batı çıkarlarını yerel kalkınma söylemiyle buluşturan bir ara yüz rolü oynadı. 

1969 raporuna göre bu iş birliğinin can damarını askeri eğitim, istihbarat ve karşı-gerilla faaliyetleri oluşturuyordu. Tarımla iç içe militarize bir yapı olan “Nahal” yerleşim modeli, 13 Afrika ülkesine ihraç edildi. İsrail bu modelle toplumun belirli kesimlerini ideolojik olarak şekillendirmeyi amaçlıyordu. 

Kongo'da, ABD adına eğitilen İsrailli danışmanlar, Mobutu rejiminin paraşütçü birliklerini yetiştirdi. Etiyopya'da, Haile Selassie rejimini ayakta tutmak için anti-gerilla operasyonlarını yönetti. Tanzanya, Togo ve Malavi'de ise "Gençlik Servisleri" adı altında, militarist milliyetçilik aşılayan programlar hayata geçirildi.  

Tarım, eğitim ve “Kibbutz” modeli 

İsrail, Afrika’ya tarım ve kalkınma modelini MASHAV ve Kibbutz sistemi üzerinden ihraç etti. Her ne kadar bu modeller “sosyalist” görünse de özünde anti-devrimciydi. Mevcut kapitalist ve Batı yanlısı düzen içinde verimlilik artışını ve teknik iş birliğini önceliklendiriyor, böylece statükoyu güçlendiriyordu.  

İsrail’in Histadrut sendikası, Afrika sendikacılarını eğitmekteydi ama eğitim içeriği sınıf mücadelesinden uzak, uzlaşmacı bir iş birliği çizgisindeydi. Doğrudan CIA tarafından fonlanan projelerde hedef Afrika’daki sol sendikaları ideolojik olarak yumuşatarak Batı yanlısı bir çizgiye yönlendirmekti. 

Şayet Batılı ülkelerin desteği olmasaydı, İsrail Afrika’daki programların hiçbirini gerçekleştiremezdi. İsrail'in kıta genelindeki yardım faaliyetlerinin finansmanının yarıdan fazlasının ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere'den gelmesi, İsrail’in Afrika siyasetinin arkasındaki dolaylı ve sofistike emperyalist mimariyi gözler önüne seriyordu. 

Dünden bugüne değişen dengeler 

1950’ler–1970’ler arasında İsrail’in Afrika siyasetinin temel motivasyonlarından biri diplomatik tanınma arayışıydı. Bu dönemde İsrail bağımsızlığına yeni kavuşan Afrika ülkeleriyle ilişkiler kurarak uluslararası meşruiyetini genişletmeyi amaçladı.  

1973 Arap-İsrail Savaşı, İsrail’in Afrika’daki itibarını kırdı. Filistin davasına destek veren çoğu Afrikalı lider İsrail’le bağları kopardı. Ancak Soğuk Savaş’ın bitimi ve neoliberal dönüşüm ile İsrail’e kapılar yeniden aralandı. Bu kez elinde ‘girişimci ülke’ imajı, yüksek teknolojisi ve Soğuk Savaş’tan kalma güvenlikçi devlet deneyimi vardı.  

11 Eylül saldırıları sonrasında yükselen "küresel terörle mücadele" retoriği, İsrail'e, kendi güvenlikçi devlet modelini ve işgal politikalarını meşrulaştırmak için Afrika'da paha biçilmez bir meşruiyet kalkanı sağladı. 2000'lerden itibaren İsrail, ABD ile olan bağımlılık ilişkisini yeniden tanımlayarak sistem içinde görece özerk bir aktör hâline gelmeye çabaladı. 

Teolojik ittifaka vurgu 

İsrail, ekonomik ve güvenlik stratejisinin Afrika kamuoyundaki Filistin desteğini aşmak için yetersiz kalacağını gördü. Bu nedenle, ABD’de yıllardır deneyimlediği en keskin ideolojik silahı, Hristiyan Siyonizmi’ni kıtaya sistematik olarak ihraç etmeye başladı. Yıllardır Pentekostal ve Evanjelik hareketleri, kutsal toprak turlarından medya içeriklerine uzanan bir operasyonla sistematik olarak kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye devam ediyor.  

Bu stratejinin en etkileyici somut örneği, Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) İsrail aleyhindeki soykırım davasında yaşandı. Uganda'yı temsil eden Yargıç Julia Sebutinde, divanda İsrail lehine oy kullanan tek yargıç oldu ve bu kararını daha sonra kamuoyuna, 'Tanrı, İsrail'in yanında durmam için bana güveniyor' sözleriyle teolojik bir gerekçeye dayandırdı.  

2025’in Ağustos’unda Zambiya’nın başkenti Lusaka’da 52 yıl sonra yeniden açılan büyükelçilik yalnız diplomatik bir hamle değil, kıtadaki Hristiyan nüfusu Filistin dayanışmasına karşı ‘daimî bir oy havuzuna’ dönüştürme projesinin somut adımı oldu.  

Dijital alan ve güvenlik çemberi 

Bu ideolojik manevralara ek olarak İsrail, Afrika'daki nüfuzunu pekiştirmek için iki somut ve güncel aracı daha devreye soktu: yüksek teknoloji ihracatı ve güvenlik bağımlılığı yaratmak. 

“Girişimci ülke” (Start-up Nation) imajını kullanan İsrail, Afrika’ya sadece silah değil, su -sulama yönetimi, siber güvenlik ve dijital gözetim teknolojileri de satıyor.  

Tel Aviv, Afrika’da “kalkınma yardımı” adı altında yürüttüğü dijital programlarla da yeni bir nüfuz ağı kuruyor. Kıtadaki yüzlerce (kimi kaynaklara göre 800) şirketi ve MASHAV'ın Afrika için ayırdığı kayda değer bütçe ile, akıllı sulama sistemleri aracılığıyla Afrika ülkelerinin toprak verimliliği, su kaynakları ve gıda üretimi gibi en stratejik ulusal güvenlik verilerini topluyor. Toplanan bu stratejik veriler, aynı zamanda İsrail'in sattığı 'güvenlik çözümleri' için de kritik bir alt yapı oluşturuyor. Yani İsrail, bir yandan ülkenin hassas verilerine sahip olurken, diğer yandan bu verilerle tespit edilen güvenlik açıklarını kapatmak üzere kendi silah ve gözetim sistemlerini satıyor. 

Sahel’den Doğu Afrika’ya kadar uzanan coğrafyada İsrail kökenli özel güvenlik şirketleri ve istihbarat bağlantıları, fiili bir “gölge ordu” işlevi görüyor. Stratejik müttefikliğini koruduğu ABD ile istihbarat paylaşımı sürse de İsrail, 'kim parayı verirse onunla çalışırım' anlayışıyla hareket ederek operasyonel özerkliğini artırıyor. Örneğin, Kenya ve Etiyopya gibi ülkelerde hükümetlere özel güvenlik hizmetleri sağlayarak ve bölgesel aktörlerle çalışarak bu özerkliğini pekiştiriyor. Lakin diplomatik ve askeri güvence açısından hâlâ ABD’ye bağımlı. 

Özerkliğin sınırları 

İsrail'in Afrika'daki yükselişi, "stratejik özerklik" iddiasının çelişkilerini de beraberinde getiriyor. Gazze'deki savaşta olduğu gibi, Tel Aviv’in en pervasız hamleleri ancak ABD'nin sağladığı jeopolitik güvence ile mümkün olabiliyor. Bu durum, İsrail'in Afrika’daki tüm taktiksel manevra kabiliyetinin, Amerika’ya olan derin bağımlılıkla sürekli bir gerilim içinde olduğunu gösteriyor. 

Bu bağımlılık ilişkisi, tek taraflı bir emir-komuta zinciri değil. İsrail, zaman zaman Amerika’nın sınırlarını zorlayarak, bu ilişkiden nasıl kendi lehine pay çıkarmaya çalıştığını gösteriyor. Kongo’nun kaynaklarını yağmalamakla suçlanan İsrailli milyarder Dan Gertler örneği, bu esneme payının somut bir kanıtı. Gertler’in şaibeli maden anlaşmalarının İsrail ekonomisine büyük kazanç sağlamasına ve ABD’nin yolsuzluk yaptırımlarına hedef olmasına rağmen hiç yargı önüne çıkarılmaması, İsrail devletinin küresel kurallardan bağımsız, kendi çıkar alanlarını koruma refleksini sergiliyor. 

İsrail'in kendi bölgesel hegemonya projesinin siyasi ve askeri maliyetini Vashington'a ödetmek gibi bir stratejisi olduğu da söylenebilir.  

İsrail'in bu ikili karakteri (bir yanda ABD'ye bağımlılık, diğer yanda kendi çıkar alanını genişletme çabası) Brezilyalı Marksist düşünür Ruy Mauro Marini’nin ortaya koyduğu “alt-emperyalizm” kavramıyla açıklanabilir. 

Marini’ye göre alt-emperyalist devletler, merkezî bir emperyal güce ekonomik ve askeri açıdan bağımlı kalırken, kendi bölgesel çevrelerinde sömürü ve nüfuz ilişkileri kurarak bir tür yerel emperyalizm geliştirirler. 

Bu tanım, İsrail’in mevcut jeopolitik davranış kalıbına neredeyse birebir uyuyor: 

ABD’nin güvenlik garantisi ve finansal desteği altında hareket ederken, Afrika ve Orta Doğu’da kendi çıkar alanlarını oluşturuyor, yerel ekonomileri hem güvenlik hem teknoloji bağımlılığı yoluyla yeniden şekillendiriyor. 

Dolayısıyla İsrail bugün, emperyalizmin çevresindeki bir çevre ülkeden, kendi mini-sistemi içinde emperyalist pratikler sergileyen bir alt-emperyalist devlete dönüşüyor. 

Bağımlı ve tehlikeli bir krallık  

Dün ‘üçüncü ülke’ olarak, Calut’un (ABD) sadık hizmetkârı konumundaki İsrail, bugün kendi bölgesel krallığını ilan etme peşinde. Ancak tarihin ve jeopolitiğin katı gerçeği değişmiyor, Calut'un sağladığı zırh ve mızrak olmadan, Davut savaş alanına çıkamıyor. Öte yandan bu ilişkinin artık tek yönlü bir hizmetkârlık olmadığı da açık. İsrail, bu devasa korumanın gölgesinde, kendi bölgesel çıkarları uğruna Amerika’nın askeri bütçesini, diplomatik kredisini ve küresel itibarını kullanmayı öğrenmiş durumda. 

Afrika ise ikili bir oyunla karşı karşıya.  İsrail’in hedeflediği siyaset, görünüşte bağımsız resmedilirken özünde daha geniş bir Batı hegemonyasının Afrika'ya uyarlanmış, tehlikeli ve sinsi bir uzantısından ibaret. 


 

Kaynaklar: 

-Africa Research Group, “David and Goliath Collaborate in Africa” (Cambridge, MA: Africa Research Group, 1969).

-https://english.almayadeen.net/news/Economy/african-israeli-relations--economic-growth--soft-power-in-de  

-https://www.bi-national.org/africa-chambers   

 

HABERE YORUM KAT