1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Sapanca’da İslam Coğrafyası ve Türkiye Konferansı
Sapanca’da İslam Coğrafyası ve Türkiye Konferansı

Sapanca’da İslam Coğrafyası ve Türkiye Konferansı

Sapanca Belediyesi’nin düzenlediği “İslam Coğrafyası ve Türkiye” programında Merve Şebnem Oruç ve Kenan Alpay siyasi gelişmeleri değerlendirdiler.

26 Mart 2016 Cumartesi 01:04A+A-

Sapanca Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu “İslam Coğrafyası ve Türkiye” konulu konferans Turizm Fakültesi salonunda Sapanca Belediye Başkanı Aydın Yılmazer’in de katılımı ile yapıldı.

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Merve Şebnem Oruç ile Yeni Akit Gazetesi Yazarı Kenan Alpay’ın katıldıkları konferansa ilk sözü alan Merve Şebnem Oruç’un sunumu ile başlandı.

Oruç, İslam coğrafyasının bugünkü durumunu anlamak için ilk önce bu coğrafyaya ait tarihsel arka planı iyi anlamak gerektiğini ve bu arka plan içerisinde kimlerin hangi rolleri üstlendiğinin de anlaşılabileceğini vurgulayarak sunumuna başladı.

Merve Şebnem Oruç; Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesinden sonra oluşan sosyolojik ve sosyo-ekonomik boşluğun halen de doldurulamadığını ve bütün olup bitenlerin de bu boşluk zemini üzerinde gerçekleştiğini vurguladı.

Merve Şebnem Oruç’un konuşmasından satırbaşlarını şöyle özetleyebiliriz:

Şu anda yaşanan gelişmeler bir zamanlar İsrail devletinin kuruluş sürecinde yaşanan gelişmelerle paralellik arz etmektedir. Bir zamanlar İsrail’in kurulması noktasında ABD ve Rusya nasıl anlaşıp hemfikir oldularsa bugün de yine Suriye’nin batısında bir PYD devleti kurulması noktasında ABD ve Rusya anlaşmış durumdalar. Tüm olup bitenler karşısında PKK bir terör örgütü olarak tanımlanıp kabul edilirken ABD PYD’nin PKK ile bir alakasının olmadığını ısrarla söylüyor. Barzani dahi “PKK ile PYD aynı şeydir.” vurgusunu üzerine basa basa belirtirken bunlar duymazdan geliniyor.

Türkiye’de bombalar patlıyor PKK üstlenmiyor yok bunu şu yaptı bu yaptı deniyor en son TAK üstleniyor. Hepsi aslında birbirinin aynısı ve kopyası olan bu sol-sosyalist marjinal örgütler en son dokuz on tanesi bir araya geliyor ve başka bir isimle bir örgütsel yapı daha oluşturuyorlar. Toplumsal algının üzerine oynanıyor ve bunun için her yol mubah görülüyor. Peki, ne yapılmak isteniyor ya da bunun sonunda ne var? Mesela Esed'in gittiği, rejimin kaldığı, süper güçlerin belirlediği muhalif gruplarla müzakerelerin başlatılıp sözde siyasete katılma imkânı verildiği, PYD gibi unsurların Suriye'nin yönetiminde rol aldığı birleşik Suriye olabilir. Geçenlerde İsrail Savunma Bakanı da bu tarz bir yaklaşım sergileyen cümleler sarf etmişti. Peki, bu masum bir istek midir? Çözümü getirecek bir talep midir? Bu plan aynı zamanda Türkiye’nin de geleceğini doğrudan ilgilendiren bir plan.

Programın ikinci konuşmacısı olarak söz alan Kenan Alpay ise “Yaşadığımız süreç Müslüman toplumlar için dayanışma bilincinin artırılması noktasında çok çalışma ve sağlam işler yapma sürecidir.” diyerek başladı.

Alpay, konuşmasında şu hususlara da vurgular yaptı:

Geçen hafta Brüksel’e giden Başbakan Davutoğlu dönüşte uçakta gazetecilere “Biz yüz yıl önce dayatılan Sykes Picot’un sonuçlarını yok etmeye çalışıyoruz. Ancak son birkaç yıldır Suriye ve Irak üzerinden bize yeni bir Sykes Picot anlaşması dayatmanın peşindeler. Bu dayatmayı kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz.” şeklinde bir beyanat verdi. İslam coğrafyasını parça parça eden, İslam toplumunu birbirine yabancılaştıran hatta düşmanlaştıran süreci kim-kimler ve nasıl durduracak? İslam coğrafyası son dönemde bir kez daha Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve Yemen başta olmak üzere önce despotik iktidarlara, ardından da bu iktidarları başımıza musallat eden emperyalist devletlere başkaldırdı. Daha farklı olmak kaydıyla Türkiye’de bu başkaldırı sürecinin içindedir. Siyaset artık Batı ve devlet adına halka karşı değil, halk adına Batı’ya ve devlete karşı işletilmekte, mevziler kazanmaktadır.

İslam coğrafyasında Batı’nın ve Batıcıların darbe, kaos ve birtakım cunta faaliyetleriyle iktidar olmaktan, iktidarda kalmaktan başka bir seçeneği hiç yoktur. Bu sebeple hep olağanüstü bir atmosfer oluşturmanın peşinde oldular. Askeri darbe girişimleri, Ergenekon-Balyoz gibi cunta faaliyetleri tasfiye edildikten sonra Gezi Parkı hadiseleri bu doğrultuda devreye sokulmuştur. Ulusalcılar, sol-sosyalist örgütler TÜSİAD sermayesiyle elbirliği yapıp seçilmiş hükümeti devirmek üzere harekete geçtiler. 17-25 Aralık operasyonlarının yolsuzlukla mücadeleyi kat kat aşan bir darbe girişimi olduğu ortada. Akabinde devreye giren 6-8 Ekim Kobani provokasyonunu da bu sürecin bir parçası saymak icap eder. Çözüm Süreci’ni bitiren, çatışmaları başlatan veya MİT TIR’ları hadisesinde devreye giren mantık da böyledir. İran’dan Rusya’ya, Amerika’dan Avrupa’nın kimi ülkelerine kadar hemen herkesin Suriye’ye, Irak’a operasyon yapmasının önü böyle açıldı ve açılıyor.

Suriye ve Irak, Filistin ve Mısır hatta Bangladeş’e kadar toplumsal ve siyasal bir ilgi, sevgi, dayanışma ve destek söz konusu olduğu kadar Türkiye’ye kimi belalar da musallat oluyor. Kemalist çizginin reddettiği, sırtını döndüğü hatta hasım kesildiği Müslüman toplumlara sahip çıkma siyaseti hem içeriden hem de dışarıdan cezalandırılmak ve çökertilmek isteniyor. Bakın Suriye’deki Esed hanedanıyla özdeşleşen askeri cunta rejimi kollanırken hemen her gün Avrupa ve Amerika basınında Erdoğan’ın ne kadar korkunç bir diktatör olduğuna dair güya haber-analizler çıkıyor. Bu süreç radikal sol örgütlerle sermaye sınıflarını, Fethullahçılarla İslam düşmanlarını ya da hepsini birden PKK’yla enteresan bir ortak paydada birleştirebiliyor.

Bütün sıkıntılarına rağmen, hatta sistematik bir işleyişte tırmanan yaygınlaşan katliamlara rağmen İslam toplumları halen dinamik, halen direngen ve halen ümit vaad eden konumdadır. Türkiye için de bu durum böyle, diğer beldeler için de durum böyledir. Ancak bu süreçte sorumlulukları ertelemek, devretmek söz konusu olamaz. Asırlar boyunca muhacir yurdu olan bu ülke artık ensarlar yurdu oldu. Fakat tembellik, sorumsuzluk, menfaatçilik, hizipçilik, milliyetçilik gibi hastalıklar yarın öbür gün bizler için çok acı sonuçlar doğurabilir. Şeytan ve dostları bize karşı sürekli hileler, tuzaklar kuruyor. Oysaki Allah-u Teâla bizleri bitimsiz bir mücadeleyle Şeytan ve dostlarıyla savaşmaya teşvik ediyor ve ilave ediyor ‘şeytanın hilesi zayıftır’.

Müslümanlar ulusal ve emperyal sınırlara tabi olmadan, aynı Kitab’a ve aynı Resul’e inanıyor olmanın verdiği şuurla zulme ve zalimlere karşı direnmekle ancak dünyayı daha adil kılabilirler.

Yazarların konuşmalarından sonra yapılan plaket töreninin ardından program sona erdi.

sapanca-20160326-01.jpg

sapanca-20160326-02.jpg

sapanca-20160326-03.jpg

HABERE YORUM KAT

1 Yorum