1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Sahibi olmadığınız şeyler üzerinde hak iddia etme cüretimiz
Sahibi olmadığınız şeyler üzerinde hak iddia etme cüretimiz

Sahibi olmadığınız şeyler üzerinde hak iddia etme cüretimiz

Yasin Taçar insanın bazı şeyler üzerindeki sahiplik iddiasının gelip geçici dünya için fazlasıyla cüretkar olduğunu ifade ediyor.

05 Mart 2023 Pazar 14:00A+A-

Yasin Taçar / Cins

Sahibi olmadığınız şeyler üzerinde hak iddia etme cüretimiz

Her insan hayatını idame ettirirken aynı zamanda bir gelecek hayali kurar. Hayalini sahip olduğu yetenek üzerinden geliştirir. Neye yeteneği olduğunun farkındadır ve bu yeteneği üzerine ilerlemek, en iyisi olmak, şöhret kazanmak, muvaffakiyete ermek tek arzusudur, öyle ki bu arzu uğruna nice sıkıntılara katlanmayı, senelerce uğraşmayı, beklemeyi dahi göze alır. Yer yer sabırsızlık gösterdiği, hevesinin kırıldığı zamanlar olsa da asla vazgeçmez, pes etmez, geriye dönmez.

Hangi insana sorarsak soralım, yeteneğini ne zaman keşfettiğini tam olarak, net bir şekilde anlatamayacaktır. Elbette bir anısı vardır ama o yeteneği o an kendisi mi kazandı yoksa içinde vardı da fark mı etti, bu soruların cevabı biraz muğlaktır. Muğlaklığı üzerinde fazla durmayarak aşar insan ve nihayetinde onca uğraş ve çabayla yeteneğinin şimdi geldiği hali öne sürer ve kendisine pay çıkarır: “Ben bu noktaya gelmek için çok çalıştım, çok çabaladım, neler çektim neler…”

İşin içine onca çaba girdikten sonra sıra kendisinde hak görmeye gelir. O artık bir noktada ötekilerden sıyrılmıştır, belli haklar kazanmıştır, kendisi zamanla “bir şey” var etmiştir ve o “şey”, “şey” olduğu için özellikle, o sahip konumundadır ve elbette hak sahibidir.

Şimdi burada her şeyin sahibinin, tek sahibinin Allah olduğunu hatırlamamız ve bir an bile olsun unutmamamız, aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor çünkü birazdan diyeceğim her cümle kaynağını bu düşünceden alacak.

Ustaya verilen yeteneğin getirdiği sorumluluklardan birisi de yeteneğini ona talip olan çıraklara, aktarmak zorunda olmasıdır.

Allah, insanı yaratmış (yaratmak anlaşılsın diye yoksa aslında olan takdir etme, açığa çıkmadır) ve ona istidadına göre bir esma yüklemiştir. İstidadı veren de yine O’dur. Bu istidat, o insanın yaşamını, karakterini, kaderini şekillendirecek, her an merkez konumda yer alacaktır.

Dolayısıyla esasında o istidadın, insan üzerinde hakkı vardır. Beş duyu organıyla düşünen zihin, özellikle vücuda gelmemiş mevzuları cansız görür, kabul eder, oysa her şey bir tecelli olması hasebiyle batında cansız (yok!), zahirde canlıdır. Aynı yanılgı sebebiyle de istidadın, onda hakkı olduğu düşüncesi ilk başta akla ters gelir. Oysa Allah o istidadı ona yükleyerek aslında emaneti yüklemiştir. İnsan istidadını açığa çıkarmak zorundadır, o yüzden verilmiştir ona o istidat. Dolayısıyla insanın kendisine bahşedilmiş yeteneğe, istidada karşı sorumluluğu vardır. Ve bu sorumluluğun bilinciyle insan çalışmak zorundadır, istidadının hakkını vermek boynunun borcudur.

Dolayısıyla insan, yeteneği/istidadı üzerinden bir hak iddia edemez.

Usta, çırağını yetiştirmek zorundadır. Çırak ustasına, Allah ona o yeteneği bahşettiği için saygı duyar, saygı duyduğu Allah’ın lütfudur. Usta ise yeteneğini çırağına öğretmek zorundadır. Bu öğretim sürecinde veya sonunda, onun üzerinde bir hak iddia edemez. Ustaya, o yetenek zaten onun için verilmiştir. Ona verilen yeteneğin getirdiği sorumluluklardan birisi nasıl eser üretmek zorunda olmasıysa, bir diğeri de o yeteneğini ona talip olan çıraklara vermek, öğretmek, aktarmak zorunda olmasıdır.

İnsanın benliği aldatıcıdır, esasında onun bir kudreti, dahli yoktur, esasında zaten o yoktur… Ahlâkî olan, kulun ben falan yeteneğe sahibim diye övünmesi değildir.

Ahlâkî olan, kulun, bana falan yetenek bahşedildi diye Allah’a şükretmesidir.

Bir başka örneği de yazarlık üzerinden verelim. Bir genç, bir yazara gitti. Yazarın mesela otuz yılını yazıya vermiş olması, o genç üzerinde hakkı olmasını veya kendini büyük görmesini sağlamaz. (Kaldı ki büyüklük gösterilmez zaten, insan kendini küçük görmek, olmamış görmek zorundadır, karşısındaki kim olursa olsun, onu başkaları büyük görebilir ancak, bu da yine Allah’ın ona ikramıdır.) O yetenek, ona bahşedildiği için otuz yılını zaten vermek zorundadır. Ancak o şekilde mutlu olabilir, bir hayat yaşayabilirdi. Otuz yılını müzik veya mimarlık üzerine veremezdi, çünkü ona müzik veya mimarlık istidadı bahşedilmedi. Adalet, her şeyi yerli yerine koymaktır. Bir insanın ona verilmiş istidat üzerine otuz yılını vermesi, Allah’ın adaletindendir.

Ancak benlik sahibi insan her şeyde kendisine bir hak biçer. Çünkü sahibi olarak görür. Çünkü bir “şeyde” iki “Ben” bulunmaz. “Ben” denildiği andan itibaren Allah unutulmuştur. İnsanın benliği aldatıcıdır, esasında onun bir kudreti, dahli yoktur, esasında zaten o yoktur, Var olan Allah’tır, kudret sahibi O’dur, hüküm sahibi O’dur ve O her an yeni bir şe’ndedir.

Allah, bir can yaratmayı takdir ettiğinde yaratır, seçtiği insanlar aracı olur

Aynı yanılgı sadece yetenek konusunda değil, hayatın her safhasında kendisini gösterir ve genelde krizler buradan çıkar. Anne babalık meselesini ele alalım. Anne, baba her ne kadar dile getirmese hatta söylendiğinde reddetse de kendini çocuklarının sahibi olarak görür. Döl ve rahim ile onca zorlu bakım sürecinden sonra böyle bir hakka sahip olduklarına inanır. Nitekim soru bile “Çocuk yapmayı düşünüyor musunuz?” şeklinde sorulur. Oysa çocuk, bir candır. Allah, bir can yaratmayı takdir ettiğinde yaratır, seçtiği insanlar aracı olur.

Nitekim Rasulullah’ın yanında azil (cinsel ilişkide dışarı boşalma) konuşulduğunda, Peygamberimiz “Sizden biriniz bunu neden yapıyor? Yaratılan hiçbir can yoktur ki Allah onu yaratacak olmasın” buyuruyor.

Çocuğu rahme koyan da onu büyüten de yaratan da Allah’tır. Salt zahiri baktığımızda da böyledir: Karı koca cinsel ilişkiye girer (amaç çocuk yapmak da olsa sadece zevk almak da olsa fark etmez), doğru birliktelik gerçekleşir, kadın hamile olduğunu öğrenir, vakti gelince bebek doğar. Doğan bebek hareketsizdir, tepkisizdir, anne babasına muhtaçtır. Ne zorluk olursa olsun, anne babanın o andan itibaren en ufak bir şikâyet hakkı bile yoktur. Zahiren çocuğu onlar yapmıştır, hakikatte Allah çocuk yaratmıştır, çocuğun ise hiçbir dahli, müdahalesi yoktur, o muhtaç ve savunmasız, dahası çaresizdir. Dolayısıyla anne baba zaten çocuğa bakmak, vermek zorundadır. Annenin göğsüne süt zaten çocuğun yaşam hakkı olduğu için verilmişken, süt zaten çocuğunken, anne bir taşıyıcı iken neyin süt hakkı olabilir mesela? Anne baba zaten bakmak zorundayken, yapması gerekeni yaptığı için nasıl bir hak talep edebilir? “Şu okulda okuyacaksın, şununla evleneceksin, şöyle yaşayacaksın” vb cümlelere anne babanın ne hakkı olabilir? Çocuk anne babasına öf bile demeyecektir elbette ama ilişki karşılıklı olmak zorundadır.

Atını bağlasan da çalınabilir, bağlamasan da…

Anne baba çocuğunun sahibi gibi görmektedir kendisini, hak iddia etmektedir bu yüzden de. Anne baba, çocuğuna hangi hakkını helal etmeyecektir? Ne yaptıysa zaten yapmak zorundadır. Ve anne babalığın emekliliği, izni yoktur. Allah o çocuğu onlara vermiştir, geri dönüşü yoktur. Hal böyle olunca anne babanın bir hakkının olmadığı, bilakis çocuğun onlarda hakkının olduğu anlaşılacaktır. Anne baba çocuğun sahibi değildir, çocuk anne babanın kölesi değildir ve anne baba hakkı yoktur!

Bütün meseleler sahibin Allah olduğu, tek takdirin Allah’ta olduğu, kudretin Allah’tan olduğu ve Allah’ın muradının dışında hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğini kabullenmekten ibarettir. Aynı şekilde tevekkül de atını bağladıktan sonra Allah’ın onu sana bağışlayacağına inanman değil, atını bağlasan da bağlamasan da eğer o sana yazılmışsa, Allah’ın muradı atı sana vermek üzerine kuruluysa, ne olursa olsun atın sende kalacağına inanmandır. Atını bağlasan da çalınabilir, bağlamasan da… Bağlamayı unuttun ve kaybettiysen, onu sana unutturan Allah’tır. At, takdir edilen sahibine ulaşacaktır, bağlamayı unutmak, kaybetmek, çaldırmak hep kader takvimindeki bahanedir, aracıdır.

Tevekkül, Allah’tan emin olmaktır. Tedirgin olmayan Allah’tan emin olur. Her tedbir, Allah’a vekil olarak kendisini de ortak kılmasıdır. Tedbir, Hüda’nın takdirinden emin olmamanın adıdır.

HABERE YORUM KAT