1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Rivayet Kültürünün Din Algısına Etkisi
Rivayet Kültürünün Din Algısına Etkisi

Rivayet Kültürünün Din Algısına Etkisi

Amasya Özgür-Der'de bu hafta Özgür Eryiğit, "Rivayet Kültürünün Din Algısına Etkisi" konulu bir seminer sundu. İşte seminerden özet vurgular...

15 Nisan 2014 Salı 16:54A+A-

Özgür-Der Amasya Temsilciliğinde Ekim ayından itibaren düzenli bir şekilde gerçekleştirilen seminer programlarının bu haftaki konusu ‘Rivayet Kültürünün Din Algısına Etkisi’ idi. Seminer Özgür Eryiğit tarafından sunuldu. Eryiğit, yaptığı sunumda ana hatlarıyla şu hususlara dile getirdi:

RABBİMİZE TESLİM OLMUŞ BİR KULLUK BİLİNCİ

Kulluğumuzun amacı, dünya hayatının gayesi gibi yeryüzündeki yaratılış amacımızı anlamlandırmamız gerekir. Varlığımızı anlamlandırma ve dinimizi inşa sürecimizde rabbimizin rızasına uygun onun iletmiş olduğu vahye göre bir yöntem belirlemeliyiz. Rabbimizin; peygamberimizi, onunla birlikte olanları ve vahye tabi olan tüm insanları ilahi müfredatla eğitime tabi tutuyor. Vahyin inzal olduğu 23 yıllık süreçte vahyi bilgi ile salih amelin uyumu bizler için örnek yaşam modeli ortaya koymuştur. Rabbimiz vahyiyle ve peygamberi ile atalardan gelen içerisinde bazı ilahi hakikatleri barındıran şirke müdahale ederek evrensel değerleri yeniden hayata müdahil kılıyor. Vahyin Mekke döneminde tevhid bilinci, ahiret bilinci, ahlak bilinci inşa edilmeye çalışılıyor. Peygamberimiz bu inşayı yakin olan Kur’an’la yapıyor.  Kur'an, biz Müslümanlar için bir hayat kitabıdır. İnsan türünü eşya ve olayları isimlendirme, düşünme ve tercih etme kapasitesiyle donatan yaratıcımız olan Allah, bize insan olan ve insan olduğu için de örnek alınabilen elçileri aracılığı ile hayatın amacını, yolunu ve yöntemini vahiy aracılığı ile göstermiş, gaybi alanda da fiziki alanda da ilkeler ve kanunlar bildirmiştir.

 

Rivayet Kültürü’nün Toplumdaki Karşılığı

Rivayet kültürü tarihin bir döneminde etkisini göstermiş bugüne tekabül etmeyen bir durumu değil bizatihi bugün toplumun din algısının oluşmasında ne yazık ki Kur’an’ın önüne geçmiş bir pratiği ifade etmektedir. Hepimiz geçmişimizi şöyle bir hatırladığımız da din ile irtibatımız babalarımızın dedelerimizin anlattığı menkıbeler, kıssalar ve Kur’an’ın muhkem ayetlerine, peygamberimizin mütevatir sünnetine aykırı hadis rivayetler üzerine kurulu olduğunu hatırlayacaktır. Dinin emriymiş gibi zannedip bireysel ve toplumsal yaşamımızı hep hurafelerle doldurmuşuz. İtikadımızı ve amele dair pratiklerimizi hep rivayetler belirlemiş bu durum farkında olmadan bizi kör bir taklitçiliğe itmiş, bu zihniyeti kırıp vahiyle hayatımızı yeniden ıslah etmek ciddi bir çabayı gerektirmektedir. Toplumları taassuba, donukluğa tam bir taklitçiliğe sürükleyen rivayet kültürünün ilahi inşa projesini ters düz eden yanlışlığını düzeltme adına gayretlerimizi çoğaltmalıyız. Toplumun büyük bir kesiminde hâkim olan bu din algısının Kuranın rehberliğinde usulüne uygun bir metotla ıslah edilmesi gerekir. Öncelikli olarak sağlıklı bir durum tespiti yaparak toplumun din algısını ya da inancını oluştururken rivayetlerle bezenmiş, hurafenin bol olduğu kitabi olandan ziyade şifahi kültür üzerinden bir bilgilenme (ya da aktarımla)  itikadını oluşturmaya çalıştığını kabul etmek zorundayız. Bu gerçekliğe göre toplumun şartlarını da göz önünde bulundurarak peygamberin yaşamlaştırdığı örnek inşa modelini rehber edinerek sözün en güzelini uygun bir dille insanlara anlatmak durumundayız. Vahyi ilkeleri esas alarak hakkı gizlemeden, sözümüzü eğip bükmeden fakat kırıp dökmeden bir iletişim kanalını yakalayarak kendimizden ve yakın çevremizden başlayarak ıslah çabalarımızı sürdürmeliyiz

İTİKADDA SÜBÛTU KAT'İ VE DELALETİ KAT'İ NASSA DAYANMAK

İtikad, islam'da esas olup, tüm davranış ve uygulamalarımız, sahip olduğumuz itikad'a göre vuku bulur. Bundan dolayıdır ki alimler, itikadı asıl olarak görmüşler ve Şeriat'ı da itikad üzerine bina edilen uygulamalar bütünü diye tarif etmişlerdir İtikadiyatta yakîn aranır; ahkam-ı itikadiye asla tağyir edemez. Bu itikadiyatta bütün enbiya-ı kiram müttefiktirler.[10] denilirken, itikada esas teşkil edecek haberlerin niteliği vurgulanmaktadır. Akideye mesnet olacak haberlerin kesin (delalet-i kati) olmaları, zannî (delalet-i zanni) olmamaları gerekmektedir.

"Sübût" kelimesi, yakîn gibi sabit ve kat'i olanı ifade eder. Sübûtu kat'i nass, dinde sabitliği,  vakiiliği ifade eden ve bize intikali konusunda hiçbir şüphe ve ihtilaf taşımayan bilgidir.

Kur'an'ın vakiiliği ve bize intikali sübûtu kat'idir. Yani Kur'an kesin/yakîn bilgiyi ifade eder.

İslam'ın yaşanmasında itaat edeceğimiz ve örnek alacağımız Rasulullah'tan gelen bilgiler ise ikiye ayrılmaktadır. Birinciler sübûtu kat'i olanlardır. Bu bilgiler ed-din ile alakalı ise, aslı "namaz/salat" gibi Kur'an'da bulunan hükümleri içerir. Farz olan namazların rekat ve vakit sayısı ve erkanı, kesin/mütevatir bir uygulamayla kesintisiz olarak, namazı ikame etme emriyle irtibatı olan ve günümüze kadar yaşayan bütün İslami ekoller tarafından aynı kabul ve uygulamayla günümüze kadar gelmiştir. Örneğin süreklilikleri Rasulullah'a kadar inen günümüzdeki İbadiye, Zeydiye, İsnâ Aşeriye, İsmailiye mezhepleri, Sünni mezhebin dirayet ve rivayet ekolleri bugün de akşam namazını üç rekat ve kıyam, kıraat, rüku, sücud tertibiyle kılmaktadırlar.

Gaybi konularda ise Rasulullah'tan gelen ve üzerinde İslami ekollerin anlaştığı, yakîn ifade eden sübûtu kat'i herhangi bir nass yoktur. Rasulullah'tan rivayet edilen bilgilerin ikincisi ise, sübûtu zanni rivayetlerdir. Rasulullah'tan gelen  sübûtu zanni rivayetlerden amelle/uygulamayla alakalı olanlar sünnetin aydınlatılması açısından hayati öneme sahiptirler; ama gaybi konularla alakalı olanlar Allah katından olduklarına dair yakînilik/kesinlik taşımadıkları için, hakikat olmadıklarıyla alakalandırılacak ayetler (10/36; 53/28) çerçevesinde değerlendirilirler.

"Delalet" kelimesi de kılavuzluğu, delil olmayı, işareti ifade eder. Delaleti kat'i nass, neyi işaret ettiği, ne anlama geldiği açık ve anlaşılır bilgi demektir.

Delaleti kat'i nass, bir kelimenin veya ifadenin kapalı olmayan, açık olan bilgisi demektir. Kelime veya cümle aynı anda birden fazla manaya gelmemeli; fakat farklı yorumlara müsait olmayacak kadar da açık ve anlaşılır olmalıdır.

İman konusunda bizi bağlayan, sübûtu kat'i olan Kur'an ayetleridir. Kur'an dışında yakîn ifade eden başka bir sübûtu kat'i nass söz konusu değildir. Delaleti kat'i nasstan anladığımız ise, müteşabih olmayan, lafzı kapalı veya tefsire gerek olmayan; yani delaleti anlaşılabilen muhkem ayetlerdir

İtikad kesin bilgiye, yakînî bilgiye dayanmalıdır. Allah Kur'an'da zannın, kesin olanın karşıtı olduğunu vurgulamakta ve bizleri zandan sakındırmaktadır;

"Onların çoğu zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise, haktan (gerçek olandan) bir şey kazandırmaz. “Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. Onların bu hususta bir bilgileri (ilim) yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise haktan hiç bir şey kazandırmaz. “Ey inananlar, zandan çok sakının."

Akideyi Belirlemede Kur'an

Akideyi belirlemede tek kaynak Kur'an'dır. Kur'an, kendi olgusu (subût), korunmuşluğu ve bize intikali (vurud) bakımından katidir. Kesin ilim ifade eder. Ayrıca itikada esas teşkil edecek Kur'an’i haberlerin mana yönünden de delalet-i kati olmaları gerekir. Yani iki veya daha fazla manaya hamledilme imkanı bulunmamalıdır. İki veya daha fazla manaya gelebilen dolayısıyla delalet-i kati olmayan ayetler itikada esas teşkil etmez.

Akideyi Belirlemede Hadis

Akide, delalet ve vürûd (bize geliş) bakımından kati olan nasslarla belirlenir ve ancak böylesi haberler üzerine oturtulabilir. Bu prensip Kur'an'da sürekli olarak işlenmiş ve insanların zan üzerine davranmaları yasaklanmıştır: "Onların çoğu zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise haktan bir şey kazandırmaz..."

Kur'an'ın temel ilkeleri ve bize ulaşmadaki sıhhati ortada iken ve hiç bir rivayetin delalet ve bize intikali bakımından, onunla eş değer olmadığı herkesin teslim ettiği bir gerçek iken, artık akide oluşturmada ondan başka kaynak aramak boş bir gayret olacaktır.

Hadisler için zan iki cihetle söz konusudur: 1) Vürûd cihetinden; söz konusu hadislerin Rasulullah'a ulaşıp ulaşmadığının katiyyet ifade etmemesi.

2) Delalet cihetinden; söz konusu hadislerin muhtelif manalara hamledilebilmesi.

Hadisler böyle bir durumda kesinlikle itikada esas alınamazlar.İtikad konusunda sahih sayılabilecek hadisler, ancak itikadı ayetlerin farklı bir ifade biçimiyle tekrarından ibaret olabilirler. Yeni bir itikadi haber bildiremezler.

Kaynaklarda Geçen Bazı Rivayetlerden Örnekler

Israil oğulları olmasaymış etin kokmayacağını ve Havva olmasaymış hiçbir kadının kocasına hıyanet etmeyecek olduğunu, kadın, eşek ve kara köpek namaz kılanın önünden geçerse namazının bozulacağını, kadınlara yazi yazmayı öğretmenin ve sokağı gören odalarda oturtmanın yasaklanmasını, canini almaya gelen ölüm meleğine Hz.Musa’nın vurup gözünü şişirdiğini/çıkardığını ve ancak yapılan pazarlıktan sonra ölmeye razı olduğunu, Hz. Muhammed’in peygamberliği kıyamete kadar sürecek olduğu halde, peygamberlik rütbesi alınmış olarak Hz.Isa’nın hala hayatta olup kıyametin öncesinde gelip Müslümanların başına geçeceğini ve şeriatla hükmedeceğini, kişilerin mümin veya kafir, mutlu veya bedbaht, zengin veya fakir olmasının, uzun veya kısa yasamasının, kısır olmasının veya birer yahut ikizler olarak kız-erek çocuklarının olmasını ezeli takdirin belirlemesi

 

SONUÇ

1- Kur'an'ın muhkem ve delaleti açık nassları dışında, sübûtu kat'i özellik taşıyan, yani yakîni başka bir sahih itikad kaynağı yoktur.

2- Korunmuş ve kesin ilim ifade eden vahyin dışında, itikadımıza sübût bakımından da vürûd (bize ulaşması) bakımından da tamamen zanna dayanan gayb haberleriyle zulüm karıştırmamalıyız.

3- Allah'ın Rasulü Hz. Muhammed, ed-din adına bizi ilgilendiren ve bağlayan Kur'an bilgisi dışında gaybi haber bildirmemiş veya va'z etmemiştir.  O, Kur'an bilgisi dışında da gaybı bilmez. Kendisine ed-din olarak Kur'an gibi korunmuş başka bir kitap veya bilgi verilmemiştir.

4- Bize hadis diye sunulan ve Kur'an bilgisine aykırı olan İsa'nın ve Deccal'ın nüzulü, kimlerin cennetlik olduğu veya alın yazısı şeklindeki kader inancı gibi rivayetler Rasulullah (s)'a ait olamaz. Çünkü sünnet ve hadisler Kur'an'a racidir; Kur'an vahyi dışında yeni bir itikad haberi bildirmezler. Bu tür rivayetler vakıa ve vürûd bakımından kesinliği değil zanni haber boyutunu yansıtmaktadırlar. Gaybi alandaki zannın ise hiçbir şey ifade etmediğini Rabbimiz muhkem ayetleriyle belirtmektedir.

5- Kur'an'ın yaşanmasında usvetu'n hasene olan Hz. Muhammed'in sünneti ameli alanla, Kur'an'ın uygulamasıyla ilgili boyutla alakalıdır ve bağlayıcıdır. İman esaslarında da, gayb haberlerinde de Rasulullah'ın bilgilendiği ve inandığı tek kaynak Kur'an vahyi idi. Rasulullah ancak iman esaslarıyla ve gaybi alanla ilgili sadece Kur'an ayetlerini pekiştirici sözler söyleyebilir. Kur'an dışı bir itikadi veya gaybi haberden bahsetmez. Mezheplerin Kur'an dışı gaybi alanla ilgili itikadlarını ve Kur'an dışı gayb haberlerini zenginlik göremeyiz. Çünkü içtihad alanı gayb alanı değil, amel ve fıkıh alanıdır. Kesin bir bilgi sahibi olmadan Mekke dönemi cahilleri gibi bigayr-i ilim ile gayb alanında mezhepler oluşturmak İslam ümmetini parçalayan en önemli saik olmuştur ve bu tür sapmalardan acilen arınmamız gerekmektedir.

amasya-ozgur-eryigit03.jpg

HABERE YORUM KAT