1. HABERLER

  2. HABER

  3. Resulun Dilinden Mümin, Münafık ve Müşrik
Resulun Dilinden Mümin, Münafık ve Müşrik

Resulun Dilinden Mümin, Münafık ve Müşrik

Akhisar Özgür-Der temsilciliğinde düzenlenen seminer programlarında Ünal Öz "Rasul'ün Dilinden Mümin, Münafık ve Müşrik" konusunu anlattı.

14 Ocak 2015 Çarşamba 01:05A+A-

Rasul dönemindeki arap inançlarını ve geleneklerini özetleyerek başladığı konuşmasında Ünal Öz özetle şunları anlattı:

MÜ'MİN

Terim olarak iman genellikle “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” diye tanımlanır. Bu inanca sahip bulunan kimseye mü’min, inancının gereğini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişiye de müslim denir. İlâhî mesajın ana gayesi insanları “gerçek müminler” (el-Enfâl 8/2-4, 74) seviyesine çıkarmaktır.

Müminler, birbirine karşı sevgi ve merhamette, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut huzursuz olup onun tedavisi ile meşgul olunduğu gibi, müslümanlar da böyle birbirine yardıma koşmalıdır.) Buhari

Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların emin olduğu kimsedir.) Buhari

MÜŞRİK

Terim olarak “Allah’ın zâtında, sıfatlarında, fiillerinde veya O’na ibadet edilmesinde ortağı, dengi yahut benzerinin bulunduğuna inanma” demektir.

Çeşitli rivayetlerde şirk sayılan inanç ve telakkiler, müşrikin vasıfları ve âhiret hayatındaki durumları açıklanmakta, iman en üstün itaat, şirk ise en büyük günah diye nitelendirilmektedir (Buhârî, “Edeb”, 6; Müslim, “Îmân”, 36, 37; Tirmizî, “Tefsîr”, 18; Nesâî, “Taĥrîm”, 4). Hadislerde amellerine Allah’tan başkasını ortak eden kişinin şirkiyle baş başa kalacağı (Müslim, “Zühd”, 46), Cenâb-ı Hakk’ın kulları üzerindeki hakkının ortak koşmadan sadece O’na ibadette bulunmaktan ibaret olduğu belirtilmiştir (Müslim, “Îmân”, 49, 50).

Hîre halkının kendi liderlerine secde ettiklerini gören Kays b. Sa‘d, Resûlullah’ın secde edilmeye daha lâyık olduğunu düşünüp bunu kendisine teklif etmiş, o da Allah’tan başkasına secde edilemeyeceğini belirterek kendisine secde edilmesini kesinlikle yasaklamıştır (Ebû Dâvûd, “Nikâĥ”, 40). Konuyla ilgili bir hadiste de şöyle denilmektedir: “Hıristiyanların Meryem oğlu Îsâ’yı insan üstü niteliklerle övdüğü gibi siz de beni övmeyin. Ben sadece Allah’ın bir kuluyum. Benim için Allah’ın kulu ve resulü deyin” (Müsned, I, 23, 24, 47, 55; Buhârî, “Enbiyâǿ”, 48; Dârimî, “Riķāķ”, 68). Hadislerde müşrik kadınlarla evlenilmesi yasaklanırken müşrik olsalar da ebeveynin ziyaret edilmesi istenmiştir (Buhârî, “Nikâĥ”, 24; “Edeb”, 7). Hz. Peygamber, ümmeti hakkında doğrudan Allah’a ortak koşulması şeklindeki açık şirkten değil (Müslim, “Feżâǿil”, 30) ibadetleri başkalarına hoş görünmek için (riya) yapmaktan ibaret olan gizli şirkten korktuğunu belirtmiştir (Müsned, IV, 403; V, 428; İbn Mâce, “Zühd”, 21).

MÜNAFIK

Küfrünü gizleyerek kendini mümin gösteren veya imanla küfür arasında bocalayan kimse anlamında bir terimdir.

"Münafığın alâmeti üçtür. Söz söylerken yalan söyler. Va'd ettiği, söz verdiği zaman sözünde durmaz. Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hiyanet eder." (S. Buhâri, Tecrid-i Sarih, 1, no: 31; Tirmizî, İman 14))

"Dört şey kimde bulunursa hâlis münafık olur. Kimde bunlardan bir kısmı bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur. Bunlar: Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hiyanet etmek, söz söylerken yalan söylemek, ahdettiğinde, söz verdiğinde sözünü tutmamak, husumet zamanında da haktan ayrılmaktır." (S. Buhâri, Tecrid-i Sarih, 1, no: 32)

“Münafık, iki sürü arasında kâh birine kâh öbürüne yanaşan şaşkın koyun gibidir”(Müslim ve Nesai/Cem’ul-Fevaid, h no:8101)

Hz. Peygamber münafıkları şahsen değil tip olarak tanımlıyordu. Bir hadiste imanla küfür arasında kalan münafık iki sürünün ortasında durup nereye katılacağını bilemeyen koyuna benzetilmiştir (Müsned, II, 88; Müslim, “Śıfâtü’l-münâfıķīn”, 17). Diğer bir hadiste ise münafık bir nehir kenarına gelen üç kişiye ait bir temsille tasvir edilmiştir. Buna göre mümin suya atlar ve karşıya geçer, ardından münafık atlar, mümine yetişmek üzere olduğu sırada bir yandan kâfirin, diğer yandan müminin, “Bu tarafa gel!” çağrıları ile ikisi arasında bocalarken kuvvetli bir su dalgasıyla boğulur (Taberî, IV, 334; İbn Kesîr, II, 325).

Sahâbîlerin zaman zaman kendilerinde nifak olup olmadığı hususunda endişeye kapıldıkları (Buhârî, “Îmân”, 36), meselâ Hz. Peygamber’e kâtiplik yapan Hanzale b. Rebî‘in onun yanında iken hissettiği huzur ve mutluluğu sohbetinden ayrıldıktan sonra hissedemediği, bunun bir nifak işareti olmasından korktuğu ve durumu Resûl-i Ekrem’e sorduğu, onun da bu halin nifak alâmeti olmadığı cevabını verdiği nakledilmektedir (Müslim, “Tevbe”, 12; Tirmizî, “Ķıyâmet”, 59). Bu tür rivayetlerde yer alan nifak kavramı genellikle itikadî bozukluğa değil amelî eksikliğe işaret etmektedir.

Program sorulan soruların cevaplanmasıyla son buldu.

HABERE YORUM KAT