1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. “Ramazan” demek her şeyden önce “vahiy” demektir!
“Ramazan” demek her şeyden önce “vahiy” demektir!

“Ramazan” demek her şeyden önce “vahiy” demektir!

Mahmut Ay, Ramazan ayının Allah Resulü (sav) için ne anlam ifade ettiğini vurgularken Ramazan ile Kitab-ı Kerim arasındaki ilişkiyi inceliyor.

26 Mart 2024 Salı 13:30A+A-

Mahmut Ay / Yeni Şafak

Efendimiz’in (sav) ramazanı

İnsanlık güzeli Muhammed Mustafa Efendimiz (sav) için, Ramazan’ın hususi bir mana kazanması, Hira Mağarası’nda ilk vahye muhatap olmasıyla başlamıştı. Zira günlerden kadir gecesi, aylardan ramazandı. Vahye bu ayda mazhar olması sebebiyle, ramazan ve özellikle vahiy gecesi olan kadir gecesi onun için, hayatının en muazzam tecrübesini yaşamış olması hasebiyle çok anlamlıydı.

Efendimiz’in (sav) ve ashâbının Mekke dönemindeki hayatları zulüm ve baskı altında geçtiği için, Mekke’de ibadetleri özgürce yapamıyorlardı. Dolayısıyla ibadetlerin farz kılınması ya da son şekillerini almaları, belirli bir süreç içerisinde olmuştu. Meselâ namazların beş vakit olarak eda edilmesi dahi, Mekke döneminin sonlarında farz kılınmıştı. Efendimiz (sav), Kur’an’ın doğum ayı olan ramazan ayı ve doğum gecesi olan kadir gecesi için hususi bir “manevî kutlama” yapmayı muhtemelen çok arzulamıştı. Ancak mezkûr sebep dolayısıyla ramazan orucu, Medine’yi teşrif ettikten on sekiz ay sonra, hicretin ikinci yılının Şaban ayında farz kılınabilmişti. Ramazan ayının sonu ise, bir bayram neşesi ve coşkusuyla hitama erecek, böylece İslâm’da iki dinî bayramdan ilki başlamış olacaktı. İlk kurban bayramı ise, aynı kamerî yılın sonunda kutlanacaktı. Şu halde Müslümanların ilk kutladıkları bayram, ramazan bayramıydı.

“Ramazan” demek, öncelikle ve özellikle “vahiy” demekti Efendimiz (sav) için. Nitekim rivâyetlerden öğrendiğimize göre ramazan ayında vahiy meleği Cebrail, her gece Efendimiz (sav) ile buluşur, karşılıklı Kur’an okurlardı. İbn Abbas’ın anlatımına göre, zaten cömert olan Efendimiz (sav)’in cömertliği, ramazanda Cebrail ile her gece mukabele için buluştuğundan dolayı, kat kat artardı. Onun ifadesiyle, “Esmek için engel tanımayan bereketli rüzgârdan daha cömert olurdu.” (Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”) Bir insanın cömertliği ne zaman artar? Mutluluğu arttığında ve Rabbi’ne şükretmek istediğinde. Demek ki Efendimiz’in (sav) ramazanda neşesi o kadar artıyordu ki, eline geçen her şeyi insanlarla paylaşmak istiyordu. Âdeta vahiy ikliminin manevî neşesinden ve sevincinden uçuyor gibiydi.

Efendimiz (sav) için ramazan demek, rahmet ve bereket sağanağı demekti. Nitekim şöyle buyurmuşlardı: “Ramazan olduğu zaman rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincirlere vurulurlar.” (Müslim, “Sıyam”) Bizim için soyut bir anlatım gibi olan bu ifadede geçenler, onun için kim bilir ne kadar somut hakikatlerdi! Çünkü o, duvarın ardındaki âlemi görüyordu. Madde duvarının ardındaki hakikat âlemini. O hakikat âlemini temâşâ edip ramazanın hususiyetini bildiği için, bu ayda gündüzleri oruç tutup geceleri namaz kılanların geçmiş günahlarının silineceğinin müjdesini vermişti. (Buharî ve Müslim)

Ramazanda kendisi çok cömert olduğu gibi, ashâbını da cömertliğe teşvik eder ve en hayırlı sadakanın, ramazanda verilen sadaka olduğunu söylerdi. (Tirmizî, “Zekat”) Vahye olan şükür borcunu daha çok ibadetle ifâ etmek için, ramazan gecelerini namazla geçirir ve ashâbına da öyle yapmalarını tavsiye ederdi. (Buhârî, “Savm”)

Geceleri sahura mutlaka kalkar, az da olsa bir şeyler yer, içer ve sahâbîlerine de sahurda bereket olduğunu ifade buyurarak sahur yapmalarını teşvik ederdi. (Müslim, “Sıyâm”) Ramazanda adeta bir iyilik, bir yardımseverlik, bir muhabbet paylaşımı seferberliği başlatırdı. Meselâ iftar sofralarına başkalarını da davet etmeyi şiddetle tavsiye ederdi. O derece tavsiye ederdi ki, bunu yapanın meleklerle dost olacağını söylerdi. Meselâ bir keresinde şöyle buyurmuştu: “Helâl yoldan kazandığı rızkıyla kurduğu iftar sofrasına oruçlu birini davet eden kişiye, melekler Ramazan geceleri dua ederler. Cebrail ise, kadir gecesinde onunla kucaklaşır. Sahâbîler: ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Her birimiz, oruçluyu iftar ettirecek kadar bir şey bulamıyoruz ki!’ deyince, Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Merak etmeyin! Allah, bir hurma tanesi, bir yudum su ya da su katılmış bir yudum süt ile iftar ettirene de aynı sevâbı verir. Bu ayın, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluştur Bu ayda kölesinin yükünü hafifletene Allah mağfiret eder ve onu cehennemden âzâd eder. Bu ayda şu dört şeyi çokça yapınız. Bunlardan iki tanesi ile Rabb’inizi râzı edersiniz. İki tanesi de sizin çok ihtiyaç duyduğunuz şeylerdir. Kendileriyle Rabb’inizi râzı edeceğiniz işler, Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şahitlik etmek ve O’ndan af dilemektir. Kendilerine muhtaç olduğunuz iki şey ise, Allah’tan cenneti istemek ve cehennemden O’na sığınmaktır. Oruçlu birisine içecek bir şey verene Allah, benim Kevser Havuzu’mdan içirecektir. O kişi, artık cennete girene kadar susamayacaktır.” (İbn Huzeyme, Sahih).

Ramazanın son on gününde dünyevî meşgalelerden tamamen kendini tecrit eder, mescidin ortasına küçük bir çadır kurar ve adeta Hira’da yaşadığı halvetleri orada tekrar yaşardı. Hira’da vahiyle taçlanan o halvetleri kim bilir ne kadar özlemişti! Hira’yı Mescid-i Nebi’ye taşıyor gibiydi. “İkra!” tecrübesinin hatırasını yaşamak ve yaşatmak istiyordu belki de. Buna “itikâf” demişti. Sahâbîlerine de bu halveti tavsiye etmişti. Böylece bir zamanlar Hira’da halvetlerinden elde ettiği manevî zevkin benzerlerini ashâbının ve ümmetinin de yaşamasını istemişti.

Ramazanın sonu yaklaştığında, bayram sabahına çıkmadan fıtır sadakasını verir, fakirlerin, muhtaçların gönlünü alır, Rabbi’nin nimetiyle Rabbi’nin kullarına iyilik yapmanın manevî hazzını tadar ve tattırdı. Ve nihayet, Kur’an vahyinin doğum ayı ve doğum gününün ibadet ve taatla, hayır ve hasenatla kutlanmasının ardından ashâbıyla birlikte bayramın neşesini yaşar ve yaşatırdı.

Ey insanlık güzeli! Ey rahmet elçisi! Ey benim cânım Efendim! Salât sana, selâm sana, bu canlarımız hep feda sana!

HABERE YORUM KAT