1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Pragmatik Mihmandarlar
Pragmatik Mihmandarlar

Pragmatik Mihmandarlar

Kendi ülkesinde "ilericiliğin" tekeline aldığını, anti-demokratikleşmeye karşı mücadele ettiğini savunanlar, küresel ölçekte hakim olan statüko ve anti-demokrat ideolojilere bedava back-up hizmeti sunuyor.

20 Ekim 2015 Salı 17:22A+A-

Pragmatik mihmandarlar

Ceren Kenar / Türkiye

Hayatımda en ilginç bulduğum gazeteci sorularından birini, geçtiğimiz sene Amerikan Konsolosunun İstanbul'daki rezidansında işitmiştim.
 
Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Doug Frantz, Türkiye'den beş gazetecinin sorularına cevap vermek için "on the record" bir basın toplantısı düzenlemiş ve toplantıyı Türkiye'de medya özgürlüğüne ilişkin endişelerini içeren bir girizgâh ile açmıştı.
(Toplantının bütün konuşmalarını şu linkte bulabilirsiniz
http://istanbul.usconsulate.gov/mobile//asstsecfrantz_turjournos.html. Bu anekdotu aktarmakta beis görmememin nedeni de toplantı kaydının Amerikan Konsolosluğu tarafından hâlihazırda kamuyla paylaşılmış olmasındandır.)
 
Frantz'in çizdiği tablo ve uyarıları, Türkiye-ABD ilişkilerinin zor bir rampadan geçtiği günlerde ABD'nin pozisyonunu yansıtan ve kamu diplomasisi kategorisinde değerlendirilmesi gereken içerikteydi. Frantz'in sözlerinin bitmesi ile gelen ilk soru, epey şaşırtıcı idi. Soru deneyimli bir Türk gazeteciden gelecekti: "Türkiye'de yaşananları tamamıyla özetlediniz. Biz, Türk gazetecilere tavsiyeniz ne olurdu?"
 
Bir Türk gazetecinin Amerikan devlet yetkilisine bu soruyu sorabilmesi beni sadece şaşırtmamıştı, aynı zamanda rahatsız etmişti. Zira bugüne kadar hiçbir basın toplantısında Avrupalı veya Amerikalı bir gazetecinin, bir Türk resmî yetkilisine buna benzer bir soru sorduğuna rastlamadım. 
 
Herhangi bir Türk gazetecinin bu soruyu bir Türk yetkilisine ve siyasetçiye sorması, Türkiye'de (haklı olarak) bir skandal muamelesi görecekken, bu sorunun bir Amerikan yetkilisine böylesine rahat sorulabiliyor olması bana ancak bir üçüncü dünya ülkesi entelijansiyasına özgü bir tuhaflık olarak gelmişti. 
 
Türk gazetecilerin veya fikir insanlarının bir kısmının kendilerini konumlandırdığı yeri anlatmak açısından bu anekdot başka yoruma yer bırakmayacak kadar ibretlikti.
 
Post-kolonyel literatürde Spivak'ın irdelediği, "native informant" (yerli kaynak) kavramının hakkını veren bir pozisyondu bu. Sadece ve sadece yerli pozisyonu temsil ettiği için bir anlamı olan, ancak asla kendi özne olamayacak, hikâye yazıcı olamayacak bir edilgen mihmandar. 
 
ABD dışişleri yetkilisine Türk gazetecilere ne yapmaları gerektiğini soran sualin zamanlaması da manidardı. IŞİD'e karşı kurulan koalisyona, Türkiye ABD'nin Suriye politikasına dair çekinceleri nedeniyle katılmamayı seçmişti. Türkiye, Suriye'de kapsamlı bir müdahaleden, yani Esad'ı da hedef alan bir operasyondan yana idi. Suriye'de hiçbir radikal örgütün taban bulamayacağı istikrar ve barış ortamının ancak bu şekilde oluşacağını savunuyordu Türkiye. Diğer türlü, yani sadece IŞİD'i havadan vuran bir müdahalenin tabiri caizse bataklığa parfüm sıkmak olduğu inancı sadece Türkiye dış politika yapıcıları arasında değil, Orta Doğu konusunda çalışan uzmanlar içinde de hakim görüştü. ABD ise IŞİD'e karşı kendi planını Türkiye'ye dayatıyor, bunun için de farklı kamu diplomasisi aygıtlarını kullanıyordu.
 
"Türk entelektüellerine ne yapmalarını tavsiye edersiniz" sorusu Avrupa'daki zenofobik, ırkçı çevrelere veya sağ partilere şu an sorulsa, sanıyorum verecekleri cevap 100'den fazla akademisyenin imzaladığı ve Merkel'e Türkiye gezisi öncesi Erdoğan'ı şikâyet eden bildiriye imza atmaları olurdu.
 
Türkiye solunun dünyanın farklı yerlerindeki sol diktalara duyduğu muhabbet yeni değil. Sosyalist rejimlerin günahlarını temize çekmek için gösterdikleri çabalar da. Lakin Türkiyeli solcularının, Alman sağından ricacı olması sanıyorum ki bugüne nasip olan bir garabet oldu. Avrupa'nın utanç verici mülteci politikasını temize çekmek, Suriye meselesinde bölge ülkelerine karşı olan sorumluluklarını üzerinden atması için "ilerici" argüman sağlamak Türkiye soluna düştü. 
 
Türkiye'nin adaylık sürecine ırkçı sebepler ile konmadık engel bırakmayan, Türkiye'nin zaten hâlihazırda sahip olması gereken hakları mülteci meselesinde bir iş birliğinin tavizi olarak sunan bir siyasetçiden demokrasi dersi vermesini beklemek de...
 
İki milyondan fazla mülteciye kapı açan, bu konuda tüm dünyaya örnek bir politika geliştiren, eksikleri olmakla beraber bu mesele için önemli bir kaynak ve mobilizasyon oluşturan bir hükümeti, Avrupa'nın yabancı düşmanı sağcılarına şikâyet etmek ancak Türkiye solunun aklına geldi.
 
Spivak'ın yerli kaynağı yapısal nedenler ile özne olamıyordu. Türkiye'nin yerli kaynakları ise gönüllü olarak özne olmamayı seçiyor. Bir sömürge ülkesinde yaşadıkları için değil, başkalarının mağduriyetlerden devşirdikleri hikâyeler üzerinden savundukları sınıf kimlikleri dışında anlatacak bir şeyleri olmadığı için.
 
Kendi ülkesinde "ilericiliğin" tekeline aldığını, anti-demokratikleşmeye karşı mücadele ettiğini savunanlar, küresel ölçekte hakim olan statüko ve anti-demokrat ideolojilere bedava back-up hizmeti sunuyor. 
 
Zira, aslında kendi ülkelerinde de ne ilerici, ne demokratlar. Mensubu bulundukları kimliğin çıkarı doğrultusunda bu duruma düşebilecek kadar pragmatik mihmandarlar.

HABERE YORUM KAT