1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Paralel Yapıdan Diyanet'e Tehdit!
Paralel Yapıdan Diyanet'e Tehdit!

Paralel Yapıdan Diyanet'e Tehdit!

Hükümeti devirmeye yönelik 17 Aralık komplosuna imza atan Paralel yapı şimdi de kendisine potansiyel tehdit olarak gördüğü Diyanet İşleri Başkanlığı'nı hedef aldı.

09 Mart 2014 Pazar 12:39A+A-

Haksöz Haber

Hükümeti devirmeye yönelik 17 Aralık komplosuna imza atan Paralel Yapı, şimdi de kendisine potansiyel tehdit olarak gördüğü Diyanet İşleri Başkanlığı’nı hedef aldı. Fethullah Gülen’e yakın isimlerden Suat Yıldırım’ın kaleme aldığı “Diyanet’in zor dönemi” başlıklı bir yazı Cemaat’in yayın organlarında yayınlanarak Diyanet’e ‘Sen bu işe karışma’ mesajı verildi. 

***

Suat Yıldırım / Diyanetin Zor günleri
ZAMAN

Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’de İslam diniyle ilgili işleri yürütmek, toplumu din konusunda aydınlatmak ve ibadet yerlerini ve hizmetlerini yönetmekle görevli bir kamu kuruluşudur. Anayasa’ya göre genel idare içinde yer alır.

Başbakana, hükümete bağlıdır. Diyanet İşleri başkanı, başbakan ve cumhurbaşkanı tarafından tayin edilir. Cumhuriyet’in başlangıcından beri ilk üç başkan görevde iken vefat etmiş, 1960’tan sonraki on bir başkan ise ya emekliye sevk edilerek veya başka görevlere nakledilerek görevden alınmışlardır. Bu durum, Teşkilatın yönetiminde siyasetin müdahalesinin etkin olduğunu açıkça göstermektedir. Bundan ötürü son dönemde Başkanlığa özerk bir statü verilmesi, Başkan’ın müftüler tarafından seçilmesi, en azından Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması gibi düşünceler ortaya atılmışsa da değişiklik olmamıştır. Başkanlığın temel meselelerinden biri de istihdam ettiği görevlilerin eğitiminde yetkili olmaması, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı imam-hatip lisesi ve ilahiyat fakültesi mezunlarını atama durumunda kalmasıdır.

Emekli  başkanlardan Sayın Tayyar Altıkulaç, yayımladığı hatıratına “Zorlukları Aşarken” adını verdi. Hem bu adlandırma hem de eserin  içeriği, Başkanlığın ne kadar zor ve siyasetle iç içe olduğunu  göstermektedir. Bununla beraber  gerek oluşmuş gelenek, gerek muhterem başkanların anlayışlı tutumları sayesinde, diyanet hizmetleri toplumsal ahengi uyum içinde sürdürecek şekilde ifa edilmiştir. Başkanlık, sınırlı statüsü gereği yapamadığı bazı dinî hizmetleri, adeta zımnî bir sözleşme ile kültürel, sosyal, hayrî, ilmî vakıf ve derneklere  bırakmıştır. 1967 yılında çıkarılan Özel Vakıflar Kanunu bu faaliyetlere geniş alanlar ve maddî imkânlar açmıştır. Vakıfları devletleştirmekle kalmayıp vakıf kurmayı önleyen ve toplum hizmetlerinin önemli bir kaynağını kurutan kırk yıllık uygulamadan sonra bu yasal düzenlemeyi müteakip kurulan yüzlerce vakıf; eğitim, hayır, kültür ve sağlık hizmetlerine canlılık getirmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu kuruluşlarla verimli münasebetler kurması, bir şemsiye gibi onların  gayretlerini koordine etmesi, elbette daha güzel sonuçlar doğurabilir. İhmal edilen bu girişim konusunda bildiğim kadarıyla inisiyatif almak isteyen ilk başkan Sayın Mehmet Görmez oldu. Başkan olduktan hemen sonra hizmet gruplarının temsilcilerini davet ederek onlarla istişare içinde olmak istediklerini bildirdi. Fakat bu istişarenin devam edip etmediğini veya bütünü kucaklayıp kucaklamadığını bilmiyorum. Yasal çerçeve etkinlik alanlarını çok sınırladığı için dindarların istek ve özlemlerinin birçoğunu Başkanlık programına almamaktaydı. Fakat yasal görevlerini yaparken toplumsal ihtiyaçların sevk etmesiyle, bu çerçeveyi tabii seyir içinde genişlettiğini  gözlemlemekteyiz. Diyanet Vakfı’nın kurulması, Başkanlığa çeşitli bilimsel ve sosyal etkinlik alanları açmıştır. İslam Araştırmaları Merkezi, İslam Ansiklopedisi, özel vakıf üniversitesi, cami ve yayın hizmetleri bunlar arasındadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın diğer hizmet gruplarının gönüllerini kazanarak onlarla işbirliği yapmasının matlup olduğuna yukarıda değinmiştim. Bu arzuyu gerektiği gibi gerçekleştiremese de engellememesiyle önemli bir hizmette bulunduğunu unutmamalıyız. Başlangıcından beri bu çizgiyi izleyerek gerektiğinde konjonktüre mukavemet ederek siyasetin ve bürokrasinin değil de milletin kuruluşu olduğunu gösterdiğini söylemeliyiz. Bazı önemli duruşlarını hatırlamakta fayda vardır. Ezcümle: 1980 askerî darbesi sonrası, o zaman sayısı 374 olan imam-hatip liselerinden 174’ünü Milli Eğitim Bakanlığı kapatmaya girişmiş, Sayın Tayyar Altıkulaç’ın şahsında Başkanlığın  temasları sonucunda hükümet vazgeçmiştir.

Üniversitelerde kız öğrencilerin başörtüsü takmaları yasaklanmış, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan başlarını açarak öğrenim yapmalarına fetva istenmiş, fakat Din İşleri Yüksek Kurulu, İslami hükümlere aykırı olan bu fetvayı vermemiştir. Yine 1980 sonrası ara dönemde, Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş “Neden Nurcuların üstüne gitmiyorsunuz?” diye sıkıştırmak isteyince Başkan  Tayyar Altıkulaç özetle, “Nurcuların Teşkilatımızda örgütlenme çabaları yoktur. Bu cemaate sempatisi olan görevlilerimiz bulunabilir. Devletin müesses nizamı bakımından onların özel hayatlarında sakıncalı işleri varsa, haklarında kovuşturma yapmak bizim görevimiz değildir. Biz Diyanet teşkilatıyız, polis teşkilatı değiliz.” diye karşılık vermiştir (T.Altıkulaç, Zorlukları Aşarken, II/765, ayrıca 546-547, keza 631 vd.). 1960 darbesinden az önce bir kısım medya tarafından Türkçe Kur’an ve dinde reform kampanyalarına karşı o zamanki başkan merhum Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun, ilmî ölçülere uygun duruşu da unutulmamalıdır. Önemli konulardan biri de şudur: 1950 öncesi tek parti  döneminden beri onlarca hükümet ve farklı iktidar zamanında, mahkemeler Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur kitaplarını incelemek üzere bilirkişi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan rapor istemiştir. Fakat en baskıcı hükümetler zamanında bile  bir tek aleyhte rapor çıkmamış, kurulda yer alan hocalar bu eserlerin ilmî, imanî, İslamî eserler olup mevcut yasalara da aykırı taraflar içermediğini belirtmişlerdir. 22 Eylül 2013’te “Nübüvvetin Yeri: Risale-i Nur Perspektifi” sempozyumunun  açılışında Sayın Başkan Mehmet Görmez, Diyanet İşleri arşivinden, yaklaşık elli yıl zarfında verilen 17 kadar raporu dosya halinde sunmuş ve Başkanlığın bu tarihî duruşunun büyük bir iftihar vesilesi olduğunu belirtmiştir.

Bir kısım dindarlar, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan çok şey bekler, ülkede zuhur eden binlerce meselede görüş açıklamasını isterler. Fakat yasal etkinlik alanının çok mahdut olduğunu bilmezler. Halbuki yukarıda işaret ettiğim gibi bu teşkilat, bazı dönemlerde siyasî baskılara rağmen dinî hassasiyetler dengesini koruması ve dinî hizmet gruplarının çalışmalarını engellememesiyle güzel bir duruş ortaya koymuştur. Camilere fitne ve ayrılık girmesine mani olmuştur. Başkanlığı ve cami görevlilerini bundan ötürü tebrik etmeliyiz. 2014 yılının başından beri toplumumuz ve bu arada cami cemaatimiz kritik bir dönem geçirmektedir.

Bu dönemde Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan meydanlarda toplumu kutuplaştıran  ve cami cemaatini de  potansiyel  ayrıştırma tehlikesi taşıyan konuşmalar yapmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı  iki bin kadar ilim adamının yirmi beş yıllık emeklerinin mahsulü İslam Ansiklopedisi’nin tamamlanması vesilesiyle 25 Ocak 2014 tarihinde düzenlediği törende, Sayın Erdoğan, hiç yeri yok iken, binlerce Diyanet  görevlisine hitaben Hizmet camiasına ve öncüsü Hocaefendi’ye ağır hakaret ve iftiralarda bulunmuştur. Oysa bu camia dün ortaya çıkmış değil, elli seneden beri hizmetleriyle toplum içinde olan, yüzlerce devlet ve ilim adamının, en başta kendisinin onlarca defa takdirlerini bildirdiği bir hizmet grubudur. Seçim konuşmalarında, projelerini sunma hatta diğer partilerle rekabet yerine tek rakibi Hizmet imiş gibi “Onları inlerinde boğacağız, onlar Haşhaşi, çete, kirli örgüttür, onların okullarını, dershanelerini, yayınlarını boykot edin vb.” suçlamalarını sürdürmektedir. Oysa işlenen suç varsa yapılacak iş, kanunî soruşturma açmak, hukukî sürecin sonucunu beklemektir. Ama o hiçbir delil öne sürmeden yargısız infaz yapmaktadır. Bu gergin ortamda Diyanet İşleri’nin geleneksel temkin ve dengesini koruması son derece hayati bir zarurettir.

Başkanlık bu dönemde, gördüğüm kadarıyla, merkezden gönderilen hutbelerle bu birlik ve uyum ortamını muhafaza  etmeye çalışıyor. “Nasıl bir kardeşlik?”, “İnfak ahlakı”, “Din samimiyettir”, “Affetmek”, “Mümin ve zaman” hutbelerini ben şahsen tekrar değerlendirdim. Bunların, dinimizin bazı ahlakî değerlerini cemaate anlatmaya çalışan ve siyasî telkinler içermeyen metinler olduğunu gördüm.  Konuyu sağduyu ile alıp niyet okumadan uzak durmada zaruret var. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütün cami cemaatini ve toplumu kucaklayıcı vakarlı tutumunun devam edeceğini umuyorum.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum