1. YAZARLAR

  2. GÜNEY UZUN

  3. Oruç tutmak istemeyen ateistlerin dramı
GÜNEY UZUN

GÜNEY UZUN

Yazarın Tüm Yazıları >

Oruç tutmak istemeyen ateistlerin dramı

30 Nisan 2021 Cuma 18:27A+A-

Ruşen Çakır tarafından kurulan Medyascope sitesi yeni bir masa başı habere imza attı. Geçen sene de benzer bir habere1 imza atan Seda Kızılarslan haberin sol-Kemalist cenahta alıcısının olduğunu fark etmiş olacak ki haberi seriye bağlamış ve ikincisini yazmış.2  Ne de olsa İslam’dan ve Müslümanların değer dünyalarından bihaber bir kitle var ne yollasan almakta. Kitlenin de hoşuna gittiği kesin. Böylelikle ne kadar doğru yolda olduklarının, laik-çağdaş olmanın faziletlerinin, toplumun geri kalanına neden üstten baktıklarının sebebi de anlaşılıyor. Çünkü halen daha yazıları okuyup altına ‘eğitim ne kadar önemli’ diye yorum yazan “seküler aydınlarımız” bulunmakta. Çünkü onlara göre dine inananlar okuma yazma bile bilmeyen kara cahiller.

Sitemizde benzer bir asparagas yazıyı haberleştirmiş3 ve yazı içindeki tutarsızlıkları ortaya koyup Ruşen Çakır’dan dezenformasyon haberciliğine son vermesi gerektiğini belirtmiştik. Anlaşılan o ki İslam ve Müslümanlar hakkında kendini otorite olarak görme eğilimi hala sürüyor. Çünkü sol-Kemalistler çevrelerde, zamanında kendisine herhangi bir değer verilmeyen ama eski biriktirdikleri ile yeni mahallesinden aferin almak için kendini yırtan irtidâd etmiş kişilerden beslenme alışkanlığı var.

Sürekli eski mahallesine vuran ve ‘taze’ dostlar edinmek adına yeni semtinin pisliklerine ses çıkarmayan bir zümre oluştu. Bunu siyasetçilerden, gazeteci-yazarlarına, ilahiyatçılarına kadar geniş yelpazede şahit olmaktayız. Bu zümreyi TV ekranlarında izlerken daha işe yeni başlamış genç-ergen tipleri ise sosyal medya ya da internet sayfalarından takip ediyoruz.

Kaldı ki Ruşen Çakır ve ekibi de ekmeğini İslami camia üzerinden yeme geleneğini sürdürmekteler. Hitap ettiği çevre ile ilgili herhangi bir olumsuz haber ya da yoruma ne sitesinde ne de kanalında rastlamanız imkânsız gibi bir şey. Örneğin Grup Yorum’un Dilan Ekin’in için çıkardığı aforoz bildirisine ait herhangi bir habere sitelerinde yer vermediler.

Şöyle bir algı oluşmasın, ‘Medyascope bu tür marjinal gruplara uzak.’ Hayır! Örneğin Grup Yorum ile ilgili bir sürü haber yapılmış. Konserlerinin engellendiğine, İbrahim Gökçek’in ölümüne dair vs. Ama iş, örgütün kendi elamanını sırf istedikleri gibi “devrimci” olmadı diye linç edilmesine sessiz kalmak tabii ki oldukça manidar.  Bu tekil bir örnek de değil. Geçen sene Fahrettin Altun’un komşuluğundan memnun olduğunu belirttiği için yine aynı çevreler tarafından linçe tabi tutulan Şükriye Tutkun gibi İbrahim Kalın’a eşlik ettiği için Erkan Oğur’un sol-Kemalist çevrelerce nasıl baskı altına alındığını ve açıklama yapmak zorunda bırakıldığına şahit olmuştuk. Peki, sol mahalle baskısı hakkında Medyascope sitesinden herhangi bir eleştirel habere rast geldik mi? Hayır. Neden? Çünkü mahalle baskısı yalnızca dindarlarda görülen bir eğilimdir!

İslam’la şereflendikten sonra, nur yerine balçığı, onur yerine zilleti tercih edenler her daim oldu. Peygamber Efendimiz (s.a.v) zamanında da onun vefatından hemen sonra da İslam’dan ayrılanları şahit olduk. Son zamanlarda değişik nedenlerle belli çevreler tarafından gündeme getirilen başını açan ya da İslam’dan uzaklaşan tiplerin iktidar ile bağlantısının tek izah edilebilir tarafı Müslümanların daha görünür olması. Özellikle laik-Kemalist baskıların AK Parti tarafından bir bakıma sonlandırılması ile kamusal alanda Müslüman erkek ve özellikle kadınların görünürlüğünün artmasıdır. Bizce gözden kaçan ama önemli olan ise şuan iktidara muhalif olan kesimlerin kin ve düşmanlıklarını İslam ve Müslümanlar üzerinden dışa vurmalarıdır. Bunun için değişik vesileleri kullandılar. Bu durum Gezi kalkışmasında saldırı, taciz, küfürlerle olduğu gibi bugünlerde ise tam kapanma kararı sonrası tekel bayilerinin de kapalı olması üzerinden İslam ve onun uygulaması, kurallar bütünü, hukuku olan Şeriat’a yapılan hakaretlerle bir kere daha yaşanmakta.  

80’li ve 90’lı yıllarda kendi arkadaş çevrelerinde değişik sebeplerle dinden uzaklaşan insanların varlığına şahit olanlar mutlaka vardır. Bunun o dönemlerde gündem olmamasının değişik sebepleri olabilir. En temelinde dindarların bugüne göre sayısal azlığı ve özellikle İslamcıların bu kitle içinde de oldukça az olmaları idi. Yanı işin istatistik bir boyutu var. İkincisi medyanın günümüzdeki yaygınlığı ve haber olma ya da haberdar olmanın kısıtlı olmasından kaynaklanmakta. Şimdilerin acıma, empati, kadın hakları ve sosyal duyarlılık adına sunulan haberlerin o dönemlerde veriliş şekilleri arasında dağlar kadar fark var. O dönem muhalif olan İslami kesimin iç sorunları daha çok irticanın tezahürleri olarak verilmekte idi.

BBC Türkçe, DW Türkçe ve Medyascope gibi mecralar da bu haberlerin daha fazla çıkmasının bir diğer nedeni ise ana akım medyada iş bulamayan ya da öncesinden çalışıp ayrılmak zorunda kalan özellikle sol tandanslı gazetecilerin yukarıda belirttiğimiz medya kanallarında iş bulmaları ve  “sol özenti” sahibi “dindar” tiplerle olan mesailerinden kaynaklanmakta. Gezi kalkışması ile birlikte başlayan ve hiçbir zaman bu mahallede olmayan “türedi dindar” tiplerin kendilerini sol cenaha benimsetme adına yaptıkları “itirafçılık” ve kendi iç sorunlarının tümden İslam’a ve dindar çevreye boca etme çabalarının onlara verdiği malzemeden kaynaklanmakta.

İsimleri sürekli gizlenen tiplerin ekseriyeti sol özenti içinde olan gençlerden oluşmakta. Hiçbir zaman namazla, nefis terbiyesiyle, oruçla, maneviyatla, sosyal sorumlulukla, tebliğ ve davetle alakaları olmayanların sonra kendilerini tekrardan cahiliye içine atmalarının bahanelerini dinlemekteyiz. Kendi egolarının, nefsi arzularının, psikolojik sorunlarının, kişisel ihtiras ve emellerinin, hayatta tutunamayışlarının, tembellik ve bencilliklerinin, hayatlarına koyamadıkları düzenin acısını bir şekilde çıkarma histerisi içinde oldukları söyleyebiliriz.

Şöyle bir soru akla gelebilir: Her şey mi yalan? Olmaya bilir. Ancak bu kadar da değil türünden rijit olayların bir kesime mal edilme gayreti okuyucuda “bu işte bir art niyet var” izlenimi bırakıyor. Gecen sene ve bu sene habere konu olan kızların, kadınların söylediklerine bakacak olursak burada hem içerik hem de editoryal olarak ciddi sorunlar var. Öncelikle haberi yapan gazeteci İslam’a ve onun sembollerine olan kinini boca edercesine başlıklar atmış. Şöyle bir başlık ancak bu zihnin ürünü olabilir “nefret ettiğim başörtüsünü artık her gün takmak zorunda değilim.” Bu cümleyi Sevgi isimli kız zikrediyor. Onun hikâyesini okuduğunuzda kızın Doğu Türkistan’da Çin kamplarında tutsak edimiş birisi olduğunu düşünebilirsiniz. Hayır, kendisi ailesi ile yaşıyormuş. Ama ailesi ile yaşarken çok tedirginmiş.

Bütün hikâyelerdeki kahramanlarımız herhalde 1+0 bir stüdyo daire denilen evlerde maaile yaşıyor olmalılar. Çünkü kimse bırakın gizli yemek yemeyi su bile içemiyorlar. Ev, anne-baba tarafından 7/24 kamera ile izlenmekte. Aile her an beraber hareket ediyor ve sürekli birbirlerini gözlüyor. Ebeveyninler ise tüm işi bırakmış kızlarının boğazından bir şey geçmesin diye seferber olmuş. Buse’nin durumu da içler açısı. Kız gizlice su içmeyi bile beceremiyor. Ancak yüzünü yıkama bahanesiyle su içiyor. Ev zindan onun için. Sürekli evde şiddet var. Aile o kadar dindar ki zorla ibadet yaptırmak için kızlarını dövüyor. Aile bu kadar gaddar ve kötü ama kızlarını dışarıda gazetecilik okutacak kadarda “ileri” görüşlüler. Elif ise eskiden çalışıyormuş. Şimdi evde, babasına ve abisine sürekli iftar ve sahur masası hazırlamaktan bıkmış. Baba kızının çalışmasına izin veriyor ama oruç tutmak istemediğinde “saçından tutup ona oruçla ilgili ayetleri sesli olarak okuyacak” kadar da şiddet eğilimli.

Akla gelen ilk soru şu oluyor: Bu kızlar hangi toplumda yaşıyorlar? Kız çocuklarının başörtüsü, kız-erkek çocukların namaz konusunda aile tarafından telkin edilmesi, yönlendirilmesi, özendirilmesi, hatta menfi olarak zorlamaların olduğunu biliyoruz. Çünkü her ikisi de görünürlüğe sahip, şekli ve zamanı olan ibadetler. Ama özellikle Türkiye toplumunda oruç ile ilgili zorlamanın olduğu doğru değil. Hatta özellikle okul çağında, sınava hazırlanan ya da bedenen zayıf, hasta çocuklara aileleri oruç tutmamalarını önerir. Ayrıca dinen tutamayacak olanlar için kolaylık sağlanan bir ibadet. Dikkat edilirse namaz veya başörtüsünün fitresi yok. Türkiye toplumunda oruç tutma eğilimi diğer toplumlara göre daha fazla. Ama oruç tutmayan aile ferdini dövme, şiddet uygulama, zorla tutturma gibi şeyler dindar-muhafazakâr çevrelerde olmayan-duyulmayan davranışlardır.

Yazarın örnekleri nasıl ve nereden bulduğu konusu gibi içerik de büyük bir soru işareti barındırıyor. Hikâyeye konu olan kızlar stüdyo ev dışında daha büyük evde yaşıyor iseler  “hiç birinin de mi kendi ait odası yok?” diye sormadan edemiyoruz. Kendi odaları yok diyelim anne-baba sürekli beraber mi ki hiç fırsatını bulup bir şeyler yiyemiyor ya da su bile içemiyorlar. Bu ailenin tüm fertleri 7/24 ayakta ve evde mi? Hiç mi tek kalmıyor? Pandemi de tam kapanmada bile herkes belli saatlerde dışarı çıkabiliyor. Bunlar evlerde bağlı mı tutuluyorlar? Tamam dinden uzaklaşıp ateist olabilirsin. İnanma farkı bir şey ama ateistsin diye inananlardan nefret etme nasıl bir psikolojik haldir? Toplumumuzda Ramazan ayında oruçluya saygı ve hürmet vardır. Oruç tutmayan ya da farklı dine mensup insanların oruç tutan karşısında yemek yememe, su, sigara içmeme gibi naif davranışları olur. İnsanlar dışarda yemek yerken göstererek yemezler. Ama bu kızlarımızın pandemi olmasa sanki yeme-içme ayinleri yapacakmışçasına olaya önem affettikleri görmekteyiz.

Yazı sosyal medyada özellikle de Twitter da oldukça fazla yorum da almış. Yorumların büyük ekseriyeti bizim gibi şaşkınlıkla yaklaşıyor olaya. Ruşen Çakır ve ekibini tiye alan, dalga geçen yorumlar ise oldukça fazla. Evde canınız sıkılmış ise ve biraz gülmek istiyorsanız tavsiye ederiz.  Bunların dışında önemli sorular soran yorumlar dan birkaçını örnek vermek gerekirse:

 “Birde laik, batıcı ve kendini çağdaş sananların inananlara yaptıkları baskılar, mobbing ve dalga geçmeleri içinde bir senaryo yazın

 “Kızı istememesine rağmen kızına kendi yasam tarzını dikte eden aileler yok mu ya da kendi istemiyle kapanan ama ailesinden mobing gören genç kızlar yok mu?

 “Bunların acemice uydurulmuş hikâyeler olduğu açık. Bu ülkede yaşanmış gerçek ‘ikna odaları’dır.”  

Benim de geçmişte çalkantılı dönemimde gizliden oruç tutmadığım zaman oldu ama gelip kimseye ailemi şikâyet etmedim veya isyan da etmedim. Çünkü durumu kişiselleştirmeyecek kadar kapasitem vardı onları anlıyordum. Kimseye de öfkeli değildim. Şimdi onlara dua ediyorum.

Babasının her akşam rakı sofrasını kurmak zorunda bırakılan Müslüman kızlardan da bahsetsenize! Ya da kardeşi gibi seküler olmadığından çifte standart uygulanan kızlardan! Sizin yaranma şekliniz epey sıktı artık

Nefsin insana fısıldadıklarını yazmışsınız. Kimlik karmaşası yaşayan birçok ergene rehber olmuşsunuz. Aile olgusunu çok güzel alçaltmışsınız. Ama insan düştü mü koluna girip ilk kaldıracak ailesidir. Ergenlikleri bitince anlıyor bunu insanlar hedef kitlenizi değiştirin bence

Bunlar hikâye ama okullarda öğretmenlerin zorla su içirdiği bir gerçek. Ana babamıza örümcek kafalı deyip, Allah peygamber diye bir şey yok diyordu muhterem öğretmenimiz.4

Yazıyı kaleme alan yazar kişimiz geçen seneki mantık hatalarını bu sene fazla yapmamış. Öncelikle şu 19-20 yaş “geç-ergenlik ateizmim” muhabbetlerinden toplumca sıkıldık. Ne okudun ya da yaşadın da ateist oldun be arkadaş! Konuştuğunda sağdan soldan öğrenme klişe cümleler dışında iki laf edemeyen ateist özentiliğinden başka bir şey çıkmayan bir vakadan bu kadar ekmek çıkartılmaya çalışılması da şaşırtıcı.  Gecen seneki hikâyede Seda isimli bir kişi vardı. Ramazan geldiğinde onu kara kara düşünceler almıştı. Çünkü ailesi onun ateist olduğunu biliyordu. Oruç tutmadığını da… Ama o evde asla yemek yiyemem diyordu. Ama aslında yiyormuş. Çünkü ailesi onu yemek yerken gördüğünde görmezden geldiğini fazla değil bir sonraki cümlede “ağzından” kaçırmış. Bu yazıdaki Buse’nin de kafası karışık. Annesinin şiddet uygulayıp uygulamadığına tam karar veremedik. Çünkü ‘oruç tutmadığımı söylersem bana şiddet uygular’ diye cümleye başlayıp sonra ‘küçükken döverdi şimdi şiddet yok psikolojik şiddet var’ diyor. Çok enteresan!

Ruşen Çakır ve ekibi haber ile beraber çok ince bir algı operasyonu da yapıyor. Özellikle hikâyeler içerisindeki kelimeler sanki filmlerdeki  “ürün yerleştirme” gibi okuyucunun bilinçaltına istenileni nakşetme işlevi üstleniyor. Kadınların hikâyelerinin çoğunda ölme ve öldürülme ya da hayattan bıkma ile ilgili ifadelere rastlıyoruz. Kadına şiddetin tartışıldığı, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı bu dönemde oruç tutmadığı için aile tarafından şiddet gören “mağdurların” ölüm-ölme kelimelerini çokça kullanmaları dikkatleri çekiyor haliyle. Diğeri ise Kur’an ayetleri üzerinden ailelerin çocuklara baskı yapıp, zorla dindarlaştırdıkları iddiası. Yanı gençlerin seçimleri kendileri ait değil. Dindar aileler çocuklarına baskı uyguluyor. Bu yüzden haberdeki konuşmacılar da “çocuklarıma, belki öğrencilerime hiçbir konuda asla baskı yapmayacağım” diyor.

İnsanların baskı ile dindar olmaları ya da dinden uzaklaştırılmaları tabii istemeyeceğimiz bir durum. Ama burada katılımcılar “hiçbir konuda” derken hangi konuları kastediyor diye bir soru gelmiyor değil aklımıza. Aile çocuğunu cinsel yönelimini doğru bir şekilde yönlendirme konusunda da bir şeyler yaparsa bu da baskı sayılır mı? Sonuçta büyük resme baktığımızda Ruşen Çakır ve ekibi ne gösteriyor bize? Dindarlar zorbadır, çocuklarına şiddet uygularlar, zorla onları kendilerine benzetmek isterler ama bizim gibi aydın-çağdaş insanlarla tanışırlarsa zincirlerinden kurtulurlar. Zaten siyasi iktidarın kodlarında da bu vardır. Ailede içindeki “baskıcı baba” eğer ülkeyi yönetmeye kalkarsa işte böyle bir şey ortaya çıkar. Ramazanda oruç sorunu yaşayanların hepsi de kız. Baskı gören erkeklerin dramı herhalde 2022 yılının Ramazan konusu olacak. Bir tanesi hariç hepsi dinden uzaklaşmış. Genç kızların hem başörtüsü hem de sonrasından dinden soğuma hikâyeleri aslında yeni değil. Değişik platformlarda yazılıp çizilenlere de baktığımızda ortada örgütlü, kolektif bir çalışma var izlenimi ediniyoruz. Nedense ateist olan kızların hepsi sol hesapları takip ediyor, feminist oluyor, sigara ve içkiye başlayıp, bolca küfürlü konuşup, dekolte giyiniyorlar. Ateistlikle kalmayıp dine düşman kesilip saldırıyorlar. İlla olacaksanız keşke edebinizle ateist olsanız!

Sonuç olarak Ruşen Çakır ve ekibinin İslam, dindarlık ve Müslümanlar üzerinde kurguladığı haberlerden sıkıldık artık. Kendisini tekrarlayan haberler yerine yukarıda haberi okuyanların da yorumlarında görüldüğü gibi farklı alanlarda daha gerçekçi hikâyeler var.  Belki kendi mahallesinden tepki alabilir ama sol, laik, seküler, Kemalist kesimlerden bolca malzeme var. Örneğin 1 Mayıs’ta eskiden solcu, alevi ya da ateistken namaza başlayan, oruç tutan birilerinin haberini yapabilirler.5 Yukarıdaki hikâyelerden günümüzde çokça izlenen, psikologların kaleme aldığı, gerçek hayatlardan esinlenen dizilerden biri için senaryo çıkar mı bilmiyoruz ama bildiğimiz, Çakır ve ekibinin içlerinde kin, hikâyedeki kızların ise ne çok acı biriktirmiş oldukları…

 

[1] Sema Kızılarslan –  Medyascope - 04.05.2020-   https://medyascope.tv/2020/05/04/ramazan-ayini-koronavirus-karantinasinda-muhafazakar-aileleriyle-geciren-kadinlar-anlatiyor-oruc-tutmak-istemiyorum-ama/

[2]Sema Kızılarslan –  Medyascope - 28.04.2021-  https://medyascope.tv/2021/04/28/ramazan-ayini-koronavirus-karantinasinda-muhafazakar-aileleriyle-geciren-kadinlar-anlatiyor-2-iftar-ve-sahur-disinda-yemek-yemiyorum-su-icmek-icin-elimi-yuzumu-yikiyorum-yikarken-iciyorum/

[3] Yahya Fırat – Haksöz Haber – 26.09.2020 - https://www.haksozhaber.net/rusen-cakirin-medyascopeu-asparagas-islamcilik-hikayeleri-yazmaya-devam-ediyor-134615h.htm

[4] https://twitter.com/Medyascopetv/status/1387413025834086404

[5] Bu yazı Ruşen Çakır’ın hoşuna gitmeye bilir. Ancak eleştiriye kendiside açık olmalı. Yıllar önce yaptığı bir haberin altına yazdığım yorumdan (küfür yada hakaret yoktu) dolayı beni engellediği için şimdi tepkisini nasıl dışa vurabilecek bilmiyorum. İnsan hemşerisine yapmaz bunu. Bir Türkiye klasiği olarak düşünce özgürlüğü ve fikir beyanı konusunda eleştirilerimizin haklı zeminde olması için öncelikle kendimizi dönüp bakmalıyız.

 

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum