1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Zorlu Öğretim Yılında Başörtüsü Zulmü ve Tavır

Zorlu Öğretim Yılında Başörtüsü Zulmü ve Tavır

Eylül 1998A+A-

Üniversitelerde geçtiğimiz öğretim dönemi, başörtüsü mücadelesi ile noktalanmıştı. 98-99 Öğretim Dönemi'nin de başörtüsü mücadelesiyle start alacağını söylemek, malumu ilamdan öteye gitmeyecektir. Bilindiği gibi, geçtiğimiz dönem sonunda başörtüsü yasağına karşı başlatılan mücadele sürecinde aktif olarak yer almış öğrenciler hakkında soruşturmalar açılmış; bu öğrencilerin bir kısmı okullarından atılırken, bir kısmı da başta 'uzaklaştırma' olmak üzere değişik disiplin cezalarına çarptırılmışlardı.

Başıaçık Fotoğraf Dayatmasıyla Saldırı Başlayacak

Başörtüsü yasakçıları, yeni öğretim dönemine daha hazırlıklı, "yasal" dayanaklarla mücehhez olarak ve daha pervasız uygulamalarla başlamayı planlıyorlar. Kayıtlar esnasında başıaçık fotoğraf dayatmasını geçmiş yıllara nispetle çok daha yaygın ve sıkı bir şekilde uygulayacaklarını yaptıkları açıklamalarla duyuran yasakçılar, her kayıt bürosunda BÇG'nin sivil uzantısı sayılabilecek olan Başbakanlığa bağlı çalışma grubundan bir elemanın görevlendirileceğini de belirterek, olaya ne kadar önem verdiklerini ortaya koyuyorlar. Üniversiteye, zorlu bir hazırlık döneminin ardından binbir umutla gelmiş olan başörtülü genç kızların, daha işin başında tabir caizse "burnunu sürtmek" anlamını taşıyan bu dayatma, hayatı bir bütün halinde, mücadele perspektifiyle kavramaya aday olan genç dimağlarda bir yıkım ve teslim olmuşluk psikolojisi yaratmayı hedefliyor.

Lise yıllarında ya da üniversite hazırlık döneminde başörtüsünü bir kimliğin ifadesi olarak benimsemiş; kabullendiği ve geliştirme yönünde çaba sarfettiği dünya görüşünün, inancının bir izdüşümü olarak sahiplenmiş; laf arasına sıkıştırılan "bir metrelik bez parçası" olmanın çok ötesinde değerler yüklü olan örtüsünü, tarifi imkansız bir onurla bedenine yüklemiş olan genç kızlar için çok çetin bir sınanma dönemi...

Peki yalnızca kızlar için mi bu sınanma?.. Bu sinir harbinin, bu psikolojik kuşatmanın ön saflarına, müslüman erkeklerden yalnızca kafalarının dışındakiyle ayrıştıkları için mi sürüle­cekler?.. Egemenler, kafaların içini de gösteren fotoğraf talep ettiğinde, erkekler için "onlar da okumayıversinler canım" türünden cümleler kurmak, yine bu kadar kolay olabilecek midir?..

Hayır; bu sınanma, yalnızca kızları ilgilendirmiyor. Kabul etsek de, etmesek de cinsiyet ayırt etmeyen bu savaşı birlikte göğüslemek; egemen iradenin taktiğini kestirmeciliğe, kolaycılığa, gamsızlığa prim vermeden karşılamak yükümlülüğündeyiz. Hiçbir grup, hiçbir cemaat, hiçbir ekol bu yükümlülükten âzâde değildir. "Bayanlara yönelik faaliyet alanı olmaması" gibi bir mazeret ileri sürmek, böylesi bir dönemde yakışıksız ve sahiplenilmeyecek bir tavır olarak mahkûm edilmelidir.

"Dönmek" Ya da "Kalmak" Hiç Kolay Değil!

Anadolu'nun ücra bir köşesindeki bilmem kaç haneli ortamdan, İslami bilincini geliştireceği yeni ve diri bir ortama, sosyalliğin ve mücadelenin had safhada olacağı dinamik bir çevreye taşınmayı da içeren üniversite hayalinin, daha kayıtlar esnasında talep edilen başıaçık fotoğraf dayatmasıyla kötü bir kâbusa dönüşmesi, yüzeysel yaklaşımlarla içinden çıkmanın hayli zor olduğu, müspet ya da menfi fetvalar üretmenin hiç de basit olmadığı bir durumdur. Aslında bu, İslami uyanış sürecinin sorunlarından bağımsız düşünülmemesi gereken ve belki tam da bu sorunlarla kökdeşlik arzeden bir durumdur. Varlığını İslami mücadele potasında eritmek talebiyle bir yöneliş içerisinde olan insanları, kurumsallaşamamanın ya da yanlış/sapkın kurumsallaşmanın getirip dayadığı sorunlar nedeniyle yüzüstü bırakmak, hepimizin ayıbı olacaktır. Bu sorunları masaya yatırıp tartışmak yerine görmezden gelmeyi yeğlemek, kimsenin hanesine puan kazandırmayacağı gibi, varolan puanları da heba ettirecektir.

Kayıtlarda başıaçık fotoğraf dayatmasıyla karşılaşmak, sonrasında okullara girememek, direndiği için okullardan atılmak, iş bulamamak, zorlukla bulduğu ("İslamcı" kurumlardaki) işini kaybetmemek için horlanmaya ve düşük maaşa mahkûm olmak; evet bütün bunlar "geri dönmeyi", "küsmeyi", "vazgeçmeyi" ya da "âtıl beklemeyi" değil; ayakta kalıp direnmeyi gerektirmelidir. Direnişimiz, kimliğimizi cahiliyyeden arındırma andı olmalıdır.

Zulüm, bizi ve çevremizi kaplayabilir; bazı kere de zulmün kucağına düşebiliriz. İsteyerek veya istemeyerek... Ama düzenin dayatmaları bizi zor durumlara, pratikte çözümleyemeyeceğimiz çaresizliklere düşürse de, düşkünlüğümüz andımızı unutacak boşluklara, boş vermişliklere sürüklememelidir bizi. Tevhid ve adaletin ikâme edileceği toplumsal bir yapıya kavuşana kadar, sömürü ve şirkin dayatmalarından kurtulmamız mümkün olmayacaktır. Önemli olan, bu dayatmaları hemen kırabilmek değil, bu dayatmaları kırabilecek bir kimlik ve mücadele hattı oluşturabilme iradesini kuşanmak, güç ve emeklerimizi irtibatlandırabilmektir.

Yaşadığımız düşkünlükleri meşrulaştırmak için kimse kimseden fetva istememelidir. Liberal ekonomi pazarında faaliyet göstermek, ülkede yaşanan kirli savaşta rol almaya zorlanmak, karma sistemde eğitim görmek, mezuniyetlerde diploma alırken veya başka kurumlarda inanmadığı ilke ve düşünceler adına yemine zorlanmak, üniversite kayıtlarında başörtüsüz fotoğraf verip vermemek vb. konularda her temyiz gücüne sahip müslümanın tâbi olması gereken ölçü hududullahtır. Rabbani ölçü ve sınırları korumak ise, bireysel değil, ancak topyekün bir mücadele ile imkanlıdır. Toplu şahitliği oluşturamayan ve vasat bir ümmetin diriliğini taşıyamayan bir çevrede haramlara bulaşmış ölçüsüzlüklerden kaçınmak çok kolay değil. Önemli olan, yanlışlıkları sıralamak ve yanlışta ısrar etmek yerine, bunların kaynağını kurutacak bilinç ve çabalar peşinde olmaktır. Mücadeleyi Allah'ın hudutlarını koruyan bir öncelikle yükseltebilmek, tabii ki en temel arzu ve tavrımız olmalıdır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR