1. YAZARLAR

  2. Tahir Eşkil

  3. Türkiye, Taliban’la İlişki Kurmada Geç Kalmamalıdır

Türkiye, Taliban’la İlişki Kurmada Geç Kalmamalıdır

Eylül 2021A+A-

İçinde bulunduğumuz günlerde Afganistan, dünyada olduğu gibi Türkiye kamuoyunun da başlıca gündem maddesi oldu. İşgalci ABD ve NATO askerî güçleri Taliban direnişi karşısında Afganistan’ı terk etmek durumunda kalırken hareket liderlerinin yaptığı açıklamalar ve kimi ülkelerin Taliban yönetimi ile muhtemel ilişkilerine dair beyanları ilgiyle takip ediliyor. Tüm bu gelişmeler karşısında çok farklı yaklaşımlar, iddialar ve hatta propaganda mahiyetinde yalan içerikli argümanlar dolaşıma sokuldu. On yıllardır işgalci güçlerin küresel medya imkânlarıyla Taliban aleyhine yürüttükleri kara propagandanın kitlelerin zihinlerine nasıl işlemiş olduğuna da tanıklık ediyoruz. Bahse konu analizlerde korku, göç, şeriat, kadın, özgürlük, demokrasi, terörizm kavramlarının onlarca yıl süren işgal olgusunu ve sonuçlarını nasıl perdelediğine de şahit oluyoruz. Dolayısıyla işgalin yol açtığı katliamlar, acılar, Guantanamolar, işkenceler, tecavüzler, yoksulluklar, protez kol bacaklar sanki Afgan toplumunun makus talihi imiş gibi es geçilmekte. Bu çerçevede bir süredir Afganistan’da bulunan Tahir Eşkil hocamıza birtakım sorular yönelttik. Cevap verme nezaketinde bulunduğu için kendisine teşekkür ederiz.

TAHİR EŞKİL KİMDİR?

Tahir Eşkil, 1973 Antakya doğumlu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Türkiye Maarif Vakfı ile 2019 Ekim’de Afganistan’a görevlendirildi. Aralık 2019’dan itibaren Kabil Erkek Lisesi müdürü olarak görev yapıyor. Ağustos 2021 itibariyle Afganistan’dan tahliye edilen personeller arasında bulunmakta. Anadili Arapçanın yanında Farsça da konuşabilmekte.

RÖPORTAJ: Bülent Gökgöz

- Öncesinde gelinen durumu sağlıklı analiz edebilmek açısından Afgan toplumunun sosyolojisi; özellikle gündelik hayatın temel dayanaklarından İslam anlayışları, aşiret yapıları ve örfleri hakkında neler söyleyebilirsiniz? Eğitim ve medreselerin yeri nedir?

Afganistan halkı savaştan, çatışmadan, patlamalardan yılmış ve bıkmış durumda. “Coğrafya kederdir”, “Afganistan Figanistan”, “Afganistan Harabistan” tanımlamaları bizzat oradaki Afgan kökenli öğretmenlere aittir. Kırk yılı aşkın süredir yaşanan işgal ve iç savaş vaziyeti insanları yıldırmış, yormuş ve bedbin bir ruh haline bürümüştür. Ancak her şeye rağmen yaşamaya, direnmeye ve mücadele etmeye devam eden bir halk, Afganlılar. Sevdiğine inanan, inandığına sahip çıkan bir halk.

Afganistan halkı son derece geleneksel, örf ve adetlerinde hayli muhafazakâr bir toplum. Zengin fakir fark etmez örf ve adetlerinde son derece tutucudurlar. Misafirperver, cömert ve samimidirler. Misafirlerini hanelerinde ağırlamaktan çok mutlu olurlar. Bir Afgan aileye misafir olduğunuzda o sıcaklığı, samimiyeti, cömertliği, hürmet ve muhabbeti fazlasıyla görürsünüz.

Afgan halkı geleneksel Sünni-Hanefi mezhebini benimsemiştir. İslam’ın günlük hayattaki ibadet ve adab-ı muaşeret kurallarına fazlasıyla riayet ederler. Her zaman ve her yerde bireysel ve cemaatle namaz ibadeti son derece yaygındır. Topluma öncülük eden imamlar, âlimler, mollalar mevcuttur. Toplum tarafından muteber kabul edilirler. Son derece dindardırlar.

Taliban döneminde cemaatle namaz zorunlu, kadın tek başına seyahat edemez, yanında mutlaka mahremi olmalı şeklinde uygulamaları olmuş ve yeni dönemde de bu şekilde talimatları/icraatları olduğu kulağımıza geldi.

Toplum geleneksel şekilde İslam’ı yaşadığı için ayrıca şeriat yönetimi şeklinde bir arayışı yok gibi ancak şeriatı uygulayanlardan razı olmadığını ifade edenlerin varlığını da çokça işitiyoruz. Korku ve çekimserlikten rahat konuşamadıklarına şahit oldum.

Afgan toplumunun bileşenleri Peştun, Tacik, Özbek, Türkmen, Hazara, Paşayi vb. etnik gruplardan müteşekkildir. Milliyetçilik ve kavmiyetçilik duyguları çok belirleyici durumdadır. Farklı etnik gruplar arasında büyük anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Peştun Tacik’i, Tacik Özbek’i, Özbek Türkmen’i, Türkmen Hazara’yı, Hazaralar da kimseyi sevmez desek abartmış olmayız.

Milliyetçilik ve kavmiyetçiliğin bir ülkeyi ve coğrafyayı nasıl paramparça ettiğini görmek isteyen, Afganistan örneğine bakabilir.

Eğitim; devlet okulları, özel okullar, medreseler ve Türkiye’deki imam hatip liseleri muadili daru’l-ulum okulları şeklinde yapılanmıştır. Dar’ul ulum mezunları sadece ilahiyat (şeriat) fakültelerine gidebilir ve hâkim (kadı) veya âlim olarak devletin değişik kademelerinde istihdam edilirler. Türkiye’de üniversite seçme sınavlarına karşılık gelen Konkur sınavı vardır, bu sınavla ülkedeki üniversitelere yerleştirmeler yapılır. Ülke iklim şartları gereği kuzey-güney diye ikiye ayrılmış, soğuk bölgelerde ve sıcak bölgelerde okulların açılış ve kapanış tarihleri farklıdır.

Taliban medreselerinde Hanefi fıkhı okutulmakta ve günlük hayatta Hanefi fıkhı tatbik edilmektedir. Mezhep değişikliği de pek sıcak karşılanmamaktadır. Medreselerde 8 yıl, 12 yıl ve 16 yıl eğitim sürebilmekte. Medreselerde tamamıyla Hanefi fıkıh usulü ve müfredatı takip ediliyor.

Afganistan’da güncel ve gerçekçi eğitim verilerine, istatistiklerine ulaşmak neredeyse imkânsız gibi. Göç olgusunun dinamik olduğu, ölen ve yitenin yoğun olduğu bir yerde sağlam veriye sahip olmak çok zor. Okul kaydı esnasında bu eksikliklere çok şahit oldum.

Peştun bölgesinde eğitim dili Peştunca diğer bölgelerde Darice, yani Farsçadır. Afgan toplumu çok dilli bir toplumdur. Bu durum Afganistan’da eğitime ister istemez farklı bir hava katmaktadır. Devlet kademesinde görevli insanlar ve varlıklı insanlar eğitime önem veriyor ve çocuklarını özel okullara gönderiyorlar, dil öğrenmeleri için onları teşvik ediyorlar.

Afgan halkının büyük bir kısmı eğitimi bir kurtuluş aracı ve Afganistan’dan çıkış bileti olarak görmekte. Donanımlı birçok genç bu yolla ABD’ye, Avrupa’ya, Hindistan’a, İran’a ve Türkiye’ye iltica etmekte.

- Afgan toplumunun tarihsel hafızasında; öncesinde Sovyet işgali sonrasında ABD ve NATO öncülüğündeki işgal neyi ifade ediyor? Yabancı bir ülkenin askerî varlığı toplumda nasıl algılanmakta?

Afgan halkı için işgal; kan, yıkım, zulüm, gözyaşı ve ölüm demektir. İşgaller ve beraberinde getirdiği iç savaşlar, ayrışmalar ardında milyonlarca yetim ve yüz binlerce dul kadın bıraktı. Bu da topluma sosyal tıkanıklık, kahır ve hüzün getirmiştir. Trajik, dramatik hikâyelerle sonuçlanan olayların yaşanmasına sebep olmuştur.

Yetimhanelerdeki manzaralar, acıklı ve yarım kalmış aile hikâyeleri maalesef bir insan yüreğinin kaldırabileceği türden şeyler değildir. Oradaki sessiz feryatlar, figanlar, iniltiler gözü kulağı olana en dokunaklı hikâyeden daha tesirli acıları fısıldar. Orada insan insanlığından utanır. İnsanın ne kadar zalim ve cahil olduğu bir kez daha tescillenir.

Afganistan’da ilkokul 2. sınıf kitabında mayın ve çeşitlerinin anlatıldığı bir konu olduğu gibi aynı kitapta Cemaleddin Afgani’ye de yer verilir.

Yine bahse konu kitapta bir elini kaybeden bir çocuğun hikâyesi de anlatılıyor; okula ve işe gidemediği için üzülen bir çocuğun hikâyesi... Hikâyede diğer bir kişi iki eli ve ayağı olmayanları düşünmesini isteyerek çocuğu teselli etmektedir. Böylece bu şekilde hayata tutunmak salık verilir. Bir el ve ayak ile iktifa etmek çok ağır bir travma ama yaşamaya ve mücadeleye devam etme iradesi sürekli işlenen temalar arasında. Afgan halkı savaşa, bombardımana, sıcağa ve soğuğa karşı inanılması zor derecede mukavimdir.

Afgan halkı işgale asla razı olmaz, son neferi can verene kadar savaşmaktan da geri durmaz bir halktır. Mücadele ederken zamanı boldur, savaşırken sabrı ölülerden daha fazladır.

Bu birbirleri ile mücadele ederken de böyledir. Kavgada ve savaşta şefkatten ve merhametten eser yoktur. Kavmî ve grupsal kavgalarda haklı-haksız, doğru-yanlış sorgulanmaz; sınıfça, grupça kavgaya girişilecekse akılla hareket etmezler, tepkiseldirler. İki yıldır müdürlük yaptığım Kabil Erkek Lisesinde öğrenciler arasında müşahede ettiğim durum böyledir. Çocuklar, büyüklerin kopyasıdır.

- Afgan toplumunda kadına bakış ve kadının sosyal hayat içerisindeki yeri hakkında neler söylenebilir? Taliban’ın kadın konusunda ortaya koyduğu yaklaşımlar bir dayatma olarak mı yoksa yüzyıllar içerisinde miras alınan örfün bir devamı niteliğinde mi değerlendirilmeli?

Afganistan’da kadın sosyal hayatta kısmen vardır. Şehirde, devlet dairelerinde, okullarda ve çalışma hayatında kendine yer bulmuştur. Kadının anne ve eş vasfı diğer vasıflarına göre daha baskındır. Taliban’ın kadın konusundaki tavrında İslam’ı yorumlama anlayışı ve örf-adet iç içe geçmiştir. Taliban hareketinin 1996-2001 yılları arasındaki tasarrufu ile 2021 yılındaki açıklama ve tutumları farklılık arz etmektedir. Yeni dönemdeki açıklamalara bakarsak ılımlı bir tavır sergileyeceği görülmektedir.

Afganistan’da kadınlar, sosyal hayatta ve iş hayatında var olmak istiyorlar. Taliban’ın önceki iktidar deneyiminde uyguladığı peçe ve burka dayatması, çarşı pazarda tek başlarına dolaşmasına müsaade etmemesi kadınları tedirgin ediyor. Oysa kadınlar geleneksel olarak zaten inançlarına ve örflerine uygun tesettürlüler, sadece modern hayat tarzını benimseyen kadınlar şal takıyorlar. Ayrıca Afgan toplumunda Taliban mevzusunun öncesinde zaten geleneksel ve örf yönünden kadın konusunda İslami açıdan kimi sıkıntılar mevcuttur. Evlilikte başlık parası erkeklerin en ciddi sorunudur. Şahit olduğum bir nikâhta 2.000.000 Afgani (yaklaşık 25.000 dolar) ile başlayan pazarlıklar, 600.000 Afgani ile sonuçlandı. (Afgani, Afganistan para birimidir.) Nikâhtaki kalabalık heyette âlimler de vardı ancak icra edilen işin İslam’a uygunluğu hiç sorgulanmıyor. Bir eşya satılır gibi pazarlık yapılıyordu. Şahsen yapılan eylemin/amelin o şeklinden incindim. Sonda nikâh duası yapılıyor ve tören bitiyor. Örf ve gelenek, İslami nikâh akdinde rahatlıkla birlikte icra ediliyor.

Başlık parası Afganistan’da ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Göç eden erkeklerin bir kısmı, o parayı kazanmak için çalışmaya gidenlerden oluşmakta.

Evlilikler konusunda diğer bir sorun da kavimler arası evliliklerin az olmasıdır. Bir Türkmen personelimle konuşurken “Özbeklere kız vermez misiniz?” diye sorduğumda, aldığım cevapla irkildim. “Hocam, onurumuz ne olacak?” dedi. Varın siz düşünün asabiyetin ne kadar koyu olduğunu.

Taliban’ın kadın konusundaki tutumunun nasıl olacağı, uygulamada değişiklik yapıp yapmayacağı konusunda emin olmamakla birlikte tereddütlerimin var olduğunu ifade etmek durumundayım. Katı uygulamalar yapacağı hissini de uyandırıyor.

Bekleyelim görelim, yargıda bulunmak için erken.

- Afganistan’a dair değerlendirmelerin kahir ekseriyetinde ön plana çıkan vurgular; ulus devlet kalıplarına sığ(dırıla)mayan coğrafyanın “medenileşememişliği” üzerine odaklanmakta. Ulus devlet ve modern paradigmaya ait kavramların mutlak alındığı oryantalist analizlerin vardığı sonuçlar, “ilkel” bir coğrafyadan çıkan “ilkel” bir hareket olarak Taliban’ı işaretlemekte. Bu vesile ile Batı dünyasının işgali/müdahalesi özgürlüklere ve medenileşmeye katkı olarak sunulurken, direnç gösteren her hareket de terörist olarak yaftalanmakta. Hegemonik güçlerin kavramlar üzerindeki sihirbazlığını da göz önünde bulundurarak Afgan toplumunda yönetim şekline dair örf ve tarihsel tecrübeler nelerdir? Sözgelimi ulus devlet, demokrasi, cumhuriyet vb. modern kavramların toplumsal karşılıkları nelerdir? Hem geçmişten alınan miras hem de bugünün coğrafyası açısından ele alırsak neler söyleyebilirsiniz?

Ulus devlet kavramı Afganistan için yok edici, parçalayıcı bir kavramdır. Demokrasi ve cumhuriyet gibi kavramlar o coğrafya ve toplumun ne cismine ne de ruhuna uymaz. Hiçbir toplumsal karşılığı yoktur. Afganistan’ın mevcut durumu göz önüne alınırsa o coğrafyada başarılı olacak yönetim şekli “merhametli ve adil diktatörlük”tür. “Merhametli ve adil diktatörlük” kavramından kastımız güçlü, adil, merhametli otoriter bir yönetici. Adalet, kuvvet ve merhamet dengesini iyi kuran yönetim. Dağınık bir yönetim şeklinin Afganistan’da başarılı olma şansı yoktur. O coğrafyada yönetimin iyi olması, etkili olması, adil olması yetmez aynı zamanda güçlü, zorlayıcı ve caydırıcı bir gücü de olmalıdır.

Afganistan tarihsel süreç içerisinde kimi zaman krallık, kimi zaman cumhuriyet bazen de işgal güçlerinin kukla hükümetleri, valileri tarafından yönetil(me)meye çalışılmıştır. Afganistan tarihi, yazılı olarak izleri bölgenin Ahameniş İmparatorluğu hâkimiyeti altında olduğu MÖ 500'lü yıllara kadar süren bir tarihtir fakat MÖ 3000 ile 2000 yılları arasında topraklarında ileri düzeyde kentleşmiş bir kültürün var olduğuna dair kanıtlar da bulunmakta. Büyük İskender ve ordusu, Gaugamela Savaşı'nda Pers İmparatorluğu'nu yenilgiye uğrattıktan sonra MÖ 330 yılında Afganistan'a ulaştı. Greko-Baktrialılar, Mauryalılar, Kabil Şahiler, Kuşanlar, Seferîler, Samanîler, Gazneliler, Gurlular, Timurlar, Babürler, Hotakîler ve Dürraniler dâhil birçok güçlü krallık, günümüz Afganistan topraklarında başkentler kurdular.

Coğrafya, Gaznelilerin, Selçukluların hâkimiyeti altında kalmış, İslam tarihi açısından önemli bir kültür ve medeniyet havzasıdır.

Son Afgan imparatorluğu olan Dürrani İmparatorluğu, 1747 yılında Ahmed Şah Dürrani'nin Peştun aşiretlerini birleştirmesiyle kuruldu. Zamanla Britanya ve Rusya imparatorlukları arasında bir tampon bölge konumuna gelen Afganistan, 1919'da Britanya kontrolünden göstermelik bağımsızlığını kazandı. Kısa süreli bir demokrasi denemesi, 1973'te darbe ve 1978'de komünist karşı darbesi ile sona erdi. Sovyetler Birliği, yönetimde kalmakta zorlanan Afgan komünist rejimini desteklemek için 1979 yılında uzun ve yıkıcı bir savaşı tetikleyerek ülkeyi işgal etti. SSCB, uluslararası güçlerin desteklediği anti-komünist mücahitler tarafından baskı altında kalınca 1989 yılında ülkeden geri çekildi. Bir dizi iç savaşın ardından Kâbil, 1996 yılında Taliban’ın kontrolüne geçti. Ülkedeki iç savaşı ve anarşiyi sona erdirmek için 1994 yılında ortaya çıkan Taliban, Pakistan tarafından desteklendi.

11 Eylül 2001'de New York'ta düzenlenen saldırıların ardından Usame bin Ladin'i sakladığı öne sürülen Taliban yönetimi, ABD ve müttefik devletler ile Taliban karşıtı Kuzey İttifakı tarafından düzenlenen askerî müdahale sonucunda devrildi. 2001'de Birleşmiş Milletler sponsorluğunda düzenlenen Bonn Konferansı, yeni bir anayasanın kabulü, 2004'te bir başkanlık seçimi ve 2005'te ulusal meclis seçimleri dâhil olmak üzere, ülkenin siyasi anlamda yeniden yapılanması için bir süreç oluşturdu. Hamid Karzai, 2004'te Afganistan'ın demokratik yollardan seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu. Afganistan Ulusal Meclisi, 2005'te açıldı. Karzai, 2009'da ikinci dönem için yeniden cumhurbaşkanı seçildi.

Gelinen noktada Eşref Gani hükümetinin ve savaş baronlarının mevcut yanlış uygulamaları ve politikaları sayesinde neredeyse ülkenin yarısına yakın bir kısmının tek kurşun atmadan Taliban’ın eline geçmiş olması, halkın Taliban’a müzahir olduğu düşüncesini güçlendirmektedir. Eski yönetimin rüşvet, yolsuzluk, çeteleşme vb. hastalıklarından halk bizar olduğundan Taliban’ın işi kolaylaşmıştır.

Halk, savaş ağalarına ve çetelerine haraç ve rüşvet ödemekten bıkmış, bunalmıştır. Can ve mal emniyetini sağlama durumu eklenince süreç daha hızlı ilerlemiştir. Halkın yegâne beklentisi savaşın bitmesi ve sulhun gelmesidir. Halk, rüşvet ve haraç ödemekten bitap düşmüştür. Özellikle devlet kademesinde maaşların düşük olması bu durumun ana sebeplerinden biridir.

Afgan halkının yönetime olan güveni sarsıldığından artık somut icraat görmeden itimat etmesi söz konusu olamaz. Halkın beklentisi bir an önce istikrarlı bir idarenin teşekkül etmesi ve hızlıca kaosun bitmesidir. Çünkü şu anki görüntü maalesef güven verici bir durum arz etmemektedir. İşgalin bitmesi ve yabancı güçlerin ülkeden çıkmış olması memnuniyet verici bir durum ama belirsizlik halkı hâlâ tedirgin etmekte ve yol, imkân bulan insanlar ülkeyi terk etmektedir. İşgalcilerin ülkeyi kaçarak terk etmesi işgal güçleri ile çalışanlar açısından tam bir hüsran olmuştur.

- En çok merak edilen hususlardan birisi de Taliban hareketinin iktidar sürecini nasıl yöneteceğidir? Örneğin geçmişteki katı, dar yahut tartışmalı dinî yorumlarını ve bu yorumlara dayalı politikalarını yakın geçmişte olduğu üzere yeniden bütün topluma dayatıp dayatmayacağı merak konusu.

Taliban’ın değişip değişmediği yahut ne kadar değiştiği yönünde bir yargıda bulunmak için henüz erken, icraatlarını takip etmek gerekiyor. Kamuoyuna deklare ettikleri açıklamaları olumlu yansıyor.

- Bu çerçevede hareketin kadın haklarına, kamu hayatına, özgürlüklere dair vurgu içeren açıklamalarını, geçmişte mücadele içerisinde olunan taraflara karşı deklare edilen barış ve sükûnet çağrılarını, genel af ilanlarını ve uluslararası ilişkilere yönelik açıklık çağrılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kamuoyu ile paylaştıkları ilk açıklamalara bakılırsa açıklamaların makul ve ılımlı olduğu görülmektedir ancak kesin bir fikir beyan etmek, erken konuşmak olur. Genel af ilanı Afganistan kamuoyunu rahatlatmış, ülkede sükûnetin tesisine katkı sağlamıştır ama bu uygulamalar henüz yeterli gelmemektedir. Çünkü hükümetin kurulmamış olması yeterince hazırlıklı olunmadığı kanısı uyandırmaktadır.

Geçmişte ortaya konulan yönetim tarzı ile uluslararası güçlerle iletişim kuramayacakları aşikâr. Bu sıkışmışlıktan çıkmak için her kesimle diyalog içerisinde olacaklarını beyan etmeleri, devlet yönetme ve uzun soluklu bir devlet idaresi mefkûresini taşıdıklarını göstermekte. Ülkenin yabancı işgalinden kurtarılmış olması önemli bir adım ama ülke içerisinde siyasi birliği sağlayabilmek çok kolay değil. Özellikle İran’ın Hazaralar üzerinde ve Pakistan’ın da Peştunlar (Taliban) üzerinde etkili ve müdahil olması, süreci kırılgan hale getiriyor.

- Çin, Rusya gibi küresel hegemonik güçler ile bölgesel güç olmaya çalışan İran’ın Taliban hareketi ile diyaloglarını, yönetimini tanıyacaklarına dair açıklamalarını nasıl değerlendirmek gerekir?

Bölgede hesabı ve planı olan ülkelerin Taliban dâhil siyasi ve iktisadi bir güç olacak her yapı ile irtibatta olmaları gerektiğinden; siyasi, iktisadi bir ilişki inşa etmek zorunluluğu bulunmaktadır. Görüşmekten, müzakere etmekten kaçınmamak gerekir. Nitekim ülke olarak mütereddit davranmak, ilişki kurmada geç kalmak trenin kaçmasına yol açabilir.

Bahsi geçen ülkelerin hızlı hareket etmeleri, can alıcı açıklamalar yapmaları o bölgede temerküz etmelerini kolaylaştırmakta. Türkiye, etnik bir bakış açısıyla hareket ederse bırakın bölgede nüfuz sahibi olmayı mevcut hareket alanını da kaybedebilir.

Türkiye bölgede insani, umut ve merhamet coğrafyası vasfını koruyarak hareket etmeli, bölgeye istihdam edeceği insan kaynaklarını bölgeyi, toplumu iyi bilen ve bununla birlikte ayrıştırıcı, ötekileştirici bir dil ve üslup kullanmayan vasıfta insanlar ile sahada sağlamaya çalışmalıdır.

İran’ın, Çin’in ve Rusya’nın “Taliban’ı tanıyabiliriz.” açıklamaları, ülke politikaları açısından doğru, tutarlı ve yerinde görünmektedir. Bu yaklaşım Taliban’ın da işine gelmekte ve uluslararası meşruiyet sorununu bu vesileyle aşmaya çalışmakta.

- Genelde Afgan toplumunun özelde ise Taliban hareketinin Türkiye’ye bakışı nasıl? Geçtiğimiz günlerde Taliban sözcülerinden Suheyl Şahin, “En çok Türkiye’ye ihtiyacımız var.” açıklamasında bulundu. Türkiye, Afganistan ve Taliban’a karşı nasıl bir tutum ve ilgi içerisinde olmalı?

Afgan toplumunun Türkiye’ye bakışı çok iyi. Çok büyük bir muhabbet ve alakaları var. Taliban da olumlu açıklamalarda bulundu. Türkiye de uzatılan eli havada bırakmamalı, kibirli olmadan, üst perdeden konuşmadan meseleye yaklaşmalı. Emperyal bir düşünce ile hareket etmemelidir.

Türkiye’nin yaklaşımı insani, samimi, kuşatıcı ve birleştirici bir düşünce ve tutumla uyumlu olmalıdır.

- Taliban hareketini ve iktidarını bekleyen muhtemel riskler nelerdir? Bu riskleri aşabilecek tecrübe ve birikime sahip oldukları söylenebilir mi?

Küresel riskler, bölgesel riskler, iç savaş riskleri ile karşı karşıya kalma ihtimali vardır.

Rusya, Çin, ABD’nin bölge üzerinde hâkimiyet hesapları ve yer altı/üstü kaynaklarına sahip olma ve işletme hesapları, küresel riskleri oluşturmaktadır. İran ve Pakistan’ın ülke üzerindeki hesapları bölgesel riskleri oluşturmaktadır. Afganistan toplumunun çok farklı gruplardan oluşuyor olması ise iç savaş potansiyeli taşıdığını göstermektedir. Taliban hareketinin bu riskleri aşabilecek tecrübe ve birikime sahip olup olmadığını zaman gösterecek. Ama işlerinin hayli zor olacağı muhakkak.

- Gerek dünya gerekse Türkiye kamuoyundaki Afganistan ve özellikle Taliban değerlendirmeleri konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Taliban konusunda ister dünya ister Türkiye kamuoyu olsun küresel güçlerin oluşturmuş olduğu algı ve dezenformasyon sebebiyle önyargılı bir değerlendirme yapılmaktadır. Taliban=Müslüman=terörist imajı oluşturma çalışmaları Batı üzerinde başarılı olmuş durumda. Türkiye kamuoyu da bu propagandanın tesirinde kalmakta, bununla birlikte ulusalcılığın baskınlığı ile birlikte öcü, terörist, kol-kafa kesen bir hareketmiş gibi tanımlanmakta Taliban hareketi.

- Son olarak Afganistan’daki gelişmeler, Türkiye Müslümanlarına ve İslami camialara ne gibi sorumluluklar yüklemektedir? Asya’nın kalbi Afganistan küresel güçlerin oyun alanı durumundadır. Afgan halkı masum ve mağdur (savaş ağaları hariç) bir şekilde “Coğrafya kederdir/kaderdir”i yaşıyor adeta. Bir insan ve Müslüman olarak, müminin infak ve ihsan ahlakı ile kuşanarak, algılardan, dayatmalardan uzak kalarak şefkat, merhamet, umut coğrafyası anlayışına sahip olmalıyız. Kimin ne dediği yahut ne diyeceğinden ziyade Müslüman hassasiyetiyle, zarafetiyle; incitmeden, kırmadan kardeşçe bir yaklaşım içerisinde olmalıyız.

Önyargıdan uzak, dinleyerek, anlayarak bir duruş sergilenmelidir. Çünkü Afganistan nice acılarla yoğrulmuş, nice hüzün hikâyeleri barındırmaktadır. Ancak başka insanların acılarını hissedebilir ve iyileştirmeye çabalarsak insan ve Müslüman kalabiliriz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR