1. YAZARLAR

  2. Hasip Yokuş

  3. Suriye Direnişiyle Dayanışmak Sorumluluğumuzdur!

Suriye Direnişiyle Dayanışmak Sorumluluğumuzdur!

Eylül 2013A+A-

Ortadoğu İntifadaları başladığında ortalıkta dolaşan bilgi kirliliği ve spekülatif söylemlere rağmen Özgür-Der olarak hiç tereddüt göstermeden bu süreçleri destekledik. Elbette bizler açısından henüz netleşmemiş ve açıklığa kavuşmamış bazı hususlar vardı. Ancak bildiğimiz ve emin olduğumuz gerçek şuydu ki; İslam coğrafyasında yıllardır temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan, kendi halklarına rahat yüzü göstermemiş, zalim, despotik ve totaliter rejimler iktidarı gasp etmişlerdi.

Sınırları masa başında ve cetvelle çizilen İslam coğrafyasında eş zamanlı olarak işbaşına ge(tiri)len bu yöneticilerin son yüzyılın neredeyse tamamı boyunca, baskıcı ve totaliter özelliklerine ilaveten yönettikleri halkın temel değerleriyle çatışma ve çelişki içerisinde olmaları tesadüflerle izah edilemezdi. Bu yönetimlerin temel paradigması ise laik, Batı yanlısı ve ulusalcı bir anlayışa dayanmasıydı. İslam coğrafyasının Müslüman halkları baskıcı ve despotik yöntemlerle ve bu yöneticilerin eliyle söz konusu paradigma doğrultusunda dönüştürülmeye çalışıldı.

Bu deli gömleğinin bu coğrafya halklarına zorla giydirilmeye çalışılması elbette kolay olmayacaktı. Baskı, inkâr ve asimilasyon politikaları neticesinde çok ciddi acılar ve trajediler yaşandı. Bugün artık iflas ettiği anlaşılan despotik politikaların bedellerini sadece ama sadece bu mazlum halklar ödedi.

Halkın dinine, diline, kültürüne, örf ve adetlerine yabancı/düşman olan despotik/totaliter yöneticiler hiçbir zaman halk nezdinde bir sempatiye veya meşruiyete sahip olamadılar. Halk bu yöneticilere her zaman şüpheyle, kin ve nefretle baktı. Yöneticiler de zaten gücünü halktan değil, kirli ittifaklarla elde ettikleri devletin baskı aygıtlarından aldılar. Bir yandan çaresiz ve öfkeli bir halk, diğer taraftan da devletin baskı aygıtlarına arkasını yaslayan zalim, baskıcı, despotik yönetimler. Birbirine güvenmeyen bu iki kesim arasındaki ilişkiler, Tunus’ta Muhammed Buazizi’nin kendisini yakmasıyla apayrı bir seyir izlemeye başladı. Sokaklara taşan halk seli karşısında devletin baskı aygıtları işe yaramadı. Tunus’ta başlayan halk devrimi Libya ve Mısır’a da sıçradı. Halk devrimlerinin domino etkisi yaratarak Suriye, Suud, Yemen, BAE gibi diğer despotik ülkelere de yansıyacağını tahmin etmek zor olmadı. Nitekim kısa bir süre sonra Suriye’de de insanlar özgürlük talebiyle sokaklara çıkmaya başladı. Ancak diğer ülkelerde çok daha kısa sürede ve daha az bedeller ödenerek devrimler gerçekleşirken, Rusya ve İran’ın Esed rejimi lehine devreye girmesiyle Suriye’deki süreç uzamaya başladı. Süreç uzadıkça yaşanan dramlar da çoğaldı.

Hayatını kaybeden insan sayısı kısa sürede on binleri buldu. Keza yurdundan muhacir olmuş insan sayısı ise yüzbinleri geçmeye başladı. Zaten fakir bir ülke olan Suriye’de savaş koşulları gündelik hayatı da olumsuz anlamda etkileyerek, açlık, yoksulluk ve sefalet görüntülerinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Hemen yanı başımızda gerçekleşen bu tablo karşısında sessiz kalamazdık. Suni sınırlarla birbirimizden ayrılsak da bu insanlar bizim kardeşimizdi. Bizim için Nusaybin ile Kamışlı’nın, Akçakale ile Tel Abyad’ın, Antep ile Halep’in hiçbir farkı yoktu. Nihayet Özgür-Der olarak bu zor zamanlarında kardeşlerimizin yanında olmak ve dertlerine bir nebze olsun derman olmak maksadıyla “Özgür-Der Suriyeli Muhacirlere Yardım Komisyonu”nu kurduk. Yaklaşık 1,5 yıllık geçmişi olan bu yardım çalışmamızda Suriyeli kardeşlerimize ilaç, gıda ve giyim gibi temel ihtiyaç maddelerini hiçbir bölge ayrımı yapmadan ulaştırmaya çalıştık. Yardım çalışmalarımızın hiçbir gizli-saklı yönü yoktu. Alenen hatta teşvik edici olsun diye imkânlar ölçüsünde tüm enformasyon araçlarından kendimiz duyurduk. Yardım çalışmalarımızın mahiyeti halen haber sitelerinde mahfuzdur. Yardım çalışmalarımız sırasında hiçbir olumsuz tepkiyle de karşılaşmadık. Dahası BDP’nin kimi belediyelerinden işbirliği teklifleri dahi geldi. İlkesel duruşumuzun bir gereği olarak, esasında Suriye’de Kürtlerin yaşadığı bölgeler savaş koşullarından daha az etkilenmesine rağmen tüm bölgelere eşit şekilde dağıtmak koşuluyla bu işbirliğini memnuniyetle kabul edeceğimizi kendilerine ilettik. Neticede maalesef böyle bir işbirliği gerçekleşmedi. Bizler de Özgür-Der olarak yardım çalışmalarına devam ettik.

İki buçuk yılını geride bırakmak üzere olan Suriye İntifadası süresince Rojava bölgesinde PYD ile diğer muhalif gruplar arasında zaman zaman bazı sürtüşmeler ve ufak çaplı çatışmalar olsa da genel olarak bir sulh ortamı hâkimdi. Ancak son günlerde Rojava bölgesinde PYD ile diğer muhalif gruplar arasında çatışmalar şiddetlenince “Rojava’da katliam” söylemleri sosyal medya üzerinden yayımlanan kimi görüntüler eşliğinde hızla yayılmaya başladı. Örneğin BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Twitter hesabından “Kürt ve Alevi çocukları katlediliyor, sessiz kalmayın!” çağrısı yaparak işin içerisine Alevileri de dâhil etti. Oysa Rojava bölgesinde Alevilerin yaşamadığını kendisi de çok iyi biliyordu. Servis ettiği fotoğraf ise 5 Mayıs 2013 tarihinde Esed ve Mihraç Ural’ın ekibinin de yer aldığı Şebbihaları tarafından Banyas’ta gerçekleştirilen katliam görüntüleriydi.  Aynı zamanda sinemacı da olan Önder, belli ki daha evvel Taksim’de yaptığı gibi yeni bir film çeviriyordu. Öyle ki; Doğan medyası, Kemalistler, Türk solu ve ulusalcı çevreler; Kürtlere yönelik birçok katliamın, faili malum cinayetlerin, inkâr ve asimilasyon politikalarının direkt veya dolaylı müsebbipleri değilmiş gibi bu koroya katıldı. Bu kesimlere şu soruyu sormak lazım: Dersim’de, Zilan’da, Halepçe’de işlenen katliamlar karşısında nasıl bir duruş sergilediniz? Kürt köyleri yakılırken, binlerce insan yerinden yurdundan muhacir edilirken, sokak ortalarında insanlar faili malum cinayetlerle katledilirken neredeydiniz? Şu an bile TC’nin tektipleştirici, asimile edici, inkârcı, faşizan, Kemalist uygulamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

İnsani bir kaygı taşımadıkları ve sadece provokasyon amacıyla ortaya çıkan mevcut tabloyu kendi kirli hesapları için değerlendirmek isteyen bu çevrelerin aynı zamanda şu soruları da cevaplaması gerekir: Üç yıldır Suriye’de Esed rejimi tarafından varil bombalarıyla, İran ve Rusya’nın temin ettiği tahrip gücü yüksek balistik silahlarla şehir ve kasabalar harabeye çevrildi. Katledilen insan sayısı (önemli bir kısmı sivil, kadın ve çocuk olmak üzere) 100 bini geçti. Kolu veya bacağı kopmuş, ağır yanık on binlerce yaralı var. Milyonlarca insan muhacir durumuna düşmüş. Böylesine bir katliamı gerçekleştiren Esed ve Şebbihalarına karşı bugüne kadar hangi tepkiyi gösterdiniz?

PKK’ye yakın olduğu bilinen medya işi bir adım daha ileriye taşıyarak Suriye’ye insani yardım çalışmaları yürüten kurumları, hassaten de Özgür-Der’i hedef gösterdi. Nitekim bu hedef gösterme ve ajitasyon neticesinde Özgür-Der Van Şubesi silahlı ve molotoflu saldırıya uğradı. Ardından da Diyarbakır’da bulunan Özgür-Der Bağlar Temsilciliğine molotoflu saldırı yapıldı.

Özgür-Der olarak hakkaniyete dayalı, ilkeli ve adil duruşumuz bizleri tanıyan herkesin malumudur. Bizler nevzuhur bir dernek değiliz. Yıllardır tüm faaliyetlerini açıktan ve toplumun gözü önünde yaparak toplumun birçok kesiminin saygısını ve takdirini kazandık. Bugün bizleri hedef tahtasına yerleştirenler bile kısa bir süre öncesine kadar birçok ziyaretleşmemizde bu duruşumuzdan dolayı teşekkürlerini ve memnuniyetlerini ifade etmişlerdir.

Suriye’de gönlümüz, despotik Baas diktatörlüğüne karşı özgürlük savaşı veren halktan yanadır. Suriye muhalefeti bazı hatalar yapsa bile bu hatalar; Suriye halkının zulüm karısındaki haklı davalarına hiçbir şekilde halel getirmediği gibi ulusalcı paradigmalara da asla haklılık payesi kazandırmaz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR