Sürgün

Ocak 2000A+A-

Allah'ın Selamıyla.

Değerli dostum, bir şeyi itiraf etmeliyim. Sen sürgün edildiğinde bana yazdığın cümleleri ancak şimdi anlayabiliyorum.

Yaşanmayan şeylerin gerçekten bilinmeyeceği hakikatini de. Ve işte yaşıyorum, "insanlar..." diyordun, seni şimdi anlıyorum.

Telefondaki tedirginlik dolu sesini unutamam. Anladım ki duygularım tek sende makes buluyor. Nasılsın sorusuna dil ucuyla söylenmiş 'ben iyiyim'ler sürgün yemiş birini kandıramıyor. Bilirsin, sürgünde iyi olmak, biraz daha emek istiyor.

Bilmem sen de aynı şeyleri hissetmiş miydin? Yalnızlık iliklerine kadar işlemiş miydi? insanların bakışları, daha doğrusu bakmayışları içten içe dokunuyor muydu? Bir şeylere inandığın için uzaklaştırılmak bir yerlerden. İstenmemek...

Yolları, dağılıp toplanan eşyaları, vedaları, tanımaları yurt edinmek. Ve en masum bildiğin değerler adına suçlu muamelesi görmek. Bunları düşünmek beyninin sınırlarını zorluyor muydu? Suskunluk... Sonra umursamadığını düşünürken ansızın çöküveren hüzün... Kolayca ağlayıvermek bir türkünün peşi sıra. Ve sonra her şeyin yabancı oluş. Yüzler, konuşmalar, eşyalar, duvarlar, pencereler. Bu yabancılık öyle tedirgin ediyor ki insanı , aynadaki suret bile farklı bakıyor sanki. Yabancı odalarda uykuya dalmak nasıl da silikleştiriyor renklerini tez elden rüyaların.

Dostlar sevenler bir anı gibi yalnızca hafızanda yer buluyor. Hiçbirini bulamıyorsun yanında her yer yalnızlık üretiyor. Birileri kapıyı çalsa diyorsun. Bekliyorsun. Beklentiler daha da yalnız olduğunu hissettiriyor. Beklememeyi öğreniyorsun. Herkes gibi kendi sürgününü sadece kendin yaşıyorsun.

Yine de en çok dokunan insanların sözleri. Zavallı gördüğün insanların sana zavallıymışsın gibi davranmaları. Anlaşılamamak en çok dokunan. "Açsan ne olur"lar, "anlatamıyoruz"lar... Ya bizim anlatamadıklarımız? Anlatıp anlatıp bir türlü çözemediğimiz mühürleri kalplerin. Hele de yitip gitmişleri içinde seni doğru yola(!) çağırmaları birilerinin. Meğer ne zormuş ak demek kara dediğine herkesin. İşte yeni acı bize düşüyor.

Fark edilmemek de, kendinin bilincinde olmayanları farketmek de.

Sana biraz da mekandan bahsetmek istiyorum. Birden buluverdim kendimi dumanlı dağlara asılı bu köyde. Öyle yüksek bir yer ki kendini göklere yakın hissediyorsun. Ama dağların insana biçtiği yalnızlık ve ürpertiye de bir o kadar yakın. Karanlık çökünce, soğuk saltanatını aniden kuruverince her yere, saatin yelkovanı birden ağırlaşıveriyor. Zaman geçmiyor. Gece bitmiyor. Ben ise birkaç parça eşya ile iğreti kurduğum bu odada etrafı ve kendimi seyrediyorum. Arada bir kaleme ve kağıda uzanıyor elim, masaya bile iğreti oturuyorum. Kendimi bu yere ve belki hiçbir yere ait hissetmiyorum.

Buz gibi ve sessiz havayı radyonun sesi canlandırıyor. Radyo hiç kapanmıyor. Çünkü en küçük bir tıkırtı bile insanı elinden tutup korkuya teslim ediveriyor. Ne tuhaf bir yandan korkuyu, bir yandan da tevekkül ve sekineti yaşıyorsun.

Beklenenler gelmiyor ama beklenmeyen misafirlerim hep oluyor. Arada bir ince, uzun ve siyah ayakkabılarıyla duvardan daha çok ruhumun üzerinde dolaşan örümcekler. Ve tabii ki fareler. Bir küçük fare ile epeyce uzun bakışıyoruz. Korkularımız birbirine karışıyor. Evin eski sakinleri de beni yadırgıyor. Sonra o korkusuna yenik düşüp gidiyor. Benim korkuma yenik düşme ihtimalim yok, çünkü burada gidilecek başka bir yer yok. Tüm bunlar bir yana yine de en çok dokunan insanlar... Gelip gitmeyişleri, bilip duymayışları insan yüreklerinin. İşte hazmedemediğim tek şey bu. İnsanoğluna yakıştıramadığım belki tek hatırlayacağım şey yıllar geçse de...

İşte benim sürgünümün fotoğrafları. Her şeye rağmen yaşanılası şeyler. Şüphesiz inandıklarımız, çok daha fazlasına değer.

Sürgün pek çok şey öğretiyor insana. Yeni kelimeler belletiyor hayata dair. Sürgünde görülüyor kolaylık ve de zorluk. Taif, satırlardan değil insanların gözlerinden okunuyor. Allah'ın yardım vaadleri yerlerini buluyor. İnanmış olmanın üstünlüğü hiç kaybolmuyor. Sen gitsen de, götürülsen de o hep ardınsıra iz bırakıyor. Acılar, sıkıntılar mı? Anlıyorsun ki çamur acıyla yoğrulup yanmadan şekillenmiyor. Ve imtihan, insanlar adedince alt başlıklar üretiyor her yere herkese özel.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR