1. YAZARLAR

  2. Gabriel Roric Jur

  3. Sudan'daki Güney Sorunu Sömürgeciliğin Mirasıdır

Sudan'daki Güney Sorunu Sömürgeciliğin Mirasıdır

Haziran 1993A+A-

Piskopos Gabriel Roic Jur, Rumbek Bölgesi Piskoposu ve Sudan Cumhuriyeti, Dış İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı

- Sudan yönetiminde bakanlık görevini kabul etmiş olmanızdan dolayı Canterbury Başpiskoposu resmen "büyük bir rahatsızlık" duyduğunu açıkladı. Size "ihanet etmiş" gözü ile bakan Başpiskopos "birçok Hıristiyanı şoka uğrattığınızı" söyledi. Anglikan Kilisesi'ni şoka uğratmak zorunda mıydınız?

- Hayır değildim. Bu şekilde konuşanların Sudan'da nasıl yaşadığımızı, ülkemizde Hıristiyanlar ve Müslümanların nasıl karşılıklı ilişkiler içinde olduklarını bilmedikleri görülüyor. Biz kilisede oturup, bir işe yarayıp yaramayacağı şüpheli ruhani mektuplar yazmak yerine, karar alma mekanizmasında yer almanın daha olumlu olduğuna inanıyoruz. Bir köşeye çekilip, hatta Kiliseye bile zarar vermesi muhtemel şekilde konuşmak yerine, ben devlet başkanı ve bakanlar ile aynı masaya oturmayı ve en yüksek sorumluluk düzeyinde meseleleri ele almayı tercih ettim.

Ben barışın sağlanmasına, İslam ve Hıristiyanlık arasında daha iyi ilişkiler kurulmasına ve halkın acılarının dindirilmesine katkıda bulunmanın görevim olduğuna inanıyorum. Benim yaklaşımım işte bu.

- Madem ki toplumsal meselelere ilgi duyuyordunuz, niçin en başta bir papaz olmayı tercih ettiniz?

- Bir papaz olacağımı hiç düşünmemiştim. Geleneksel Afrika dininin bağlısı bir aileden geliyorum. Hıristiyanlığı okula gittiğim dönemde seçtim. Demek ki Tanrı benim dünyevi bir işte çalışmamı değil, kendi dinine hizmet etmemi irade buyurdu.

Açıkçası inanmış biriydim. Her pazar kiliseye gider, pazar okulunda ders yapar ve kilise hayatı ile oldukça ilgilenirdim. Tanrı benim gönlümü açtı ve ben de gidip ilahiyat tahsil etmek, dini konularda bilgimi geliştirmek için izin istedim. İlahiyat alanında yüksek lisans yaptım ve siyaset bilimi diploması aldım. İnsanları dine çağırmaya çok istekliydim ve papaz olarak görev yapmanın benim için iyi olacağına karar verdim. Tanrı'nın hikmetinden sual olunmaz. 1986 yılında papaz olarak atandım. 1988 yılında Wau Piskoposu'nun yardımcılığına geldim ve 1989'da Rumbek Piskoposu olarak takdis edildim.

- Sonra siyasete neden girdiniz?

- Ben siyasete girmedim. Daima halkımın hayatıyla ilgili oldum. Şu andaki yönetim iktidara gelir gelmez, çeşitli alanlardan 200'den fazla önde gelen Sudan vatandaşını Sudan'ın problemlerine siyasi bir çözüm bulabilmek için tavsiyelerde bulunmak maksadıyla, sınırlamanın olmadığı bir Milli Diyaloga çağırdı. Ben de bu konferansın bir üyesiydim. 40 gün süren serbest ve açık tartışma ve istişarelerden sonra önerilerimizi ortaya koyduk.

1992 yılında Geçici Milli Meclis'e atandım ve aynı yıl içinde Dış İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı oldum. Kilise meclisimiz konuyu uzun uzun tartıştı ve sonuçta kendileri için iyi işler yapmam için Tanrı'nın beni görevlendirdiği sonucuna vardı ve görevi kabul etmem istendi.

- Canterbury Başpiskoposu George Carey'i ikna edemediniz mi?

- Bence Başpiskopos Sudan ve Sudan'da insanların nasıl yaşadıkları hususunda çok az şey biliyor. Muhtemelen yüzeysel yaklaşıyor ve karar mekanizmasında hiçbir rolümün olmadığını düşünüyor. Her şeye rağmen beni çok fazla ilgilendirmiyor.

Kendimin sorumlu olduğu bir piskoposluk bölgem var. Halkım yönetimde görev almamın kendileri için yararlı olduğuna inanıyor. Biz 11 piskopos ve kendi Başpiskoposumuz ile bağımsız bir kiliseyiz. Eskiden Anglikan Kilisesi'ne bağlıydık, fakat 1976 yılında Sudan bağımsız Piskoposluk Kilisesi olduk. İngiltere Kilisesi ile yönetimsel konularla değil sadece doktrinel meselelerle ilişkiliyiz.

- Bir papazın siyasi bir görev alması doktrinel bir mesele değil mi?

- Eğer tarihte İngiliz Kilisesi'nin Roma'dan nasıl ayrıldığına bakılacak olursa, bunun doktrinel bir mesele olmadığı söylenebilir. Kral 7. Henry önemsiz bir mesele yüzünden Papa ile bağını koparmıştı. İngiltere Kilisesi de siyasi iktidarın bir parçasıdır. Başpiskoposu başbakan önerir ve Kraliçe tayin eder. Başpiskopos piskoposlarıyla birlikte Lordlar Kamarası'nda oturur ve kanunların yapımına katılır.

Başpiskoposa bir birlik sembolü olarak saygı duymaktayız. Fakat o Sudan'daki içişlerimizle ilgili olarak bizi yönlendirmeye çalışırsa bu sömürgecilik döneminden çok farklı bir şey olmaz. Biz işbirliğine, fikirlerimizi ve yeteneklerimizi paylaşmaya hazırız, fakat kimseden emir almaya niyetimiz yok.

Belki insanların konforlu bir yaşam sürdükleri İngiltere'de başkaları hakkında hüküm vermeleri sorun olmayabilir, fakat Sudan'da ortam farklıdır. Sudan'da biz karar alma mekanizmasındaki insanlarla hem manevi hem de siyasi ilişki ihtiyacı duymaktayız. Halka hizmet ancak bu şekilde mümkün olabilir. Bunun içindir ki bu mesele gerçekten doktrinel bir konu değildir. Bu konuda yetkili olan Canterbury Başpiskoposu değil, Sudan Kilisesi, Sudan piskoposları ve Sudan halkıdır.

- Afrika'da bazı kiliselerin Batı'daki kiliselere nazaran sosyal sorumluluklarla daha içli dışlı oldukları görülüyor. Neden?

- Bunun nedeni muhtemelen Batı kiliselerinin kendilerinin doğrudan siyasi karar mekanizmalarına müdahale etmelerini gerektirmeyen bir noktaya ulaşmalarıdır. Biz ise Afrika'da yalnızca İncil öğretmiyoruz, halkın sorunlarıyla da iç içeyiz. Kutsal Kitap ve siyaset bir bütündür. Ahd-i Atik'te sözü geçen peygamberlerin çoğu manevi olduğu kadar, siyasi lider idiler de. Danyal Peygamber, Kral Nabukat Nezar'ın danışmanı idi.

Bu sınıfta tek başıma olduğumu düşünmüyorum. Piskopos Abel Muzorewa Zimbabwe'de bakan idi. Zaire'nin şimdiki Katolik Başpiskoposu Mgr Monsengwo aynı zamanda Zaire Cumhuriyeti Yüksek Konseyi'nin başkanıdır. Başpiskopos Makarios'da Kıbrıs Cumhurbaşkanı idi.

- Afrikalı ortalama bir Hıristiyanın inançlarında ve sosyal meselelere yaklaşımda Batılı Hıristiyanlara nazaran daha samimi oluşunu nasıl açıklıyorsunuz?

- Geleneksel Afrika toplumu disiplin, saygı ve sevgi temeline dayanır. Kabile ya da aile reisine bu pencereden bakılır. Kişi yanlış bir şey yaptığında, ailesinin önde gelen bir ferdi tarafından uyarılır. Biz büyüklerimize ve Tanrı'nın kelamına hürmet ederiz. Batı'da din adamı çoğunlukla o kadar "aklileştirilmiştir" ki insanlar saygı duymakta güçlük çekmekteler. Belki bu söylediklerim iki yaklaşım arasındaki farkı açıklar.

- Ana Kiliseye mesajınız nedir?

- Öyle görünüyor ki Batı bize İncil'i kendi ideolojik perspektifinden sundu. Bizim ihtiyacımız olan şey ise bütüncül bir maneviyat yolu olan Tanrı'nın algılanmasına ilişkin Afrikalı yaklaşım ile bilim ve mantığa büyük önem veren Batılı yaklaşımı meczetmektir. Batı kiliselerinde sadece yaşlı insanları görmek oldukça üzücü bir durum. Batı'nın yeniden İncil'i öğrenmeye ihtiyacı var.

Aynı zamanda Batı'ya şunu da söylemeliyiz ki hayata ilişkin kapitalist bakış açısı Tanrı'nın yolu ile uyuşmamaktadır. Biz müsamaha ve tevazuyu öğütlemeliyiz. Çünkü Tanrı sevgi ve kudretin kaynağıdır. Bizi yaratan Tanrı hepimizi tek bir renk ve inanç üzerine yaratabilirdi, fakat bizim değişik renkler ve inançlara sahip olmamızı irade buyurdu. Eğer bu durumun Tanrı'nın takdirinin bir yansıması olduğunu anlayabilirsek, bu farklılığı sevebiliriz.

- Sudan'daki Hıristiyanlar ile Müslümanların aralarındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Mükemmel. İnsanlar inançlarının gereklerini yerine getiriyorlar ve başkalarının inançlarına da saygı gösteriyorlar. Benim komşularım genelde Müslümanlar. Biz Kur'an'ın ve İncil'in anlamına uygun bir komşuluk içindeyiz. İnsanların Müslümanlık ya da Hıristiyanlığın gereklerine uymadıkları zaman şurda burda küçük birtakım problemler görülebiliyor, fakat dünyanın çeşitli bölgelerinde şahit olduğumuz türden şeylere rastlanmıyor.

Çatışma konusu çok fazla öne çıkmasına rağmen, Sudan, bir müsamaha ve birlikte yaşam ülkesidir. Sudan da biz bir ırki çeşitliliğe, renk çeşitliliğine ve dini çeşitliliğe sahibiz. İcabında ailenin bir ferdi Hıristiyan, diğeri Müslüman bir diğeri ise dinsiz olabiliyor. Biz insanlara müsamahanın ilahi buyruk olduğunu öğretmeliyiz. Böylelikle aile fertlerinin tümü barış içinde yaşayabiliyorlar. Biz Lübnan, Nijerya ya da Hindistan benzeri bir ortamı arzu etmiyoruz.

Sudan Din İşleri Bakanı Müslümanlığı seçmiş birisidir. Annesi ve babası Hıristiyandır. Babası üstelik kilise yönetim kurulunda vaizlik görevinde bulunuyordu. Çocukları henüz okul sırasında Müslüman olmasına rağmen, aile çocuklarının eğitimini sürdürmesine destek oldular. Şu anda birlikte yaşıyorlar ve oğulları Abdullah Deng ebeveynine bakmaktadır.

Hartum Piskoposu Baulas İdris Tiya bir Anglikan. Oğlu ise Müslüman ve İslami Parti'nin bir üyesiydi. Onlar da birlikte yaşıyorlar.

Papa'nın Hartum'u ziyareti dini liderlere gösterdiğimiz önemin ve hürmetin küçük bir örneğidir. Vatikan Papa'nın Kampala'dan Roma'ya dönüşü sırasında Sudan hava sahasından geçme izni istemişti. Talep bana ulaştığında "Aziz Peder, böyle geçip gidemezsiniz, lütfen bizim misafirimiz olun" dedim. Hıristiyan olsun, Müslüman olsun Sudanlıların onu karşılama biçimleri harikaydı. Papa'nın görevlilerinin onun güvenliğini sağlamak için yanlarında getirdikleri kurşun geçirmez camekanı uçaktan indirmelerini kabul etmedik. Papa ve maiyetindekiler Hartum'da serbestçe dolaştılar. Papa Hıristiyan ve Müslümanlardan oluşan ortak bir komite ile görüştü, onlarla yemek yedi. Halka konuşma yaptı. Sudanlıların kendisine gösterdiği hürmet ve alakadan derin bir şekilde etkilendi. Bu sonuçta kendimin de pay sahibi olduğunu belirtmek isterim.

- Fakat ortaya çıkan sorunları nasıl çizeceksiniz?

- Problemlerin çözümü için metodumuz diyalogdur. Barış üzerine Milli Diyalog girişiminden size daha önce söz etmiştim. Güney'in bazı bölgelerinde bir tür isyan olmasına rağmen, biz meseleyi diyalog yoluyla çözmeye çalışıyoruz. Çatışmalardan etkilenen bazı bölgelere yiyecek ve hayati birtakım maddelerin ulaştırılmasında zorluklar vardı. Bu maddelerin ulaştırılmasının temini için bir merhamet komitesi kurduk. Hayatyolu-1 girişimi başarısızlığa uğradığında, diyalog yoluyla Hayatyolu-2 girişimini oluşturduk.

General Abboud 1962 yılında yabancı misyonerlerin çalışmalarını yasakladı. Mamafih bu bazı bürokratik zorluklara yol açtı. Bu kanunun iptali için talep doğdu. Mamafih bu kanun sayesinde bugün Sudan Kilisesi bütünüyle Sudanlılarca idare edilmektedir. İdari açıdan bazen danışmanlara ihtiyaç duyuyoruz fakat artık yabancı misyonerlere ihtiyacımız yok.

Geçtiğimiz Nisan ayında Sudan dinler arasında diyalog konulu uluslararası bir toplantıya ev sahipliği yaptı. 27 ülkeden Hıristiyan ve Müslüman liderlerin katıldığı toplantının tavsiye kararlarından biri 1962 tarihli mezkur kanunun iptali idi. Hükümet de bu tavsiyeyi kabul etti.

- Güney'deki mesele dini bir mesele değil mi?

- Bu mesele sömürgecilerin bir mirasıdır. İngilizler Güney'i kapalı bir bölge olarak tuttular ve çekip gittiklerinde arkalarında geri, kalkınmamış bir bölge bıraktılar. Sömürgeci dönemde eğitime çok az önem verildi. Okula gitmek yalnızca İngiliz alfabesini öğrenmek ve mahalli dilde İncil okumaktan ibaretti. Juba'da ilk ortaokul 1945'te, Rumbek'te ise 1948'de açıldı. İlk üniversite ise savaşın sonunda 1972 yılında imzalanan Adis Ababa Antlaşması'ndan sonra, 1976'da açıldı.

Kuzey açık olmasına rağmen, buraya gitmek ve Güney'den çıkmak izne tabiydi. Sudan 1956'da bağımsızlığını kazandığında önemli görevleri yürütebilecek çok az Güneyli vardı. Güney geri kalmıştı ve Güneylilerin yönetime katılmaları çok zordu. Bu itibarla Sudan'da federal sisteme geçme yönünde bir talep vardı.

Adis Ababa Antlaşması'ndan sonra Güney'de bölgesel bir hükümet kuruldu. Güney'de savaşın tekrar patlak verdiği dönemde Juba'da açık bir siyasi iktidar atmosferi mevcuttu. Numeyri'nin 1983 Eylülünde Şeriat kanunlarını ilan etmesi daha sonradır. Bu nedenle SPLA [Sudan People's Liberation Army (Sudan Halk Kurtuluş Orudus)]'nın savaşı başlatması Şeriat konusundan önceye gider.

Bu yüzdendir ki Milli Diyalogu gerçekleştirdiğimizde, Sudan'da federal hükümet sistemi üzerinde mutabakata varmak zor olmadı. Federal sistem Şeriat ile yönetilmek isteyen bölgelerin Şeriat ile yönetilmesine imkan tanırken, aynı zamanda bu şekilde yönetilmek istemeyen bölgelerin de arzularının gerçekleşmesini sağlayabilecektir. Şeriat ile yönetilen bölgelerde yaşayan gayrimüslimlerin inançları ve kişisel hakları tam bir güvenlik içinde korunacaktır.

Biz aynı zamanda şunu da gördük ki, Sudan'da politikası ve vaadleri ne olursa olsun, hiçbir parti ve hükümet Şeriat kanunlarına karşı çıkamaz. Numeyri'den sonra iktidara gelen General Suver ez-Zeheb'in 15 generalli hükümeti de bu konuda farklı davranmamıştır. Sadık el-Mehdi de aynı vaadlerle iktidar olmuş, fakat vaadlerini gerçekleştirememiştir. Diyalog Konferansı Güney'e federal haklarını vermek konusunda uzlaşmaya vardığı gibi, Müslümanların da İslam kanunlarının uygulanması yönündeki arzularını göz önüne almıştır.

- Sorunun çözümü konusunda iyimser misiniz?

- Şu anda sorunun çözümü için uygun bir zemine sahibiz. Abjua ve Nairobi'de SPLA'nın her iki fraksiyonu ile de görüşmelerimiz devam ediyor. Abjua görüşmelerinin gelecek turunun 18 Haziran'da gerçekleşmesi bekleniyor.* Görüşmeler ve diyalog yoluyla siyasi bir çözüm bulunması hususunda ben iyimserim. Ümit ediyorum ki yakın bir zamanda, ama mutlaka bir gün çözüm gerçekleşecektir.

- Bazıları Batı'yı müdahaleye çağırıyor. Bu çözümü hızlandırmaz mı?

- Ne için müdahale? Yabancı müdahale için mantıklı bir sebep mevcut değil. Askeri bir müdahale hiçbir şeyi çözemez. Sadece sorunu karmaşık bir hale getirir ve Güney'in ıstırabını daha da koyulaştırır. Ben SPLA'nın da böyle bir durumu istemediğini düşünüyorum. Öte yandan insani yardım sağlama hususu ile ilgili olarak da müdahalenin hiçbir geçerli zemini yoktur. İnsani yardım kuruluşlarının yiyecek ve ilaç yardımında bulunabilmeleri için geniş bir koridor kullanmalarına zaten izin verdik. Somali'ye yabancıların müdahalesi bir şey çözebildi mi? Bizim anlaşılmaya ihtiyacımız var, müdahaleye değil!

Çeviren: Rıdvan Kaya

*- Sudan yönetimi ile SPLA'nın John Garang fraksiyonu arasında 18 Haziran'da Abjua'da yapılan görüşmeler anlaşmazlıkla sonuçlandı. [Çevirenin notu]

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR