1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Sorun Suriyeliler Değil, Irkçı Zihniyettir! 

Sorun Suriyeliler Değil, Irkçı Zihniyettir! 

Ağustos 2019A+A-

Suriye’de yaşanan vahşet tablosu hiç kuşkusuz yaşadığımız çağın en acı, en korkunç hadiselerinden biri olarak insanlık tarihine geçecektir. Suriye’de yaşananlar sadece Suriye halkının imtihanı olarak kalmamış, tüm dünya için de bir insanlık testi olmuştur. Ve ne yazık ki başta İran ve Rusya gibi ülkelerden de aldığı destekle, özgürlük ve adalet talep eden kitleleri acımasızca katleden, işkenceye uğratan, sürgün eden Esed rejiminin işlediği korkunç suçlar içeriksiz, samimiyetsiz kınama mesajlarını geçecek olursak, dünyanın pek de umurunda olmamıştır. Sürecin başında cılız da olsa duyulan tepkiler muhalefetin İslami kimliği netleştikçe buharlaşıp kaybolmuştur. Katliam ivme kazandıkça dünya genelinde kanıksanmış, kanıksanma görüntüsünün belirginleşmesine bağlı olarak da katliamın dozu her aşamada biraz daha artmıştır. 

Tüm dünya için bir turnusol kâğıdına ve bir utanç tablosuna dönüşen Suriye meselesinde Türkiye ise farklı bir tutum takınmıştır. Yönetimiyle, halkıyla tam 8 yıldır bu konuda ağır bir sınavdan geçen Türkiye, tüm dünyanın kaderine terk ettiği mazlumların hamisi olmuştur. Gerek Suriye topraklarında mazlumları savunarak gerekse ülkelerini terk etmek zorunda kalıp kendisine sığınan milyonlara ev sahipliği yaparak Türkiye bu süreç boyunca güzel bir örneklik sergilemiş; çıkar mantığını değil, insani ve ahlaki değerleri ön planda tutan yaklaşımıyla dünya halklarının takdirini kazanmıştır.

Neden Muhacirler Aniden Yabancı Oldu? 

Ne var ki bilhassa son dönemlerde muhalefetin yoğunlaşan baskıları ve toplumda yaygınlaştırdığı ırkçı nefret dalgasının da etkisiyle yorgunluk alametlerinin belirginleştiği görülmektedir. Mücahidleri destekleyen tutum devam ettirilmekle beraber, muhacirlere yönelik yaklaşım tarzının değişmeye başladığı şeklinde bir görüntü ortaya çıkmıştır. Her ne kadar yetkili zevat “Değişen bir şey yok, ensar olma yaklaşımımızı aynen sürdürüyoruz.” şeklinde açıklamalar yapıyor olsa da tutum değişikliğinin bazı kararlara ve uygulamalara doğrudan yansıdığı müşahede edilmektedir.

Nitekim değişen atmosferle birlikte insani, vicdani söylemler geri çekilirken, ortalık ırkçı-şoven tezler, iddialar ve yalanlara boğulmuştur. Yabancı düşmanı, ırkçı, ayrımcı söylem ve tutumlar toplumsal yapıda koyu bir kirliliğe işaret ederken, muhacirleri sindirmiş, kabuklarına çekilmeye zorlamıştır. Öyle ki bir yandan ortamı kaplayan zehirli hava, diğer yandan İçişleri Bakanlığının Suriyeli muhacirlere yönelik başlattığı uygulamalar zulümden ve katliamdan kaçarak Türkiye’ye sığınmış insanlar için bir korku atmosferi oluşturmuş haldedir. Düne kadar kendilerini evlerinde hisseden insanlar bir anda istenmeyen, potansiyel suçlu, yabancı konumuna itilmiştir.

İstanbul gelişmelerin merkez üssüdür. Seçim sonrası süreçte önce Suriyeli esnafın dükkânlarına yönelik Arapça tabela kısıtlaması ile getirilen ve tabelalarda % 25’ten fazla Arapça ibare bulundurulamayacağına ilişkin Valilik kararıyla başlatılan ‘hizaya sokma’ kampanyası ardından yine Valilik emriyle sokaklarda, metrobüs duraklarında, şehrin işlek merkezlerinde göçmen avına dönüşen uygulamalarla devam etmiştir. Kayıtsız göçmenlere ve belirlenmiş iller dışına çıkmış olanlara yönelik sokaklarda başlatılan arama, gözaltı ve iade uygulamaları bu ülkeyi güvenli liman olarak gören muhacirler açısından büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştır. Uygulamanın gerek iç, gerek dış basındaki yansımaları üzerine ortaya çıkan tepkiler üzerine bilahare geri adım atılmak zorunda kalınmış ve yeni bir kararla İstanbul’da ikameti olmayan Suriyelilere bir ay süre tanınacağı, bu süre zarfında herkesin ikamet aldığı ile dönmesi gerektiği söylenerek göçmen avı şimdilik durdurulmuştur.

Politika Değişmediyse Söylem Niye Farklılaştı?

Yetkili zevat ısrarla “Göçmen politikamızda değişen bir şey yok, sadece düzensizliği gideriyoruz.” şeklinde izahlar getirmeye çalışsa da herkes “Ne oldu, neden tavır değişti?” diye sormaktadır. Gerçekten de bu, sorulması gereken bir sorudur. Düne kadar muhalefetin vicdansızca, ahlaksızca gündemleştirdiği muhacirlerle ilgili tartışmaları, ithamları hep kardeşlik, insanlık perspektifini öne çıkartarak cevaplayan tutumun bir anda kamu düzeni, halkın tepkisi, vatandaşlarımızın huzuru vb. söylemlere yerini bırakması elbette görmezden gelinebilecek bir şey değildir. Adeta uzun bir süredir alttan alta pişirilen bir yemeğin seçim sonrasında hızlıca servis edilmesi halini yaşamaktayız. Seçim sonucunu ekonomik krize, ekonomik krizin faturasını ise Suriyelilere kesmek herkes için basit, net ve rahatlatıcı bir hesap olmuştur.

Oysa çaresizce sığındıkları bu ülkede ayakta kalma ve kendileri için bir gelecek tesis etme çabasındaki garibanların, mazlumların, sahipsizlerin bir anda iktidarın seçim yenilgisinin müsebbibi konumuna oturtulmuş olmaları büyük bir haksızlıktır. İktidarın seçimlerde aldığı olumsuz sonucun içinde göçmen politikasının payı ne kadardır tartışılabilir. Şüphesiz muhalefetin sistematik karalama kampanyası neticesinde iş bulamamasını ya da düşük gelir elde etmesini, kirasının yüksekliğini, hastanede kendisine geç sıra gelmesini, hatta sokaktaki gürültüyü Suriyeli muhacirlere fatura etmeye hazır bir kitle mevcuttur. Ve hükümetin bu kesimlerdeki rahatsızlığı görmezden gelmesi de kolay değildir. Mamafih sağlıklı, etkili çabalarla aşmak yerine bu akıldışı tutumu merkeze alarak ona göre politika belirlemeye kalkmak asla kabul edilemez.

Ortada bir gerçek var, her ne kadar hükümet seçimlerin hemen ardından gündeme gelen bu uygulamaları göçmen sorununu düzene koyma adımları olarak sunsa da yaşananlar kamuoyunda Suriyeli muhacirleri göçe zorlama kampanyasının başlangıcı olarak yorumlanmaktadır. Ve bu algı bilhassa ırkçı-şoven çevrelerin daha da cesaretlenip azgınlaşmalarına sebebiyet vermektedir.

İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliğinin aldığı kararlara ve başlattığı uygulamalara baktığımızda medeni bir hukuk devleti görüntüsünden çok ‘polis devleti’ mantığının öne çıktığını görüyoruz. Açıkçası birtakım örgütlü çevrelerin sistematik bir kampanya eşliğinde muhacirlere yönelik sokaklarda düşmanca bir atmosfer oluşturmaya çalıştıkları, ırkçı-şoven tepkilere ivme kazandırma uğraşısı içinde oldukları bir vasatta gündeme gelen bu uygulamaların ne hukuk devleti ilkesiyle ne vicdanla ve akılla bağdaşmadığı açıktır. Oysa yapılması gereken şey muhacirler sorununa polisiye tedbirlerle, baskıcı kararlarla değil, kardeşlik ve hukuk temelinde çözüm aramaktır. Gündeme gelen kararlarla ilgili olarak ise tartışılması gereken pek çok husus mevcuttur.

Kemalist Göz Zevkine Hitap Eden Bir Düzenleme: Arapça Tabela Kısıtlaması 

Kamuoyu gündeminde hemen hiç tartışılmayan ama düşünüldüğünde gayet sert, hukuksuz ve de son derece aşağılayıcı bir yasak kararı sayılması gereken Arapça tabela kısıtlamasıyla başlayabiliriz. İşletme sahiplerinin dükkânlarına astıkları tabelalarda kullanabilecekleri Arapça ibare oranının yüzde 25’i geçemeyeceğine ilişkin karar adeta devletin bilinçaltına yerleşmiş Kemalist-Türkçü, laik zihniyetinin bir tezahürü olmuştur.

Aynı zamanda özel mülkiyet ve iş serbestisi hakkını da zedeleyen bu uygulama, tam manasıyla kültürel bir dayatmacılıktır. Ülke adeta İngilizcenin her alanda esareti altına girmiş bir görünüm sunarken bunun yapılması daha da büyük bir çelişki olmuştur. Kemalist-Türkçü zihniyet sahiplerinin göz zevkine hitap eden bu yasak kararının AK Parti iktidarı için bir utanç vesikası olarak tarihe geçeceğinden kuşku duymuyoruz!

Tarihî Derinlik, Aktüel Sıkışmışlık: Muhacirlere İstanbul Yasağı

Valiliğin uygulamaya koyduğu tedbirler arasında en çok tartışılan konu İstanbul’da ikameti bulunmayan Suriyelilerin ikamet aldıkları illere geri gönderilmesi kararıdır. Tarihî misyonu itibariyle İstanbul’u ümmetin başkenti, hatta dünyanın merkezi sayan, çeşitli platformlarda bu söylemi hamasi biçimde sıkça dillendiren muhafazakâr anlayışın ümmet perspektifin derinliği bu kadardır!

Son tahlilde İstanbul’un muhacirlere, mazlumlara kapatılması anlamına gelen bu düzenleme büyük sıkıntılara yol açabilecek bir düzenlemedir. Birçoğu iş imkanı bulamadıkları için ikamet aldıkları illerden ayrılıp İstanbul’a gelmiş ve bu şehirde artık yerleşik hale gelmiş bu insanları hiçbir iş güvencesi, barınma imkanı sağlanmadan aileleriyle birlikte kayıtlı bulundukları yerlere dönmeye zorlamak açlığa, sefalete sürüklemek anlamına gelebilir. Ayrıca yıllardır kendilerince bir düzen kurdukları şehirlerden bu insanları göçe zorlamanın ne insani açıdan ne de sosyal barış açısından bir izahı vardır. Eğer metropollerde aşırı nüfus yoğunlaşmasının önüne geçilmek isteniyorsa, elbette farklı illerde ikamet teşvik edilebilir ama bu zorlamak suretiyle değil, gönüllülük esas alınarak yapılmalıdır. 

Örneğin tarım ya da hayvancılık gibi alanlarda var olan istihdam açığını kapatmak için Suriyeli muhacirler bu tür iş alanlarına yönlendirilebilirler. Belli imkanlar sağlanarak buralarda yerleşmeleri, çalışmaları teşvik edilebilir. Ama hiçbir seçenek sunmadan, teşvik uygulamasına gitmeden “Gidin sizi kayıt ettiğimiz ilde başınızın çaresine bakın!” demek insani değildir. Yıllardır İstanbul’da ya da bir başka şehirde yaşayan, ev tutmuş, işe girmiş, çocuğunu okula kaydettirmiş aileleri birdenbire başka bir şehre savurmanın ve üstelik de bunu bir ay süre vererek yapmanın mantığı ne olabilir? Bu insanlar gittikleri yerlerde dilenerek mi yoksa hırsızlık yaparak mı hayatlarını sürdürecekler?

Muhacirlerin Hayatını Zorlaştırmak Ensar Olma Sorumluluğuyla Bağdaşmaz!

Zorunlu ikamet uygulaması aileleriyle birlikte hayatlarını sürdürmek isteyen pek çok muhacir için ciddi bir zorluk oluşturmakta; kimi durumlarda bürokratik keyfilik nedeniyle yeni evlilik yapan çiftlerin aile birleşimi önünde bir engel teşkil etmektedir. Normal şartlarda eşlerden birinin ikamet ettiği ilde diğerinin de ikamet izni alabilmesi gerekirken pratikte bu hak tanınmamakta, evlilik yoluyla ikamet almak isteyenlerin ikameti sürüncemede bırakılmaktadır. Bu yüzden yakın şehirlere gidip oralarda ikamet almış Suriyeliler için yeni başlatılan uygulama yeni zorluklar getirecektir.

İkamet meselesiyle ilgili bir diğer sıkıntı konusu yol izin belgesidir. Bulundukları ilden dışarıya gitmek istiyorlarsa Suriyeli muhacirlerin Emniyet’ten yol izin belgesi alma zorunluluğu vardır. Bu izin belgelerinin verilmesi işlemi ise dönem dönem keyfi bir tutumla dondurulmakta, geciktirilmekte, örneğin insanlar bir başka şehirdeki yakınlarının cenazesine, düğününe izin belgesi olmadan gitmek zorunda kaldıkları için kaçak durumuna düşebilmektedirler. 

Suriyeli muhacirlerin sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için katkı payı ödemeye zorlanmaları da yeni bir sıkıntı konusudur. Büyük çoğunluğu itibariyle zaten toplumun en tabanında, en sağlıksız koşullarda hayatlarını sürdürmeye çalışan bu insanların pozitif ayrımcılığa tabi tutulmaları gerekirken, temel bir haktan istifade ettirilmemeleri haksızlıktır!

Irkçı Kafanın Hayali Suç ve Suçlu Algısı

Suça karıştığı iddia edilen Suriyelilerin geri gönderilmesi konusu da başlı başına bir keyfilik alanıdır. Bir kişinin suç işlediğine karar verecek olan mercii kimdir? Eğer ortada bir mahkeme kararı yoksa bir kişinin suça karışmış olduğunun kesin olarak iddia edilebilmesi mümkün olamaz. Bu noktada suç ve suçlu tarifinin polisin inisiyatifine bırakılmaması, mutlaka hâkim kararına bağlanması şarttır.

Son dönemlerde suça karışan Suriyeliler konusu herkesin ağzındadır. Muhalefetin tazyiki karşısında iktidar mensupları da “Suça karışanları burada tutmayız, kulaklarından tutar atarız!” türünden garip, anlamsız lafları bolca tekrarlamışlardır. Oysa suç varsa cezası da olmalıdır ama ceza suç işleyeni kulağından tutup geldiği ülke topraklarına postalamak olmamalıdır. Burada sınır nedir? Örneğin basit bir trafik suçu işlemiş birini alıp ailesinden kopartarak ve işkence ve ölüm tehdidi altında olacağı Esed rejimine mi teslim edeceksiniz?

Kaldı ki Suriyelilerin ısrarla suç işleme eğilimli kişiler şeklinde tanımlanması ve Suriyelilerin gelmesiyle birlikte suç oranlarının yükseldiği iddiası da ırkçı nefret dalgasının köpürttüğü yalanlardan biridir. İçişleri Bakanlığının defalarca açıkladığı ve resmî kayıtlarda da görüleceği üzere Suriyeli nüfus arasında suç oranı Türkiye nüfusuna oranla çok küçüktür. Buna rağmen ırkçı propaganda kampanyasının etkisi ve medyanın sorumsuz tutumuyla Suriyeliler suça meyilli tipler olarak lanse edilmekte, çoğu zaman hiçbir delil, hatta bilgi dahi olmadan Suriyeliler suçlanmaktadır. İddialarının iftiradan ibaret olduğunun ortaya çıkması karşısında da aynı çevreler geri adım atmamakta ve kara propaganda kampanyasını sürdürmektedirler.

Amaç Korumak mı Kaçmaya Zorlamak mı?

Suriyeli muhacirlerle ilgili alınan kararları yetkililer kayıt altına alma, düzensizliği giderme vb. kavramlarla ifade etmekte ve muhacirlerin hayat şartlarının da daha nitelikli hale geleceğini iddia etmektedirler. Oysa bu doğru bir yaklaşım değildir. Bunu tek bir örnekle ortaya koymak mümkündür.

İstanbul Valiliği, Suriyelilerin kaçak olarak çalıştırılmalarını engellemek adına il genelinde binlerce işyerine tebligat yapıldığını ve 26 Ağustos itibariyle başlayacak denetimler neticesinde Suriyeli işçileri kaçak olarak çalıştıran işletmelerin ağır para cezalarına çarptırılacaklarını beyan etmiştir. İstanbul Valisi, bu uygulamayı “Suriyelilerin emeğinin sömürülmesini engellemek” olarak savunmaktadır. Kâğıt üstünde gayet mantıklı ve gerekli görülen uygulamanın pratikte yol açacağı sorunları görmek için müneccim olmaya gerek yoktur.

Bu karar uygulamaya konulduğunda hiç şüphesiz binlerce, on binlerce Suriyeli işsiz kalacaktır. Zaten ucuz işgücü maliyeti ile dahi ancak ayakta durabilen, zorlukla rekabet edebilen tekstil, ayakkabı gibi pek çok sektörde işletmeler Suriyeli çalışanlarına kapıyı gösterecektir. Bu düzenlemenin iddia edildiği üzere Suriyelilerin emeğinin korunması ile bir alakasının olmadığı da bellidir. Nereden bellidir? Çalışma Bakanlığının Suriyelilere çalışma izni vermekteki isteksizliğinden; herhangi bir işyerinde Suriyeli çalışanların oranının o işyerindeki toplam çalışanların onda birinden fazla olamayacağı düzenlemesinden bellidir.

Tüm bu ayrımcı uygulamalar ortadayken Suriyelilerin emeğinin sömürülmemesi adına getirildiği söylenen düzenlemenin pratikte ne anlama geleceği açık değil midir? Belli ki hedeflenen şey Suriyelilerin istihdam alanını daraltmak suretiyle yerli işsizlere iş alanı açmak ve aynı zamanda muhacirleri geri dönmeye zorlamaktır. Tamamen popülist bir mantıkla başlatılan bu uygulamanın muhacirler açısından büyük sıkıntı doğuracağı gibi işletmeleri eleman bulmaz ve rekabet edemez hale getireceğinin de görülmemesi çok dikkat çekicidir.

Milliyetçi Şartlanmışlık Bu Toplumun Zihnini de Kalbini de Köreltiyor!

Suriyeliler sorunu en temelde zihinsel şartlanmışlıkla ilgili bir sorundur. Aynı toprağı ve havayı paylaştığımız, aynı coğrafyada yaşadığımız insanları ‘yabancı’ görmekten, bizden daha aşağı haklara sahip olmaları gereken kişiler olarak algılamaktan kaynaklanmaktadır. Oysa biteviye “Ne zaman gidecekler?” sorusuna takılıp kalmak yerine “Kardeşçe nasıl bir arada yaşayabiliriz?” sorusu üzerinde yoğunlaşılmış olsa sorun denilen şeyin çözümü kendiliğinden gelişebilir. Gerçekten de sorulması gereken sorular şunlar olmalıdır: Neden Suriyeli muhacirler belli şehirlerde ikamete zorlanmaktadırlar? Neden seyahat hakları kısıtlanmaktadır? Neden her vesileyle geri dönmeleri konusu gündemleştirilmekte, ısrarla yabancı muamelesine tabi tutulmaktadırlar?

Sorunun temelini Suriyeli muhacirleri yük olarak gören anlayış oluşturmaktadır. Bu bakış açısı değişmelidir. Suriyeli muhacirler inancımız itibariyle kardeşlerimiz, evrensel hukuk açısından da ev sahipliği yapmakla sorumlu olduğumuz mağdur insanlardır. Yapılması gereken şey soruna adalet ve kardeşlik temelinde çözüm aramaktır. Bunun yolu ise öncelikle ulus devlet anlayışının ürettiği dar kalıplardan kurtulmaktan, milliyetçi zihin yapısının şartlanmışlığını kırabilmekten geçer.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR