1. YAZARLAR

  2. Veli Denizhan Kalkan

  3. Sol Partiler -18 Nisan ve Ötesi-

Veli Denizhan Kalkan

Yazarın Tüm Yazıları >

Sol Partiler -18 Nisan ve Ötesi-

Temmuz 1999A+A-

18 Nisan seçimlerinin öncesinde seçim öngörüleri bağlamında, sonrasında ise sonuçlar bağlamında çeşitli değerlendirmeler, bunlardan hareketle siyasi tahliller yapıldı. Bu değerlendirmelerde üzerinde durulanlar çoğunlukla belli başlı siyasi partilerin söylemleri ve performansları, buna bağlı olarak kurgulanan genel siyasi tablo değerlendirmeleriydi. Bu çabalar sistemin genel işleyişini kavrama, sistemin evrimini, içerisindeki eğilimlerin güçlenenlerini ve kan kaybedenlerini tanıma açısından faydalıdır. Ancak bununla birlikte, statükonun öğelerini siyasi tabloyu etkileyen yegane faktör olarak algılama şeklinde bir yanılsamanın doğmasını önlemek ve daha nesnel bir durum değerlendirmesi yapabilmek açısından, sistem içerisinde yer almakla birlikte muhalif bir duruş sergileme iddiası taşıyan oluşumların da incelenmesi gerekmektedir. Bu yazıda, bu gereklilik gözetilerek, siyasetlerine temel eksen olarak -fiilen- legal parti faaliyetini alan sol akımlar geçtiğimiz, seçim sürecindeki politikaları da gözetilmek üzere genel olarak değerlendirilecektir.

Sosyalist Sol Üzerine...

Günümüz Türkiye'sinde legal olarak faaliyet gösteren sosyalist partilerin. Özgürlük ve Dayanışma Partisi{ÖDP), Emeğin Partisi(EMEP) ve Sosyalist İktidar Partisi(SÎP)'nden oluştuğunu söyleyebiliriz. Sosyalist sıfatını bu partilerle sınırlamamız, son seçim sürecinde de açıkça görülen yönelimlerle ilgilidir. ÖDP açısından farklılıklar söz konusu olmakla birlikte, bu üç partinin de temel vurgusu -yahut en azından beslenme zemini- sosyalizmdir. Zaman zaman bu partilerle birlikte hareket eden ve "sol ittifak" tartışmalarında hacminin diğerlerinden büyüklüğünün de etkisiyle merkezi konumda olan HADEP'i ise, temel duyarlılık noktası olarak farklı bir sorunu, "Kürt sorununu" ele aldığından dolayı bu başlık altında incelemiyoruz. Yine genellikle bu partilerle aynı çerçevede mütalaa edilen Demokrasi ve Barış Partisi'ni de kamuoyuna yansıtılmış net bir mesajı olmadığından ve kendisi hakkında değerlendirme yapmayı mümkün kılacak yeterli bilgiye sahip olmadığımızdan dolayı inceleme dışı bırakıyoruz. Üzerinde durduğumuz, Türkiye'de 60'lı yıllardan bu yana belirgin şekilde etkili olan sol akımların, bugün kendini temelde legal siyasi parti formunda ifade fiden kısmıdır. Öncelikle bu kesimlerin beslendiği tarihsel damarı tanımlamamız yerinde olacaktır:

Türkiye sosyalist hareketi 60'lı yıllara kadar -dönemin şartlarının da etkisiyle- atıl bir tavır içerisinde kaldı. Aydınlar üzerinde küçümsenemeyecek bir etkisi söz konusu oldu, ancak toplumsal hareketliliğe bağımsız kimliğiyle müdahil olamadı. 1960 ihtilali sonrasında değişen şartlar sola alan açtığında, hareket imkanı artan sol çeşitli biçimlerde kendini ifade etmeye ve giderek bağımsız kimliğini oluşturmaya başladı. Bu dönemde kurulan ve 1965-1969 döneminde parlamentoda 15 milletvekili ile temsil edilen Türkiye İşçi Partisi (TİP), sosyalist söylemin kitlesel taban bulmasında etkili oldu. Sosyalist devrimi savunan TİP, bununla kurtuluşun işçi sınıfının artan sınıfsal-siyasi bilinçlenmesi ile mümkün olduğunu, Türkiye'nin demokratik yollarla gerçekleşecek bir sosyalist devrime hazır olduğunu öne sürüyordu. Bunun için işçi sınıfı içinde örgütlenmeye önem veriyordu. TİP'in çizgisi parlamentarist-legal bir çizgiydi. 60'ların ikinci ana akımını oluşturan milli demokratik devrim çizgisi ise, Türkiye'nin feodal özelliklere sahip bir toplum olduğunu, işçi sınıfının zayıf olduğunu, devrimin gerçekleşmesi için bir ilerici aydın-subay koalisyonunun şart olduğunu öne sürüyordu. 71 muhtırasına kadar geçen süreç, sosyalist devrimci çizginin zayıflaması ve MDD'ciliğin güçlenişini beraberinde getirdi. Bu arada bazı mensuplarınca yeterli bulunmayan MDD çizgisinden de kopmalar yaşandı. Deniz Gezmiş'in THKO'su, Mahir Çayan'ın THKP-C'si ve İbrahim Kaypakkaya'nın TKP-ML'si bunlardandı. Silahlı mücadele eksenli bir yönelişe giren bu gruplar ve bunların türevleri 71-80 arası dönemde Türkiye solu içinde etkin bir rol oynadılar. 80 ihtilalinde büyük bir darbe yiyen silahlı grupların önemli bir kısmı giderek legal bir çizgiye kaydı, bir diğer kısmı ise daha önceki örgütlenme ve mücadele tarzlarını sürdürmeyi tercih etti. Bunlardan, THKO gerilla hareketinin çoğunluğunu temsil eden grup, 70'li yıllarda Halkın Kurtuluşu(HK) adıyla anıldı. 74 affından sonra Maoculuğu benimseyen HK, daha sonra Arnavutluk'un Çin siyasetinden ayrılmasıyla Maoculuğu terk ederek, Enver Hoca siyasetini takip etmeye başladı. Bu grup Şubat 1980'de TDKF (Türkiye Devrimci Komünist Partisi)'nin kuruluş kongresini gerçekleştirdi. TDKP 1. genel konferansını 1990'da gerçekleştirdi. Bu çevre 1990'lı yıllarda Emek Partisi'nde, bunun kapatılmasının ardından da EMEP'te faaliyet gösterdi. ÖDP de benzer şekilde, 70'li yılların silahlı mücadeleyi benimseyen hareketlerine dayanmaktadır. Ana ekseni THKP-C kökenli Devrimci Yol ve Kurtuluş gruplarıdır. Bununla birlikte TKP başta olmak üzere farklı sol çevrelerden gelen mensupları da vardır. Öte yandan 12 Mart döneminde kapatılan TİP, 1975'te Behice Boran tarafından tekrar kuruldu. Ancak artık solun çeşitli renklerinin altında toplandığı bir şemsiye değildi. Toplumsal tabanı oldukça dar bir gruptu. Bu yıllarda TİP, TKP, TKEP, TSİP vb gruplarla birlikte Türkiye solunun Sovyetçi öbeği içinde yer aldı. TİP' ten 1978'de ihraç edilen bir grup yazar, 1979'da Sosyalist İktidar dergisini çıkarmaya başladı. Bu grup 80'lerde Gelenek dergisiyle adını duyurdu. Önce (kapatılan) Sosyalist Türkiye Partisi'ni, ardından da SİP'i kurdu. SİP, diğer iki partiye nispetle daha ortodoks bir Marksist yorumu benimsemektedir.

Seçimlerde Sosyalist Sol

Öncelikle üç partinin bu seçimlerde 350 binin biraz üzerinde oy aldığını belirtmek gerekiyor. Bu oran %1'i fazlaca aşmayan bir orandır, ancak dikkat edilmesi gereken bu oranı oluşturan oyların niteliğidir:

"Türkiye'deki sosyalist örgütler, bu seçimlerde kabuklarını çatlatamamış, yalnızca aynadaki durumlarım görmüşlerdir. Sosyalist örgütlerin seçimlerde aldıkları oylar arasındaki nicelik f arkı kabuk çatlatmayla değil, yalnızca baştaki kabuğun büyüklüğüne bağlıdır. Bununla birlikte, ortada düş kırıklığına kapılacak bir durum da yoktur. Üç sosyalist partinin toplam oylarının 400 bine yaklaşması anlamlıdır. Anlamlıdır, çünkü bu 400 bin oyun büyük bölümü, tepki oyu, deneme oyu/alan değil, halis muhlis sosyalist oydur." (Metin Çulhaoğlu, soL, 23 Nisan 1999, s.21)

ÖDP'li Çulhaoğlu'nun sosyalist örgütlerin kabuklarını çatlatamamış oldukları yönündeki tespiti gerçekçidir. Alınan oylar arasındaki farkın gerçekleştirilen açılımlardan değil, temsil edilen çevrenin genişlik derecesinden kaynaklandığı açıktır. Partilerin seslendirdiği söylemler, ulaştırılmak üzere kurgulandıkları hedef kitleye ulaştırılamadı yahut bayrak edinilen, toplumun reel ihtiyaçlarına denk düştüğü varsayılarak propaganda içinde merkezi bir konuma yerleştirilen kavramlar umulan heyecanı ve dolayısıyla getirişi olacak olan oyları sağlamadı. EMEP'in yaptığı "işçi sınıfı vurgusu", seçimlerde bu sınıfın kendisine umulanın üzerinde teveccüh göstermesine neden olmadı. Sendikal yönetimlerdeki etkinliği, işçi sınıfı kitlesi içerisinde sahip olduğu tabanın artması şeklinde bir sonuç doğurmadı. SİP'in sosyalizm kavramını öne çıkarması, güncel sorunlar üzerinden siyaset yapma aşamasında -ki bu aşama en yoğun olarak seçim süreçlerinde yaşanmaktadır- ciddi bir zaaf olan pragmatik söylemlere ve omurgasız-aldatıcı kitlesel çağrılara prim vermekten kaçınma yönünde kendisine yarar sağladı ve görece tutarlı bir parti görünümü kazandırdı. Ancak seçimlere giren tek sosyalist parti olmayı iddia etme derecesine kadar varan yoğun vurgu, sosyalist söyleme değer veren insanlar nezdinde uyandırması beklenen etkiyi ortaya çıkarmadı.

Kabuk çatlatamama konusunda daha belirgin bir örnek sergileyen parti ÖDP'dir. ÖDP'nin öne çıkardığı söylem, demokrasi ve insan hakları ağırlıklı ve otorite karşıtı bir söylemdi. Gerek bu söylemin hitap etmesi umulan tabanın genişliği ve söylemin içeriğinin toplumda ciddi bir yankı oluşturabilecek seviyede var olan ihtiyaçlara tekabül etmesi, gerekse de partinin temsil ettiği tabanın ilişkileri oldukça yaygın bir geleneğin devamcısı olması, seçim sonuçları hakkında iyimser olunmasını tabii kılıyordu. Öyle ki %2'lik bir oran beklentisi, hem parti içinde hem de dışında normal olarak addediliyordu. Ancak %0.8'lik oran bu beklentilerin temelsizliğini ortaya koydu. Burada, ideolojik vurgudan yoksun, soyut bir özgürlükçü söylemin omurgasızlığına, ve bu omurgasızlığın anlamının kitlelere net bir mesaj ulaştıramamak ve neticede kitlelerce bir çözüm alternatifi olarak algılanmamak olduğuna işaret etmekte fayda var... ÖDP'nin Türkiye'deki sol eğilimli seçmen üzerindeki etkisizliğinin nedeni budur. ÖDP'nin temel beslenme zemini sosyalizm olmasına karşın, bu zemin üzerindeki kitleden ciddi bir ilgi görmemiş; "yılgınlar" olarak tabir edilen ve çoğunluğu toplum içerisinde hatırı sayılır bir statü sahibi olan kesim, propaganda sürecinde partinin destekçisi olmanın ötesinde aldığı oyların da başlıca kaynağı olmuştur.

Sosyalist partilerin aldıkları oyların çoğunluğunun "halis muhlis sosyalist oylar" olduğu iddiası ise özellikle SİP ve EMEP açısından düşünüldüğünde önemli bir tespiti ifade ediyor. Bu iki partinin kitle partisinden ziyade, kadro partisi olarak nitelendirilmeleri daha gerçekçidir. Ayrıca bu tespit, ÖDP için de daha alt düzeyde de olsa geçerlidir. Bu partilere oy veren kitlenin oldukça aktif, gerek parti içerisinde gerekse de parti üyelerinin içerisinde faaliyet gösterdiği sendikalar vb. demokratik kitle örgütleri içerisinde faal durumda oldukları görülmektedir. Yani söz konusu olan partisini sadece oyuyla destekleyen değil bizatihi parti işleyişine ve genel harekete katkıda bulunan -sayıca az da olsa- örgütlü bir kitledir. Bu örgütlülük öğrenci hareketinde, memur hareketinde ve belki de en önemlisi, işçi hareketinde yansımasını bulmaktadır. Toplumsal muhalefetin bu ana unsurlarının hareket gücü, içindeki insanların mensup oldukları partiler içindeki örgütlülüklerine dayanmaktadır. Özellikle çalışan kesimlerin dinamizmi, partilerin bu kesimler içindeki örgütlülüğüyle önemli ölçüde irtibatlıdır. Bir diğer nokta da alınan oyların coğrafi dağılımıdır. Oyların dağılımının ülkenin geniş bir kesimine yayıldığı görülmektedir. Kadro niteliğine sahip insanların varlığı söz konusu olduğunda, bu durumun kamuoyuna mesaj ulaştırma ve kitleleşme açısından önemli bir avantaj olduğu söylenebilir.

Kemalist Sol yahut İşçi Partisi

Kemalist sol bir oluşum, daha doğru bir tabirle Kemalizmin en sol versiyonu olarak tanımlayabileceğimiz İşçi Partisi, özellikle 28 Şubat sonrası MGK yanlısı çıkışlarıyla gündeme geldi. Bu oluşum 12 Mart öncesi MDD'cilerden ayrılan Doğu Perinçek ve çevresinin oluşturduğu TİKP ile ilk siyasi ifadesine kavuşmuştu. Aydınlıkçılar olarak da tanınan bu grup 1978'de TİKP'i, 80 sonrasında ise Sosyalist Parti'yi ve bunun kapatılmasının ardından da İşçi Partisi'ni kurdu. 70'li yıllardan bu yana kendi içinde pek çok kopuşlar yaşadı ve bu arada ülke konjonktüründe de 12 Eylül ve 28 Şubat gibi önemli kırılmaların etkili olduğu dönüşümler gerçekleşti. Bütün bu hengame içinde Aydınlıkçıların değişmeyen tarafı sistemin kanatlarından biriyle ittifak arayışları, muhalif olma iddialarındaki tutarsızlıklar ve siyasetlerinin ideolojik muhtevasının muğlaklığıydı. Geçmişteki sol içi çatışmaların değişmez aktörlüğü, komploculuk ve ihbarcılık tavırlarının bugün vardığı nokta açık düzen yandaşlığıdır. İşçi Partisi kendisini, "Cumhuriyet Devrimi" güçlerinden biri olarak tanımlamakta, temel stratejisini "Devrimci Cumhuriyet Programı" olarak adlandırdığı planın uygulanması için "Sol Güç Birliği"ni hayata geçirmek olarak, ifade etmektedir. Perinçek'in restorasyon sürecindeki sistem içi düzenlemenin bir kurbanı olarak hapse atılmasından sonra da genel politika sürdürülmektedir.

İP seçim sürecinde gerçek Atatürkçülüğü kendisinin temsil ettiğini öne sürerek CHP ve DSP tabanından oy elde etme çabasındaydı. Sol Kemalist kimliğiyle tanınan pek çok akademisyen, yazar v.b tanınmış isimlerle yakınlığının doğurduğu avantajı bu yönde kullanmak istedi, Fakat Türkiye'de sol Kemalist tabanın daralmakta oluşu ve bu daralmanın etkisiyle İP'in mevcut çizgisini olumlayan bir kısım insanların dahi sonuç alabilme düşüncesiyle büyük partilere meyletmesi, İP' in oylarının %0.19 gibi düşük bir oranda kalmasına yol açtı. Bu oran Sosyalist Partinin 1991'de aldığı %0.44'lük oyun yarısına bile denk düşmemektedir. Ayrıca İP'in 1995'teki oy oranının da biraz altındadır. Aslında bu oranlar İP'in tabanındaki bir daralmadan ziyade giderek yoğunlaştırdığı Kemalist söylemin yeterli derecede alıcı bulmaması, bulduğu noktalarda da talebin belirttiğimiz nedenlerden dolayı başka adreslere evrilmesinden kaynaklanmaktadır. Kitlesinin örgütlülüğü konusunda sosyalist sol partilerle İP arasında fazlaca fark bulunmamaktadır. İP'in kitlesi de aktif bir kitledir, ancak aktivitesi KESK, İHD gibi kurumlarda değil, üniversitelerde ve Atatürkçü Düşünce Derneği vb örgütlerde yoğunlaşmaktadır.

Seçim Sonrası Eğilimler

Seçim sonuçlarından doğan bir hayal kırıklığından bahsedilecekse, bunun için öncelikle ve belki de yalnızca ÖDP üzerinde durulmalı. Bu hayal kırıklığının pek çok hizipten oluşma olgusunun doğurduğu iç tartışmaları sürekli yaşayan bu partide farklı arayışların gündeme getirilmesi beklenebilir. Seçim sonrası genel başkan, yetkili isimler ve Parti Meclisi'nin yaptığı açıklamaların gösterdiği şey, şimdilik partinin sol çevrelerle ilişkileri geliştirmekten ziyade CHP tabanına yöneleceği, HADEP'e karşı da daha ilgisiz ve soğuk bir tavır geliştirebileceğidir. Ancak özellikle bu ikinci yönelişin parti içinde yoğun itirazlara sebep olması muhtemeldir. EMEP'in ise seçim öncesinden farklı bir söylem içinde olmadığı görülmektedir. SİP de aynı şekilde, aldığı oylar umduğundan pek farklı olmadığından dolayı, ÖDP tipi bir düş kırıklığı içerisinde görünmemektedir. Üç parti arasında muhtemel bir ittifakın tartışmalarının -ÖDP'nin şu anki ilgisiz görünümüne rağmen- önümüzdeki günlerde konjonktüre bağlı olarak tekrar yoğunlaşması beklenebilir.

Seçim sonrası eğilimleri etkileyen önemli bir faktör, MHP'nin oy oranını büyük ölçüde artırmış olmasıdır. Bu olgu sol kesimde "faşizmle mücadele" başlığını ön plana çıkarmıştır. Bu başlık olası ittifak tartışmalarının ana eksenini de oluşturacak gibi görünmektedir.

İP, temel yönelimi olan MGK politikaları doğrultusunda hareket etme tavrını sürdürme kararlılığına sahip göründüğünden, seçim sonuçlarının -köklü bir politika değişikliği olmadığı takdirde- farklı bir tavır alışı gündeme getirmesi beklenmemelidir.

Partili Mücadelenin Durumu

Bu yazının konusu olan partiler, 18 Nisanda ya hayal kırıklığı yaşamış veya somut bir ilerleme kaydedememiş durumdadırlar. Buna karşın, bu kesimlerde legal siyasi parti faaliyetinin imkanlarının ve veriminin tartışılmaması ya da tartışma gündeminin en arka sıralarında yer alması düşündürücüdür. Bu konuda teorik anlamda ikna olmuşluk ve izlenecek genel yol konusunda bir mutabakat gözlenmektedir. Bu mutabakatın ardından yoğunlaşılan konu ise, haliyle üzerinde uzlaşılmış yöntemlerin tekrar sorgulanması değil, benimsenmiş yöntem ve araçların daha verimli bir tarzda kullanım olanaklarının araştırılmasıdır. Yasal faaliyet göstermenin sorunlarından olan yapısal gevşeklik sorunu da, çoğu parti açısından çözümlenmiş görünmektedir. Gençlik kesimi içerisindeki faaliyetlerin sürekliliği, işçi-memur kesimindeki çalışmaların Türkiye şartlarında ileri kabul edilebilecek ve toplumsal muhalefet üzerinde belirleyici olabilen yapısı, ülkemizin içinde bulunduğu şartlarda görece sağlıklı bir yapılanmanın gerçekleştirilmiş olduğunu gösteriyor.

Toplumsal meşruiyet sorunu da partili mücadelenin kazanımlar sağladığı bir başlık... Toplumsal muhalefetin sindirilmeye çalışıldığı bir süreçte yasal olarak kazanılmış haklara sahip olmanın avantajı görece hareket serbestliği sağlıyor, yapısal/çevresel ilişkilerin organize edilebileceği, tanımlanmış merkezlerin varlığı, ilişkilerin devamının bir ölçüde garantörü olarak işlev görüyor. Toplumsal hafızada bir süreklilik sağlanması da kayda değer bir kazanım... Geçtiğimiz süreçte partili oluşumların, sahip oldukları avantajları kullanarak, diğer çevrelerin tavır geliştiremediği konularda -zayıf da olsa- eylemlilikler gerçekleştirdiklerine şahit olduk. Yasal miting yapabilme kolaylığı v.b imkanların bu konuda etkili olduğu bir gerçektir. Ayrıca açık faaliyet gösteren yapılar, toplumsal algıda meşruiyet sağlama açısından diğerlerine göre avantajlı sayılabilecek bir konumdadır. Bu konuma sahip olmanın hem eylemliliğin oluşturulmasında, hem de etkileyiciliğinde önemli bir faktör olduğu bir gerçektir. Bunun doğurduğu özgüven, ülke şartlarının da etkisiyle, bu partiler dışında kalan ve çoğunluğu daha radikal olarak nitelendirilebilecek kesimlerin de kendilerini bu oluşumlarla bir ölçüde ilişkilendirmesi beklentisini beraberinde getirmiştir.

Öte yandan, içinde hareket edilen çerçevenin bağlayıcı olarak algılanması yahut çerçevenin kısıtlayıcı etkilerinin yapısal dinamizmi, mevcudun daha ötesini düşünebilmekten kendisini alıkoyacak derecede törpülemesi durumunda, bu avantajlar sağlıklı bir hareketin gelişimine katkı sağlayabilecek biçimde kullanılamamaktadır. Bu çerçeve geliştirici ve koruyucu niteliklerinden istifade edilen bir form, nihai anlamda ise bir araç olarak değerlendirildiğinde anlam kazanmaktadır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR