1. YAZARLAR

  2. Murat Özer

  3. Sizin Hiç mi Suçunuz Yok?

Sizin Hiç mi Suçunuz Yok?

Temmuz 2015A+A-

Türkiye'de halkın değerlerine saygı gösteren, statükonun karşısında duran siyasi partiler 1960 darbesinden bu yana devamlı surette kapatıldılar ya da ağır baskılara maruz kaldılar. Tek parti diktatörlüğünün halkın üzerindeki baskısını büyük ölçüde hafifleten Demokrat Parti'nin iktidarı Adnan Menderes ve kabinesinin önemli isimlerinin idam edilmesiyle son bulduğundan beri, Türkiye halkı aynı tecrübeyi yaşadı: Baskı ve sindirme. DP, MSP, RP, Fazilet Partisi gibi partilerin kapatmadan başkanlarının idamına kadar çeşitli şekillerde sindirilmesi, halkın kendi değerlerine sahip çıkan partileri destekleme konusundaki iştiyaklarını da büyük ölçüde etkilemişti. AK Parti'nin 2002 seçimlerindeki yüzde 34 ile başlayan başarısını yüzde 49'lara kadar taşımasının arkasında halkın partiye duyduğu güven kadar, artık darbe yapılmayacağına olan inancı da etkili olmuştur.

AK Parti’nin girdiği tüm seçimlerden zaferle çıkmasının sebeplerinin başında iktidarda sergilediği performans kadar askerî vesayeti ortadan kaldırmaya yönelik çalışmaları ve büyük ölçüde bu tehlikeden halkı kurtarmasının oluşturduğu psikolojik atmosfer de etkilidir. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana sistemin sahiplerinden adeta parya muamelesi gören Anadolu halkının 13 yıllık süreç boyunca ve giderek artan bir şekilde "kendisine değer verildiğini" görmesi, ülke içinde ve dışında itibar kazandığını hissetmesi AK Parti'nin en büyük başarısıdır. Halkın üzerindeki psikolojik bariyerin kırılması ve özgüveninin artması, iktidar partisinin bir yenilgi gibi takdim edilen 2015 seçimlerinden yüzde 41 oy alarak birinci parti çıkmasının temel sebebi olarak görülmelidir. Türkiye'de hiçbir parti girdiği tüm seçimlerden üst üste birinci parti olarak çıkma başarısını yakalayamamıştır.

İşte bu sebeple kimse AK Parti'nin "tek başına iktidar" döneminin kapanabileceğine ihtimal vermiyordu. Sadece AK Parti seçmeninde değil, diğer partilere oy veren kitlede de şaşkınlığa sebebiyet veren şey ülkede istikrarı sağlayan, pek çok alanda geç de olsa özgürlükleri getiren, hem de kısa bir süre önce tüm karşı ittifaklara karşı liderini cumhurbaşkanlığı makamına yüzde 52 ile taşıyan bir partinin yeteri kadar oy alamamış olmasıydı.

Çözüm Sürecinde Nerede Hata Yapıldı?

AK Parti'nin seçimlerde güç kaybetmesini adeta bir zafer edasıyla takdim eden çevrelerin en fazla dile getirdiği şey şüphesiz Kürt seçmeninin partiye olan desteğini büyük ölçüde geri çekmesiydi. Bu durum partinin Kürt sorununun çözümü konusunda ortaya koyduğu pratiğin zayıf olduğunun göstergesi olarak sunulurken, başta Erdoğan olmak üzere Hükümet neredeyse "Kürt düşmanı" olarak lanse edildi. Hükümetin Kobani'de ABD önderliğinde sürdürülen savaşta zarar gören 200 bine yakın Kürt’ü ülke topraklarına kabul edip ağırlamasına rağmen; 6-7 Ekim tarihinde sokakları ateşe vererek cezalandıran bir anlayışı nedense kimse eleştirme zahmetine katlanmadı.

Bu topraklarda yaşayan her vicdan sahibi insanın takdir edeceği bir gerçek var ki, o da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibinin Türkiye tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar Kürt halkının derdiyle dertlendiğidir. Tüm siyasi istikbalini bir kenara bırakarak, seçmen kitlesinin büyük ölçüde muhafazakâr-milliyetçi bir gelenekten geldiği gerçeğine de gözlerini kapatarak Hükümetin başlattığı Kürt açılımı ve nihayetinde getirdiği çözüm süreci Kürtler için tarifi mümkün olmayan büyük bir kazanımdır. Kürt halkının "dil, kültür, siyasi hayata katılım" gibi pek çok doğal hakları bu hükümet sayesinde kazanılmıştır. AK Parti, Kürt sorununun çözümü konusunda muhatabı durumundaki Kürt milliyetçisi siyasi hareketten dahi daha fazla samimi olduğunu ispatlamıştır. Hiç kimse bunun aksini iddia edemez. Bu o kadar açık ve sarih bir gerçektir ki, ABD'nin taşeronu olan Kürt ulusalcısı çete kendi altındaki zeminin Müslümanlar lehine kaydığını gördüğü için Kürt halkını bugüne kadar insan olarak bile göremeyen Nişantaşı’nın, Cihangir’in, Etiler’in burjuvasıyla kirli bir ittifak içine girmiştir.

Ülkede barış isteyen Türk ve Kürt halklarının hissiyatına kulak veren herkes, AK Parti'nin başarısızlığının altındaki sebebin Kürt sorununu çözme konusundaki performansı olmadığını görecektir. Gerçekte olan şey Hükümetin bu sorunun çözümü konusundaki muhatap seçiminden kaynaklanmaktadır. PKK'nın siyasi uzantısı durumundaki bir partiyi sorunun çözümü konusunda "tek" muhatap kabul etmesi ve tüm uyarılara rağmen bu vaziyetinden sarfınazar etmemesi başarısızlığın en büyük sebebi olarak görülmelidir. AK Parti, dramatik bir şekilde sorunun çözümü konusundaki tavrı sebebiyle hem Kürt hem de Türk seçmenini küstürmüştür.

Doğu ve Güneydoğuda HDP'nin başarısının altında pek çok etmen olduğu açıktır. Kürt halkı üzerindeki milliyetçiliğin artması elbette en temel etken olarak görülmelidir. Fakat, tehdit ve şantajla oy toplama, baskı yoluylaAK Parti ve HÜDA-PAR yönetici ve seçmen kitlesinin sindirilmeye çalışılması da gözlerden kaçırılmamalıdır. AK Parti'den yönünü HDP'ye çeviren bölge insanı çözüm sürecinde en güçlü partner olan AK Parti'nin bu güç kaybından şu anda büyük bir üzüntü duymalıdır. Bölgede ister HDP'li olsun isterse eski AK Parti seçmeni yanibarışı gerçekten arzulayan hiç kimsebu sonuçtan memnun olamaz. HDP'nin ABD ve sömürgecilerin yerli işbirlikçileri olan Kemalist vesayetçilerle yaptığı ittifakın çözüm sürecinde ne büyük bir yara açtığını; koalisyon konusundaki en yakın ve en gerçekçi çözümün AK Parti-MHP koalisyonu olarak ortaya çıkmasında görülmelidir. Yalçın Akdoğan'ın deyimiyle HDP bundan sonra çözüm sürecinin ancak filmini çekebilir.

AK Parti Asıl Muhafazakâr Türk Seçmenini Küstürdü

Kürt seçmeninin AK Parti'ye olan desteğini azaltmasının konuşulması "CNN-Doğan-ABD-HDP-Kemalist Sol" ittifakının daha fazla işine geldiği için olsa gerek, AK Parti'nin Orta ve Batı Anadolu, Karadeniz gibi diğer bölgelerdeki oy kaybını ve seçmen kitlesini MHP'ye "şimdilik" kaptırmasını kimse konuşmadı. Hükümetin çözüm süreci esnasında "PKK ve yandaşlarına" fazlasıyla imkân tanıması, barışı sağlamak gibi güzel bir gerekçe için de olsa hiçbir hukuk tanımayan bu taşeron çeteye karşı müsamahakâr davranması sadece Türk seçmende değil, PKK'nın vahşi yüzünü bilen Kürtlerde de bir memnuniyetsizlik meydana getirmiştir.

Özellikle HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan'la Dolmabahçe Sarayı'nda yaptığı görüşme bir dönüm noktası olmuştur. Kobani'yi bahane ederek yapılan ve vandalizme, katliama varan eylemlerin tetikleyicilerinden Önder'in büyük bir pişkinlikle İmralı'dan getirdiği mektubu adeta bir talimat okur gibi kameraların önünde okuması bardağı taşıran son nokta olmuştur. Devletin zirvesinde bir örgüt liderinin mesajını adeta bir "hakem" sıfatını haizmiş gibi okuyanlara bu imkânı her ne surette olursa olsun sunanlar, 30 yıldan fazla bir süredir aslında tarafı olmadığı bir savaşta çocuklarını kaybeden anaların hissiyatını hiçe saymışlardır. Bu hiçe sayma asıl kayıp olarak görülmelidir. Zaten sandığa da bu şekilde yansımıştır. Erdoğan'ın bu noktadan sonra yaptığı müdahaleler ise ancak bu kadar toparlanabilmesini sağlamıştır.

Seçim sonuçlarına başka bir açıdan projeksiyon tuttuğumuzda şu çarpıcı sonuçla karşılaşıyoruz: AK Parti'nin geleneksel seçmeni çözüm sürecinde yapılan yanlışlıklar sebebiyle Hükümete tepki göstermiş ve MHP'yi desteklemiştir. Sözgelimi Çanakkale'de AK Parti yüzde 41'den yüzde 34'e gerilerken aradaki farkın tamamı MHP'ye gitmiş ve kentte CHP birinciliğe yükselmiştir. Benzer bir sonuç Aksaray'da da görülebilir: AK Parti yüzde 66'dan yüzde 58'e gerilerken, MHP yüzde 17'den yüzde 30'a çıkmıştır. Çorum'da AK Parti yüzde 61'den yüzde 54'e gerilerken MHP yüzde 10'dan yüzde 17'e çıkmıştır. Doğu Anadolu'da Türk nüfusun yoğun olduğu Erzurum'da da sonuçlar benzerdir: AK Parti yüzde 69'dan yüzde 52'ye gerilerken MHP oylarını yüzde 13'ten yüzde 23'e çıkarmayı başarmıştır. Elazığ'da AK Parti yüzde 67'den yüzde 52'ye düşerken, MHP yüzde 14'ten yüzde 20'ye oylarını yükseltmiştir. Kahramanmaraş'ta AK Parti yüzde 69'dan 61'e düşerken, MHP oylarını yüzde 13'den yüzde 19'a çıkarmıştır. Sivas'ta AK Parti yüzde 63'ten 57'ye gerilerken, MHP yüzde 9'dan yüzde 18'e çıkmıştır. Gümüşhane'de AK Parti oyları yüzde 64'ten 56'ye düşerken, MHP oylarını yüzde 21'den yüzde 31'e çıkarmıştır. Benzer sonuçlar Amasya, Balıkesir, Gaziantep gibi neredeyse tüm şehirlerde görülebilir. Tamamı muhafazakâr olan ve görüldüğü gibi bugüne kadar tartışmasız AK Parti'nin üstünlüğünün olduğu şehirlerde AK Parti'den giden oylar neredeyse bir blok halinde MHP'ye gitmiştir.

Nerede Hata Yapıldı?

Tek Suçlu AK Parti mi?

Seçimlerden hemen sonra oluşan şaşkınlığı üzerinden atan AK Parti'ye yakın kalemler ve isimler de suçlu bulma konusunda epey gayret sarfettiler. Özellikle tıpkı kirli ittifakın dile getirdiği gibi "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çözüm süreci masasını son dakikada tekmelemesi" aforizmasını kimi zaman açıktan kimi zaman da üstü örtülü bir şekilde dile getirmekten kaçınmadılar.

Bunu dile getirenler, Kürt ulusalcılığının "şirin" Türkmen çocuğu Sırrı Süreyya Önder'in "Sekreteryanın kimlerden oluşacağını Sayın Öcalan belirler. Sayın Öcalan Sayın Davutoğlu’na diyor mu şu kişiyle çalış şununla çalışma?" ya da "AK Partililerin dilleri baldıran zehiri saçıyor. Bu tehditlere karşı nasıl bir tepki vereceğimizi bilmek isterlerse, çok değil iki sene öncesine gitmeleri yeterlidir." ya da "Sayın Öcalan’a saygısızlık etmeyi aklınızdan bile geçirmeyin! Aklınıza da ağzınıza da almayın." sözleri hakkında ne yazdılar ne de konuştular.

"Suriye'de ve Rojava'da Kürtlerin ve Alevilerin çocukları böyle katlediliyor!" diyerek Esed rejiminin yaptığı çocuk katliamının fotoğraflarını gösteren, yalanları ortaya çıktığında ise özür dileme zahmetinde bulunmayan, "El Kaide bağlantılı çetelerin vahşi saldırılarına karşı Kürtler Rojava'nın her yerinden savunma amaçlı çatışma bölgelerine akın ediyor" diyerek Kürt gençlerini Suriye'de savaşa teşvik eden barış güvercini Sırrı Süreyya Önder'e diyecek hiçbir sözünüz yok mu sahiden?

Önder'in en çarpıcı çıkışlarından birisi tüm dünyada tepki toplayan, dünyanın en ahlaksız filmlerinden birisi olarak kabul edilen ve Türkiye'de yasaklanan "Nymphomaniac" filmini savunmak için verdiği soru önergesiydi. Bu ve benzerlerinin İslam'a ve halkımızın ahlaki değerlerine olan düşmanlığı tartışma götürmez iken, onu parlatan "bizimkiler"in söyleyecek hiçbir sözü yok mudur? Açık söylemek gerekirse, İslami hareketlere düşmanlık eden, yalancılıkta sınır tanımayan birisine karşı cevap vermek dahi gereksizdir. Fakat onu İslami camia tanımaz iken Ülke TV ekranlarına çıkararak "büyük üstat", "hoş sözlü ağır abi" güzellemesi yapan Tarık Tufan, İsmail Kılıçarslan ve Selahattin Yusuf da mı hiçbir şey söylemeyecek?

Elbette hiç kimse birlikte program yaptığı insanların her sözüne, duruşuna kefil olacak değil. Fakat yıllarca Müslüman gençlerin önüne "sevimli, içten, bizden biri" gibi gösterilen Sırrı S. Önder'in çözüm süreci ve Suriye konusunda ortaya koyduğu "İslam düşmanı ve yalancı kimliği"ni ifşa etmek gerekmez miydi? Tarık Tufan'dan ya da İsmail Kılıçarslan'dan onun bu yaklaşım ve anlayışlarını reddettiklerini yüksek sesle dile getirmelerini beklemeyelim mi? Hiç olmazsa "Yapma abi, bu kadar da Suriye'nin, İslami direnişin düşmanı olunmaz ki, kaç yıllık hukukumuz var?" demelerini bekledik. Ama nafile. Çözüm sürecinde AK Parti'nin "Kürt milliyetçilerin talepleri doğrultusunda daha fazla gayret sarfetmeyerek" sergilediği hataları konuşmak daha fazla sempatik geliyor sanırım bazı çevrelere.

Hataları konuşalım elbet. Çözüm süreci yüzünden başta Doğu ve Güneydoğu olmak üzere ülkeyi bütünüyle "dünyanın en yalancı, dünyanın en vahşi örgütünün insafına terk etmeyi" konuşalım mesela. Kobani eylemleri esnasında vandalizmi İstanbul'a kadar ulaşan, sokaklarda sakallı avına çıkan bir zihniyetle hangi barışın yapılabileceğini konuşalım elbette. Fakat AK Parti“Nerede hata yaptık?” sorusunu Beşir Atalay'ın zaviyesinden cevaplamaya devam ettiği sürece bu sorunun gerçek yanıtını bulamayacağız.

Çözüm süreci esnasında oluşturulan "akil adamlar" heyetinin oluşturulma şekli ve temsil kabiliyeti tartışılmalı değil midir? İslami camiayı temsil etmesi için heyete dâhil edilen bazı kimselerin adeta HDP ile sözbirliği yapması süreci ne yönde etkilemiştir? AK Parti'nin çözüm sürecindeki hataları içerisinde, Doğu ve Güneydoğu'daki İslami camiaları temsil edebilecek hiç kimsenin muhatap alınmaması, İslami şahsiyetlerin ise adeta bir dekor gibi bu platforma dâhil edilmelerisorgulanmalıdır. Seçimler öncesinde HDP barajı aşmaz ise kaos olur yaygarası ile korku psikolojisini yaygınlaştıran çevrelerin etkisinde kalan kimi yazar-çizer takımımız, seçimler sonrasında ise "Aman AK Parti-MHP koalisyonu olmasın, bu bölge için felaket olur!" demeye başladılar. İçlerinde Hilal Kaplan gibi akil adamlarımızın da olduğu bu kişilere sormak lazım. Sizler çözüm sürecini Türkiye halkına, çeşitli etnik ve mezhebî farklılığı bulunan insanlara anlatmaya gayret etmek, barışın kapısını aralamak için bu platforma dâhil edilmiştiniz. Eski gerilla liderlerinden çeşitli marjinal sol örgüt temsilcilerine ve elbette PKK örgütünün destekçilerine kadar pek çok kişiyle birlikte aylarca süren toplantılar yaptınız. 6-7 Ekim felaketini, Demirtaş'ın provokasyonunu açıkça gördükten sonra en üst perdeden tepki göstermek sizin vazifeniz değil miydi? Barış masasına tekmeyi vuranın Erdoğan değil, Demirtaş ve çetesi olduğunu açıkça söylemeli değil miydiniz? Akil adamların içinde yalnız kendi entelektüel birikiminizi değil, barışı talep eden Türk ve Kürt Müslümanların hissiyatını, sevgisini ve Yasin Börü'yü vahşice katledenlere duyduğu öfkeyi de temsil ettiğinizi anlayamadınız mı?

AK Parti"Kendine Söveni Seviyor"

AK Parti'nin sekter ve kendinden başka hiçbir anlayışa tahammül edemediği, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ise "diktatör" olduğu en çok da muhalifler tarafından dile getirilen bir söylem. Bu koroya ABD ve Avrupa'nın gazeteleri de katılmış durumda. Fakat ne hikmetse, AK Parti'ye sövenler, Cumhurbaşkanı’na "sarayını terk et" diyebilecek cüreti gösterenler daima baş tacı edildiler bugüne kadar.

Şu anda CNN Türk ekranlarından son derece müstehzi bir üslupla özellikle de Erdoğan'ı hedef alan Levent Gültekin'e bir bakalım mesela. 1994 yılında reklam müdürü olarak girdiği Yeni Şafak'ta beş yıl içinde genel müdürlüğe terfi eden Gültekin, 2000 yılında Hakan Albayrak'la birlikte Gerçek Hayat dergisini kurdu ve beş yıl boyunca bu dergiyi idare etti. AK Parti medyada etkinliğini artırdıkça Gültekin'in de yıldızı parladı ve sırasıyla Star Medya yöneticiliği ve Cine5'in grup başkanlığını yürüttü. HDP'nin barajı aşması ve Cumhurbaşkanı'nın gücünün kırılması için olağanüstü bir gayret sarfeden Şirin Payzın'la birlikte AK Parti'nin şahsında İslami kimliğin kötülenmesinden akılalmaz yalanlarla Suriye direnişinin karalanmasına kadar pek çok konuda efendilerinin takdirini hak edecek şekilde çalıştılar.

Hükümete yakın TV kanallarında aralıksız program yapan Sevilay Yükselir'in seçimlerden hemen önce HDP'ye desteğini vereceğini açıklayarak Hükümeti suçlaması ise hiç şaşırtıcı olmadı; tabii, Yükselir'in 28 Şubat döneminde başörtüsü karşısında takındığı açık tavrı bilenler için. Onun için Yükselir'e galiz küfürlerle saldıranlar yerden göğe kadar haksızdır. Başörtüsü düşmanlığı ile maruf, hatta başörtülü öğrencilere en ağır küfürleri eden Fatih Altaylı'yla karşılıklı sırıtarak "Başörtülüyü nasıl paket yaptın!" muhabbeti yapan bir kişiye bu televizyonların kapılarını sonuna kadar açanlar, onları halkın gözünde hiç ulaşamayacakları bir mevkie taşıyanlarda suç aranmalı değil midir?

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Beştepe Külliyesi'nden ayrılması gerektiğini söyleyen Fehmi Koruda AK Parti'nin yere göğe koyamadığı akıl danelerindendi. Tabii onun bu söylemini de aşıp yüzde 52 oy almış bir cumhurbaşkanının koltuğunun artık şaibeli olduğunu söyleyenler de olmadı değil. Paralel Örgüt'ün yayın organının yıllarca başyazarlığını yapan Fehmi Koru hükümete yakın Yeni Şafak'ta yayın danışmanlığı yaptı ve yine bir başka hükümet yanlısı Star gazetesinde yıllarca yazdı. Harvardlı Koru'nun ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman'ın talebi üzerine, İbrahim Karagül'ün görevden alınması için gazete yönetimine baskı yaptığı iddiaları Wiki Leaks belgelerine kadar girmiş olsa dahi, AK Parti daima kendisine yeni çıkış kapıları bulmaktan imtina etmedi. Eminiz, bu kriz de kısa sürede atlatılır ve Koru'ya hak ettiği paye yeniden verilir. Çünkü AK Parti kendisine söveni daima taltif etmiştir.

Bu seçim sonuçlarından en önemli dersi elbette AK Parti yöneticileri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkarmalıdır. İslami kimliğimize karşı yapılan saldırılar karşısında hiçbir bedel ödememiş, amiyane tabirle kendini iyi pazarlayan fakat doğru dürüst hiçbir birikime sahip olmayan kişilerin baştacı edilmesinden vazgeçilmez ise hem biz hem de onlar sürekli olarak dejavu yaşayacağız. Biz nerede hata yaptık sorusu ise havada kalmaya devam edecek.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR