1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Sivas Davası ve Zulüm

Sivas Davası ve Zulüm

Kasım 1996A+A-

12 Ekim tarihinde İDKAM'da "Sivas Davası ve Zulüm" konulu bir panel düzenlendi. Panelin yöneticiliğini Vahdettin Işık yaparken, konuşmacı olarak Sivas davasında yargılanan müslümanların avukatlarından Muharrem Balcı ve Şeref Dursun katıldılar.

Giriş mahiyetinde Sivas olayları hakkında kısa bir hatırlatmada bulunan V. Işık 1993 yılına kadar Pir Sultan Abdal'ın köyü Banaz'da yapılan şenliklerin ilk defa 1993'te SHP'li kültür bakanının çabalarıyla Sivas merkeze alındığını, o günlerde Selman Rüşdi'nin kitabını Aydınlıkla yayınlayan ve her gittiği yerele müslümanların inançlarına küfreden Aziz Nesinin provokasyonlarının gündemde olduğunu, zaten kendi ağzıyla da ifade ettiği gibi A.Nesinin Pir Sultan Abdal hakkında bilgisi ve ilgisi bulunmamasına rağmen şenliklere davet edildiğini hatırlattı. A. Nesinin Sivas'ta da provokatif tutumunu devam ettirmesi üzerine başlayan olayların istenmeyen şekilde sonuçlandığını söyleyen V. Işık, temelde İstanbul'da yapılan protesto eylemiyle Sivas'ta yapılanın birbirinden mahiyet itibariyle farkı olmamasına rağmen olayın bu şekilde sonuçlanmasının müslüman kamuoyunda bir kompleks oluşturduğunu ve ezik bir psikolojiyle hareket edildiğine dikkat çekti. Sonuç olarak zaten müslümanları ezmek isteyen sistemin Sivas olaylarıyla daha da saldırganlaştığını ve DGM'de yargılanan müslümanlara ağır cezalar yağdırıldığını, buna rağmen, Yargıtay'ın hukuku bütünüyle gözardı ederek DGM'nin kararını bozduğunu ve birçok sanık hakkında idam talebinde bulunduğunu söyleyen V. Işık panelde Yargıtay'ın bu son kararı üzerinde durulacağını belirtti,

İlk konuşmacı Av. Şeref Dursun Sivas olaylarının A.Nesin'in saldırgan tutumu üzerine müslüman halkın ortaya koyduğu haklı bir toplumsal tepki olarak görülmesi gerektiğini ifade etti. Bununla birlikte, medyanın olayların ortaya çıktığı günden bu yana sürekli olarak yargısız infaz yaptığını, başlangıçta davanın hangi mahkemede görüleceği konusunda bir tartışma yaşandığını, normalde Adli Mahkemelerde görülmesi gereken davanın Yargıtay'ın kararıyla DGM'ye sevkedildiğini söyledi. Üç yıldan beridir hem devlet nezdinde hem de medyanın propagandasıyla müslümanlar hakkında "insan yakan caniler" şeklinde kamuoyuna bir imaj sunulduğunu söyleyen Ş. Dursun halbuki otopsi raporlarında yanarak ölenlerden değil, 34 kişinin karbonmonoksit gazından (dumandan) zehirlenerek öldüğünün açıkça ortaya konulduğunu söyledi. Ne yazık ki bu propagandaların bazı müslümanlar üzerinde dahi etkili olabildiğini ve Sivas'ta İslami duyarlılıkları nedeniyle bu protesto eylemini gerçekleştiren ve bu yüzden de düzenin zulmüne maruz kalan müslümanlara ilişkin çarpık bir yaklaşım içine girilebildiğini, olayın bizler açısından asıl üzüntü verici boyutunun bu olduğunu vurguladı.

Daha sonra söz alan Av. Muharrem Balcı Yargıtay'ın bozma kararları üzerinde durdu. M. Balcı Ankara DGM'nin kararında 26 sanığa bina yakmaktan önce idam cezası verilip, asıl faillerin tespit edilememiş olmasından dolayı bu cezanın 20 yıla indirildiğini, daha sonra A. Nesinin tahriki gözönünde bulundurularak bu cezanın dörtte bir oranında azaltılarak 15'er yıl hapis cezası verildiğini, 60 kişiye ise toplantı ve gösteri yasasına muhalefetten 3'er yıl hapis cezası verildiğini, 21 sanık cezaevinde tutulurken diğerlerinin tahliye edilmiş olduğunu hatırlattı. Hem sanık avukatlarının hem de DGM Savcılığının bu karara itiraz ederek Yargıtay'a başvurduklarını söyleyen M. Balcı Yargıtay'ın kararı bozup olayı 3 bölüm halinde ele aldığını, 1. bölüm de sanıkların 146/1. maddeden, yani idam cezasıyla yargılanmaları gerektiğine hükmettiğini söyledi.

M. Balcı konuşmasında Yargıtay'ın çok yeni ve zorlama bir ictihadla kanunda açıkça suç teşkil etmese dahi Anayasa'da yeralan devletin şekli işleyişine ilişkin vasıllarından herhangi birine karşı yapılacak eylemi dahi Anayasal düzeni silah zoruyla yıkma suçu olarak saydığını belirtti. Yargıtay kararında açık bir biçimde devletin ideolojisinden söz edildiğini hatırlatan M. Balcı devletin ideolojisi varsa bu devletin dini var demektir, diğer dinlere (ideolojilere) hayat hakkı tanımayacak demektir, Yargıtay laikliği akılcı ve bilimsel bir yol olarak gösteriyor ve dayatıyor, İslam'ın dogma olduğunu iddia edenler laikliği dogma haline getiriyor." diye devam etti.

Yargıtay'ın bu içtihadıyla 146/1. madde kapsamında görülebilecek tüm teşebbüslerin dahi suç kabul edildiğini, bunun örgütlü yapılması şartının aranmadığını, nitekim Yargıtay 9. dairesinin J. Kamhi'ye suikast girişiminden dolayı yargılanan 3 müslümanın idamla yargılanmaları gerektiğine hükmettiğini oysa son bir iki yıla kadar bu maddenin böyle yorumlanmadığını, daha önce tüm ülke çapında infial uyandıracak derecede örgütlü ve silahlı girişim şartı aranırken artık bu şartları taşımayan girişimlerin dahi yeni ictihadla bu çerçeveye sokulduğunu vurgulayan Balcı " Yargıtay Sivas davasında sloganları, el işaretlerini ve olaydan önce el yazısıyla yazılıp dükkanların altından atılan 20-30 bildiriyi delil kabul edip olayın laik Cumhuriyet'e yönelik silahlı ve örgütlü bir eylem olduğunda diretiyor... Emniyet mensuplarının tuttuğu raporda yazılı sloganlarla daha sonra mahkemede polisler tarafından söylenenler farklı, üste ekleme yapılmış. Öyle ki tutarsızlık dosyaya olduğu gibi yansımış Cumhuriyetin temel ilkeleri aleyhine atıldığı iddia edilen sloganın 3 farklı versiyonu açık bir çelişki olarak dosyada sırıtıyor": 1- Cumhuriyeti Sivas'ta kurduk, Sivas'ta yıkacağız. 2- Cumhuriyeti burada kurduk, burada yıkacağız. 3-Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak.

M. Balcı konuşmasına şöyle devam etti: "Sonuçta Şeriat isteriz diye bağırmak veya Anayasa'daki herhangi bir maddeye karşı eylem yapmak bu yeni içtihadla 146/1. madde kapsamına sokulabilecek. Hele de taş vs. gibi şeyler atılır, sloganlar ve el işaretlerinde ortaklıklar tesbit edilirse - ki zaten bunlar genelde ortaktır- aynı örgüt üyesi oldukları iddiasıyla 146/1, yani idamla yargılanacaklar."

Yargılayın bozma kararının oybirliğiyle alındığının hatırlatan Balcı, bu hukuk dışı kararda hiçbir muhalefet şerhinin bulunmayışının dikkat çekici olduğunu söyledi.

İkinci turda tekrar söz alan Ş. Dursun TCK'nın çağın gerisinde olduğunu, Mussolini İtalya'sından kopya edilen kanunlarla idare edildiğimizi belirterek "80'den sonra rejim karşısındaki tek güç olarak İslam ve müslümanlar kalınca buna yönelik tedbirler alınmaya başlandı. Mesela Nusret Demiral, Sivas dava dosyasında yer alan ünlü "düşünce örneği" başlıklı değerlendirmesinde "163'ün kaldırılmasından cesaret alanlar." diye ithamda bulunabilmiş! Yani bu tür maddelerin kaldırılmasını rejimin bir geri adımı olarak görmüştü. Bu açıkça bir savcının kendini yasama erkinin üzerine koyması demektir. Açıkça kanunda yazılı olmayan suç ihdas etmektir... Yargıtay'ın bu son kararından sonra nelerle karşılaşılabileceği şüpheli. Şu anda da yanlışlıkla, bilmeden el işareti yapıp, slogan atmak dahi İçtihadla 146/1 kapsamına sokulabilecek. Nitekim Sivas olaylarında atılan "Şerefsiz Vali" sloganını atmak ve Sivas Kongresinin yapıldığı binayı taşlamak bile Cumhuriyetin temel ilkelerine yapılmış bir saldırı ve Anayasal suç sayılıyor... Kaldı ki, bu bina taşlanmamıştır. Verilen karar hukuk dışı ve korkunç. Yargıtay'ın bozma kararı üzerine gök kubbeyi yıkmamız lazımdı ama sesimiz bile çıkmıyor, öte yandan İslam karşıtı cephe propagandaya devam ediyor ve bu haksız karardan dolayı Yargıtay'a tebrik yağdırabiliyor."

Daha sonra hukukun ne hale geldiğinden bahseden M. Balcı Anayasa Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma yetkisi olmamasına rağmen son zamanlarda bu tür uygulamalarla sık sık karşılaşıldığını, Yargıtay'ın hukuk dışı bir tavra yöneldiğini yapılan tüm bu baskıların da geleceğe güvenle bakamamalarından kaynaklandığını ifade etti.

Hukuksuzluğa başka bir örneği de Ş. Dursun verdi: "Hasan Mezarcı'nın Atatürk'e hakaret ettiğini, dolayısıyla kendisinin manevi haklarını da rencide ettiğini iddia ederek Mezarcı aleyhine dava açmak isteyen bir şahsın müracaatının mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine söz konusu şahıs iddiasında ısrar edip Yargıtay'a başvurur. Bu başvuru üzerine Yargıtay. Atatürk'ün her Türk'ün manevi atası olduğu, dolayısıyla dava açan şahsın haklılığı yönünde karar alıp davayı tekrarlanmak üzere bozar". Ş. Dursun, aslında madem Atatürk her Türk'ün atasıdır, hakim de Türk olduğuna göre, Atatürk onun da manevi atası sayılacağından, tarafsızlık gereği o hakimin bu davaya bakamayacağı iddiasıyla bu komedinin sürdürülebileceğini söyleyerek izleyicileri güldürürken aynı zamanda durumun vehametini de gözler önüne seriyordu.

M. Balcı ise çok az kimsenin dışında Sivas olaylarının provakasyon olarak değerlendirildiğini, bunun gerçekle alakasının olmadığını, provakatör varsa bunların oradaki Alevileri kışkırtan sol gruplar ve A. Nesin olduğunu; yani asıl provakasyonun sistem karşıtı olduğunu iddia edip sonra can havliyle sisteme sarılanlardan geldiğini belirterek Türkiye tarihinde müslümanların ilk defa bir toplu savunma ortaya koyup bunu da "Sivas Olayları Davası Toplu Savunması" ismiyle kitaplaştırdıklarını vurguladı.

Sorular kısmında gelen "Sonuç ne olur?" şeklindeki bir soruya M. Balcı "Sonuç genellikle konjonktüreldir. Gerekli tepki gösterilmiş olsa, bırakın halkı, sadece müslüman aydınlar dahi tepki gösterse bu karar yine verilemezdi." diye cevapladı.

"Nusret Demiral Kocatepe Camiinde ki protesto gösterisinin de idamlık bir suç olduğunu iddia ediyor. Rejimin bundan sonra baskılarını yoğunlaştıracağı gözüküyor. Öte yandan bazı çevreler o baskılar karşısında gerileme sinyalleri veriyorlar. Örneğin tevhid bayraklarının sansür edilmesi gibi. Bu tavır müslümanları nereye götürür? şeklindeki bir başka soruya Ş. Dursun, şöyle cevap verdi: "Toplumun tepeqindekiler (ordu, hakimler ve savcılar yüksek kurulu, yargıtay, bürokratlar vs.) ayrıcalıklarına tehlike olarak gördükleri her zihniyetle mücadele edeceklerdir, bu normaldir. Asıl sorun müslümanlardadır. Çünkü mevzilerini kaybetmemek için direnmelidirler, yoksa sürekli baskılarla gerileriz. Düşünün ki polis kamerasının bile doğru dürüst çekim yapmadığı olaylarda, tüm tesbitler İHA kamerasından yapılıyorsa ve aynı zamanda avukat olan İHA müdürü, bizim Sivas davası sanıklarını savunmamıza çok şaşırıyorsa sorunun nerede olduğu açıktır."

Neler yapılabileceği konusuna değinen M. Balcı ise "Her meslek erbabı üzerine düşeni yapmalıdır. Hani diğer hukukçular? Bu tür olaylarla ilgilenenlerin sayısı çok az her yerde aynı avukatlar, Müslümanların kendi sorunlarıyla daha fazla ilgilenmesi, gündem oluşturması şart." diyerek sözlerine son verdi.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR