1. YAZARLAR

  2. Bahadır Kurbanoğlu

  3. Mısır Medeniyeti ve Hz. Musa -2

Bahadır Kurbanoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Mısır Medeniyeti ve Hz. Musa -2

Kasım 1996A+A-

Hz. Musa kıssası Kur'an-ı Kerim'de 300 kadar ayette yer alıp, kendisine en fazla gönderme yapılan kıssadır. Günümüz ilişkilerini kavrama, bu ilişkilerdeki yerimizin ne olduğunu anlayabilme açısından da bize geniş bir çerçeve sunmaktadır.

Hz. Musa, çocukluğundan itibaren Firavun'un sarayında büyümüş, iktisadi, siyasi, sosyal, etnik, idari ve teknik açıdan Mısır medeniyetini oluşturan tüm öğeleri en üst düzeyde tanıma fırsatı bulmuştur.

Mısır'ı medeniyet olarak tanımlayan teknik ve bilimsel öğeleri yazımızın birinci bölümünde irdelemiş ve Hz. Musa'nın karşı karşıya olduğu gücün boyutlarını gözler önüne sermeye çalışmıştık. Bu bölümde bu muazzam gücün Rabbimiz katında neyi ifade ettiği, böyle bir güç karşısında mü'minlerin hangi tavırları takınmaları gerektiği ile ilgili günümüz ilişkilerini aydınlatmaya yarayacak unsurları irdelemeye çalışacağız.

Medeniyet Olgusu

İnsanoğlunun kendisine büyük bir değer atfettiği medeniyet olgusu, Rabbimizin kitabında kimi zaman ifsadın ve azgınlığın en uç noktası olarak tanımlanmakta, insanoğlunun tarih boyunca ender zamanlarda üretebildiği ve kendisine büyük değerler atfettiği sanat eserleri, saraylar ve teknik gelişimin sağladığı göz kamaştırıcı ürünler; "... Firavun'un ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükseltmekte olduğu sarayları (ve bahçeleri) de yıktık" (7/137) şeklinde tek bir cümlede özetlenmektedir. Tüm bunları üreten güç ya da güçler "kazıklar sahibi", ürete geldikleri şeyler ise, hiçbir değeri olmayan unsurlardan ibarettir. İnsanı, insanın Rabbine kulluğunu ve bu yönde olgunlaşmasını temel alan Kur'an "şüphesiz sen Rabbine varan bîr yol üzerindesin" ayetinde özünü bulan değerleri ön plana çıkartmaktadır. Temelinde bu özün yer almadığı tüm üretilen (maddi-manevi) değerleri yermektedir.

İşte Hz. Musa Firavun'a, Haman'a, Karun'a, Mısır toplumuna ve İsrailoğullarına bu özün keyfiyetine göre yaşamayı öğütlemiş, mücadelesi de bu yönde olmuştur. Rabbimizin Musa'yı Firavun'a gönderme sebebi, Kasas Suresi 4, 5 ve 6. ayetlerde özetlenmiştir.

"Firavun, o yerde ululandı, halkını çeşitli gruplara böldü, onlardan bir zümreyi zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardan idi. Biz de istiyorduk ki, o yerde zayıflatanlara lütfedelim, onları önderler yapalım, onları (ötekilerin mülküne) mirasçı kılalım ve onları o yerde hâkim kılalım. Firavun'a, Haman'a ve askerlerine onlardan (İsrailoğullarından) korktukları şeyi gösterelim"

Rabbimizin onu yönlendirmesi sonucu Musa'nın mesajıyla ilk muhatap olanlar, Firavun ve ileri gelen­lerdir. Onların ilk itirazlarından biri, Hz. Musa'yı nankörlükle suçlamak olmuştur.

"Biz seni içimizden bir çocuk olarak yetiştirmedik mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı? Ve sonunda yaptığını da yaptın. Sen nankörlerden birisin" (26/18-19).

Bu itiraz, günümüzde olduğu gibi, tarih boyunca tüm müstekbirlerin ortak itirazıdır. Bu, devlete, devletin sağladığı imkanlara karşı nankörlükle suçlamak, kurulu düzenlerinin bekası noktasında endişe sahibi olanların ileri sürdükleri yegane suçlamalardan biridir. Bugün muvahhidlere yöneltilen fundamentalistlik, entegristlik, aşırılık ve hatta teröristlik suçlamaları "birlik ve beraberliğin biricik düşmanlar" olarak gösterilmeleri, sadece zamanımıza özgü yaftalamalar değildir. Tağuti düzenlerin temsilcileri, her dönemde atalarının izinden gitmişler, peygamberleri ve onlara uyanları yeryüzünde bozgunculuk yapmakla itham etmişler (7/127), zindana atmakla tehdit etmişlerdir (26/29).

Her dönemde farklı versiyonlarıyla zalimlerin sünneti Firavun'un şu sözlerinde özetlenmektedir: "... Biz onları ve oğullarını öldüreceğiz. Kadınlarını sağ bırakacağız. Biz daima onların üstünde eziciler olacağız" (7/127).

Mevcut düzene karşı çıkanlar, düzen sahipleri tarafından küçük düşürülmeye ve yalnız bırakılmaya çalışılmışlar, kitleler nezdinde gayrı meşru olarak lanse edilmişlerdir. Tıpkı bugün olduğu gibi o gün de tağutların halklara yönelik propagandaları aynı noktada birleşmekteydi.


"Ben onun dininizi değiştireceğinden, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum. Ben sizi doğru bir yola götürüyorum ve size doğru gördüğümü gösteriyorum" (40/26,29).

Bunlar Firavun'un cümleleridir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, Firavun'un propagandasından ziyade, kitlelerin bu seslenişe olan teveccühleridir. Yığınlar, Kur'an'ın tabiriyle "ateşe çağıran önderlerin peşinden gitmektedir. Genel kanaatin aksine, Musa sadece İsrailoğulları için bir kurtarıcı değil, Mısırlılara da mesajını ileten bir elçidir. Nitekim Musa'nın seslenişi Firavun ailesinden imanını gizleyen mü'min bir adamı etkilemiş ve o da hem mele sınıfına, hem de Mısır halkına doğruları haykırmıştır (43/28-44).

Rabbimiz, Firavun'un propagandalarına kanan Mısır toplumunu şu şekilde tanımlamaktadır:

"... Kavmini küçümsedi, onlarda ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim idiler"'(43/54).

Kitleler şu ya da bu şekilde düzenin devamından yarar sağlamakta ve ateşe çağıranların izinden gitmeye devam etmektedirler. Bu nokta, Musa ve ona uyanları etkilememekte, ne Mısır medeniyetinin ihtişamı ve gücü, ne Firavun'un ve toplumun baskısı onların yaldan çıkmalarına sebebiyet vermemektedir.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. İsrailoğulları yıllardır zulüm görmektedir. Ayrı bir etnik yapı oluşları, ucuz işgücü olmaktan ve zulümden kurtulmaya çalışmaları, başlarına gelenlerin en büyük sebeplerindendir. Bu yüzden Musa'ya:

"Sen bize gelmezden önce de, sen bize geldikten sonra da bize işkence edildi" (7/129) şeklinde seslenmektedirler. Yani Musa'ya uyanların tümü tam anlamıyla tevhidi bilince ulaşmış insanlar değillerdi. Aynı kavimden oluşları ve zulüm görmeleri onların Musa'ya yaklaşmalarına sebep olmuştur. Ancak aynı kavimden olmalarına rağmen korku ve ümitsizlik nedeniyle Musa'ya uymayanlar da vardı.

"Firavun ve adamlarının kendilerine kötülük yapmasından korktukları için kavminin içinde Musa'ya yalnız (genç) bir kuşaktan başkası inanmadı. Çünkü Firavun yeryüzünde çok ululanan ve çok aşırıya gidenlerden idi (10/83).

Bu meyanda Musa'ya uyanları ikiye ayırmak mümkündür:

1-Nefislerini tam olarak değiştirememiş olanlar.

2-"Musa kavminden gerçeğe götüren ve hak ile adalet yapan bir topluluk da vardır" şeklinde Araf Suresi 159. ayette nitelikleri belirtilenler.

Bu ikinciler, sünnetuliah'ı kavramış olup, kendilerini düzenin kokuşmuşluğundan koruyan ve Musa'nın peşinden sonuna kadar gidenlerdir:

"Dediler ki: Allah'a dayandık. Rabbimiz bizi o zalim kavimle sınama. Rahmetinle bizi o inkarcı toplumdan kurtar" (10/85-86).

"Rabbimiz üzerimize sabır boşalt ve bizi müslümanlar olarak öldür!" şeklindeki duayı hayatlaştıran bu kesim, düzenin iktisadi, siyasi tüm baskılarına ve yığınların tüm eleştirilerine rağmen "... Biz zaten Rabbimize döneceğiz" (7/125-126) şeklindeki tavırlarında ısrarlı olanlardır.

Nitekim bu kesim, sınavın hayat boyu devam ettiğinin ve bunun sünnetullah olduğunun bilincindedir. Firavun'un zulmünden kurtulup, denizin öbür tarafına geçildiğinde Samiri'ye uymayıp Rablerine nankörlük etmeyen de bu kesimdir.

Diğer kesimin Firavun'un zulmünden kurtulunmasına ve nimetlere kavuşulmasına rağmen,

"Onların görmediklerini gördüm, nefsim bana böyle yapmayı hoş gösterdi" (20/96) diyen Samiri'ye uymaları, dünyevi başarı ya da nimetlere kavuşmakla sınavın bitmediğini göstermektedir.

Sınav, belli bir otoritenin zulmünden kurtulmak, devlet olmak, dünyevi nimetlere kavuşmakla bitmemektedir. Bu noktayla alakalı olarak Musa kavmine sürekli sünnetullahı hatırlatmaktadır:

"Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı yok eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hâkim kılar. Ama bunu da sizi sınamak için yapar" (7/129).

Allah mü'minleri iktidara getirebilir, tüm imkanları bahşedebilir. Ama bunları da bizi sınamak için yapar.

Musa kıssası, bize başarı ya da başarısızlığın hedefe matuf olgular olmadığını öğrettiği gibi, sünnetullah çerçevesinde hareket etmeyen, belli bir toprak parçasını ele geçirmek, ya da kültürel, etnik vb. haklar için mücadele veren milliyetçi ve ulusçu hareketlerin çözümsüzlüğünü de göstermektedir (10/93).

Mü'minleri sınayan, onlara sünnetullah çerçevesinde hareket etmeyi emreden Rabbimiz, Yunus Suresi 87. ayette de örgütlülük ve temkinliliğin gerekliliğini vurgulamaktadır;

"Musa'ya ve kardeşine 'kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi namazgah (kıble) edinin, namazı kılın ve mü'minleri müjdele!' diye vahyettik" (10/87).

Firavunların, Hamanların ve Karunların düzeni insanlık tarihi açısından aynı zamanda canlı ve ihtişamlı medeniyetlerin görüntüleridir. Musa ise, bu medeniyetin içinde yetişen, ama ardından Rabbinin seçip elçi olarak görevlendirdiği bir insandır. Mevcut düzene karşı mücadele verirken her insanın hissettiklerini hisseden, zaman zaman korkan, zaman zaman çekinen, bunalan ve Rabbine onlar hakkında bedduada bulunan bir beşerdin

"Musa, Rabbimiz dedi. Sen, Firavun'a ve adamlarına yakın hayatla süsleri ve nice mallar verdin. Rabbimiz (insanları) senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalplerini sık ki, acı azabı görünceye kadar inanmasınlar" (10/88).

Görüldüğü gibi Musa ve yandaşları mücadele içerisinde kimi zaman çok sıkılmakta ve daralmaktaydılar. Ancak içlerinden mücadeleyi sabırla sürdürenler, sünnetullahı yakalayabilenler de vardı. Diğerleri düzen korkusunu Allah korkusuna tercih ettiler. Rableri de mü'minleri mükafat olarak alemlere üstün kıldı.

"Onları bir ilim üzere âlemlere üslün kıldık"(44/32)

Dolayısıyla, karşımızda olan gücün niteliğinin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan, sünnetullah çerçevesinde hareket edip etmediğimizdir. Eğer sünnetullahı yakalayabilmişsek, nice güçler önümüzde yıkılacak, ya da bizler son nefesimize kadar asla yıkılmayacağız demektir.

"Bu (güç, zenginlik) bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi! dedi. O bilmedi mi ki, Allah kendisinden önceki nesiller arasında kendisinden daha güçlü ve ondan daha çok cemaati bulunan nice kimseleri helak etmiştir" (28/78).

Kısacası mücadelemizde denizin sol ya da sağ tarafında olmamızın; belli bir medeniyete meydan okuyor olup olmamamızın ya da güç ve iktidar sahiplerinin düşmanlıklarının ve şiddetinin hiçbir önemi yoktur. Bunların tümü sınavın bir parçasıdır ve sünnetullah çerçevesi dışındaki tüm çözümler de bir çözümsüzlüğü, bir yenilgiyi ve sapmayı ifade etmektedir:

"Musa, kavmine: Allah'tan yardım isteyin, sabredin dedi! Yeryüzü Allah'ındır. Onu kullarından dilediğine verir Sonuç korunanlarındır".

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR