1. YAZARLAR

  2. Serdar Bülent Yılmaz

  3. Seküler Dindarlaşma ve Tesettürün Sekülerleşmesi

Serdar Bülent Yılmaz

Yazarın Tüm Yazıları >

Seküler Dindarlaşma ve Tesettürün Sekülerleşmesi

Şubat 2019A+A-

Kur’an okuyan ve onun gereğini yerine getirme azmi taşıyan ve 80’li yıllardan itibaren giderek sosyalleşmeye başlayan bilinçli Müslümanların Kur’an’la kurduğu ıslah ve takva temelli şahitlik ilişkisi bütün bir yaşamı belirlediği gibi, bunun bir sonucu olarak tesettürü de belirliyordu. Her tavır gibi tesettür de bilinçli bir tercihin tezahürüydü. Geleneksel örtüyle kavgası olmayan devletin bir yaşam biçiminin tezahürü olan tesettüre 28 Şubat’ta başlattığı saldırının arkasında da bu bilinç vardı. Devletin yasakçı tutumu nedeniyle tesettür aynı zamanda bu kesimler için siyasi bir duruşun, kimlik izharının bir göstergesiydi. Aslında tesettür tek başına bir kimlik değildi. Bütün kapsayıcılığı ile İslamî kimlik tesettürü de içeriyordu. 28 Şubat en fazla tesettüre saldırınca başörtüsü başlı başına bir kimliğe evrildi. Bu aslında o günün toplumsal psikolojisi için anlaşılır bir şey olduğu gibi aynı zamanda toplumsal bir yasanın da sonucuydu. Çünkü bir toplumun hangi değerine saldırırsanız o değer, diğer değerlerden daha fazla önem kazanır ve günün sonunda kimliğe dönüşür. Mesela, etnik bağın, baskı ve saldırıya maruz kalınca siyasi bir kimliğe dönüşmesi bu kabildendir.

Esasen tesettürde de böyle olduğunu söyleyebiliriz.Tek başına bir kimlik değilken tesettür, 28 Şubat’taki ağır saldırılar karşısında, İslamî kimliğin bütün tezahürlerinden daha fazla önem kazanarak ve bunun sonuncunda da bağımsızlaşarak bir kimliğe dönüştü ve başörtüsüne indirgendi. Hatta İslamî kimliğin diğer boyutlarından bağımsız bir önem kazandığı oranda sekülerleşti. Bu tespiti dünyevi başarı / iktidar merkezli İslamî grupların düşünce, hareket ve eylemleri için de yapmak mümkün.

28 Şubat ve öncesinde tesettürün bilinçli bir tercih olduğu, ödenen bedellere bakıldığında ispata ihtiyaç duyulmayacak bir hakikattir. Başörtüsünün sekülerleşmesi sürecinin başörtüsünün en çok mücadelesinin verildiği dönemlerde başladığını ifade etmek bu hakikatle çelişmez. Nitekim her değişim belli tarihî derinlikleri olan kökler üzerine yükselir. Bugünü eleştirirken “nerde o eski bayramlar” nostaljisiyle dünü idealize etme yanlışına da düşmemek gerekir. Evet, geçmişte bilinçli bir tercih olmasına karşın tesettür hem yukarıda izah ettiğimiz nedenlerle hem de bazı örgütlü yapıların her birinin alametifarikasını taşıyan üniformalara dönüştürmesiyle zaten sekülerleşmeye başlamıştı. Tek tek grupların üniformalaştırmaları dışında geleneksel dindarlığın örtünme biçiminden ayrışmasını ifade eden daha genel bir üniform tarzdan da bahsetmek mümkün. Zira standartlaştırmayı savunan üniform yaklaşım o zamanın ruhuna gayet uygun ve zıddı tasavvur edilemeyen yaygın bir anlayıştı. Zamanla bu tarz örtü modelinin yaygınlaşmasıyla oluşmaya başlayan tesettür sektörü bu standartlaştırma işini eline aldı ve bugün olduğu gibi o günün şartlarında “tesettüre uygun” bir moda oluşmaya başladı.

Tesettürün İslami kimlikten bağımsızlaşmasıyla başlayan ve üniform bir hal alarak zamanla modalaşan süreci tesettürün sekülerleşmesi hikâyesinin ilk bölümünü oluşturuyor. Tesettürün, Allah’ın emri olmanın ötesinde bahsedilen anlamları kazanarak sekülerleşmesinin,belki de o günlerde gördüğümüz halde çok da endişelenecek kadar önemli bulmadığımız çıktılarından birisi, başörtüsü direnişini kimliğinin merkezine koyan bazı insanlar için, namazın başörtüsü kadar önemli görülmemesi gibi bireysel bazı anomalilileri doğurmasıydı.

Tekrar söyleyelim: İslamî bütünden koparak bağımsızlaşan her bir değer sekülerdir. Elbette bu tespitlerin,tek başına bugün yaşanan tabloyu izah etmede yetersiz olduğu ve başka etkileri de potaya katmak gerektiği izahtan varestedir. Ancak anılan nedenlerin, bugün yaşananlara elverişli bir altlık oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Çok Faktör Tek Sonuç

Tesettürün başı örtmeye indirgenmesi, başörtüsünün sekülerleşerek tesettürün yerini alması ve seküler bir aksesuara dönüşmesi birbiriyle neden sonuç ilişkisi içinde olan farklı etkenlerin neticesidir.Bu dönüşümün birçok sacayağı var. Kur’anî yaşam tarzının bir parçası ve Allah’ın açık bir emrinin yaşamsallaşmış biçimi olması gerekirken, maruz kaldığı laik saldırılar sonucu süreç içerisinde bağlı olduğu bütünden bağımsızlaşarak başlı başına bir önem kazanan ve bir kimliğe evrilen başörtüsünün üzerindeki baskı kalkınca, onu diğer değerlerden bir adım öne çıkaran arızi nedenler de ortadan kalkmış oldu ve böylece kazandığı önem dayanaksız kaldı.

Eş zamanlı olarak iktidarın desteğini alan başörtüsü bir siyasi prestij haline geldi. Allah rızasının yerini, yükselmenin, iktidarın gözüne girmenin dayanılmaz cazibesi aldı. Tabir yerinde ise bir CV’ye, bir kartvizite dönüştü. Böylece tesettür başörtüsüne evrilerek sekülerleşti. Bu da başörtüsünü kapitalizme kolay lokma kıldı.

Bunlara, sosyal medyanın görselliği hiç olmadığı kadar hayatın içine sokmasıyla mahremiyetin ortadan kalkması ve tecessüssün meşrulaşması da eşlik etti. Böylece bu etkenler başörtüsüne evrilmiş ve sekülerleşmiş tesettürün metalaşması ve yozlaşması sonucunu doğurdu. Sonuçta başörtüsü, bir moda aksesuarı halini alarak “örten/koruyan” değil “açığa vuran/kötülüğe açık hale getiren” bir unsura dönüştü.

Tesettürün Dönüşümü Daha Büyük Dönüşümlerin Bir Sonucudur

Değerlerin bir bir metalaştığı küresel bir kapitalist sürecin kuşatması altında bu sonuç son derece anlaşılırdır. Bilmemiz veya üzerinde durmamız gereken esas mesele, görünürlüğü temsil ettiği için başörtüsü meselesiyle tebarüz eden bu sorunun, derinlerde çok yıkıcı bir krizin uç vermiş hali olduğudur. Binaenaleyh Müslüman zihnin yukardan aşağıya bir bütün olarak dönüştüğü, sebep ve sonuçları üzerinde henüz kamilen konuşmaya başlanmadığı bu derin kriz üzerine düşünmek ve konuşmak zorundayız.

Ülke ilişkilerinden bireysel ilişkilere kadar her şeyin kapitalist kural ve işleyişle belirlendiği bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizm, sekülerleşmenin en billurlaşmış biçimi olduğu kadar en sofistike biçimidir de. Öyle ki bir yandan bütün toplumları, inançları, devletleri ortak bir kültürde buluştururken diğer yandan da her girdiği toplumda, her yeni gelişmede, her tarihsel dönemeçte yeni taktik ve karmaşık özgüleştirmelerle hedef kültür, toplum ya da inancı bazen dönüştürerek bazen özgünlüğü koruyarak tahakküm altına almaktadır.

Kapitalizmin din ve inananlarla kurduğu ilişki oldukça sofistike bir ilişkidir: İnanç, kültür ve dinlere biçimsel olarak müdahalede bulunmaksızın, hicabı, hayâyı, takvayı yok edebildiği oranda dünyamıza yerleşiyor ve inancı metalaştırıyor. Dijital teknolojinin akıl almaz ilerleyişi ile birlikte en özelimize kadar vakıf olan kapitalizm kalplerimize ve zihinlerimize, üstelik rıza üreterek giriyor. Esas yabancılaşmayı da bu rızanın gölgesinde zihinleri ve kalpleri sekülerleştirerek gerçekleştiriyor.

Seküler Dindarlaşma

Evet, bu yaşadıklarımızı nasıl tanımlamalıyız? Dindarlaşmanın bu kadar görünür olduğu bir zeminde bu yaşananları nasıl anlamlandıracağız? Dindarlık göstergelerinin arttığı bir zaman diliminde, tesettürdeki yozlaşmayı neyle izah edeceğiz? Bu soruları doğru cevaplayabilmek için bir soru daha ekleyelim: Gerçekte artan dindarlık mı yoksa dindarlığın görünürlüğü mü?

Öncelikle şu tespiti bir kenara not edelim: Dindar denilen ve içinde bilinçli bilinçsiz geniş halk kesimlerini barındıran kitlenin dinle kurduğu ilişkinin gerek itikadî gerek ahlaki gerekse de amelî olarak ciddi problemler taşıdığı su götürmez bir gerçektir.Geniş dindar kesimlerinin zihninde; din ile sosyal ilişkiler, din ile ticaret, din ile ahlak, din ile adalet ve din ile siyaset arasındaki bütüncül olması gereken ilişki parçalanmıştır.

Bu tespiti yaptıktan sonra sorularımıza cevap aramaya devam edelim. Kapitalizm sekülerleşmeyi,dindarlığı yok ederek değil, dindarlaşmanın içine nüfuz ederek gerçekleştirdiği için -Mehmet Görmez hocanın kavramsallaştırmasıyla diyecek olursak- “görsel idrakin egemenliği”nin hâkim olduğu bu dijital çağda, dindarlık görünürlüğünü artırsa da özü itibariyle sekülerleşmekte ve o oranda da İslamîlikten uzaklaşmaktadır. Tarihsel olarak bu süreç Hıristiyanlığın Protestanlaşması sürecine benziyor. Hıristiyanlık nasıl ki Protestan ahlak denilen kapitalizmin ruhuna uygun bir ahlakla biçimlendi ve kapitalizmin dinî dayanağına dönüştüyse bugünün dindarlığı da benzer bir seyir izliyor.Kimilerinin “deizm” de dediği veya başkaca birçok kavramla tavsif ettiği bu tabloda esas meselenin dindarlığın sekülerleşmesi olarak görülmesi ve bunun dinamiklerinin tartışılması daha yerinde olacaktır.

İçi boş bir dindarlığın çağa, insana, hakikate, kitaba şahitlik ve adaleti ayakta tutacak vasat bir ümmete kaynaklık etmesini beklemek abesle iştigal olacaktır. Bilakis, sekülerleşmiş bu dindarlığın her türlü yozlaşma ve kokuşmayı makul görme ve gösterme gibi olumsuz sonuçları meseleyi daha vahim kılmaktadır.

Takva Elbisesi Salt Kadına mı Biçilmiştir?

Takvanın belirleyici olmadığı bir dindarlıktaki yozlaşmanın her alanı kaplaması normal bir sonuçtur. Elbette tesettürün de bundan beri olması beklenemez. Ancak tesettür dindarlığın göz önündeki biçimini temsil ettiği için, oradaki bir yozlaşma diğer alanlardaki, mesela siyaset, ekonomi, adalet, iş hayatındaki yozlaşma kadar ilgi çekmiyor ve tartışılmıyor. Kaldı ki bu alanlarla ilgili yozlaşmayı tartışmayla kıyaslandığında, yozlaşmayı başörtüsüne indirgeyerek somutlaştırmak ve bu somut üzerinden tartışmak daha konforlu ve kolay bir iştir.

Öte yandan tesettür başörtüsüne indirgendiği gibi, tesettürün içerdiği hayâ ve iffet de maalesef geleneksel yaklaşımda kadına indirgenmiş, böylece tesettürün “takva elbisesini kuşanmak” boyutu görmezden gelinerek erkeklerin tesettürü görmezden gelinmiştir. Oysa hayâ ve iffet kadın için ne kadar zorunluysa erkekler için de o kadar zorunludur, çünkü cinsiyetle ilgili değil imanla ilgili kavramlardır. Takva elbisesini salt kadınlara biçilmiş kabul etmek, takvanın sınırlarını erkek lehine olabildiğince genişletmektedir. Hâlbuki erkekler de kadınlar kadar hayâlı ve iffetli olmak, gözlerini haramdan sakınmak, tesettüre uygun giyinmek ve tesettüre uygun yaşamakla mükelleftir. Çünkü takva elbisesi bütün Müslümanların giymesi gereken elbisedir. Ancak mezkûr parçacı ve indirgemeci yaklaşım, bu denklemi erkekleri paranteze alarak kurmuştur.

Sosyal Medya: Hayâ Perdesini Yırtmak

Derinlemesine anlamadan ve kavramadan nasıl önlem alacağımızı bilmemizin imkânsız olduğu sekülerleşme krizinin bu denli yakıcı ve kuşatıcı olmasının en temel nedenlerinden birisi, sosyal medyanın muazzam yaygınlaşma ve merkezine yerleştiği hayatı dönüştürme hızıdır. Sosyal medya, en temel değerlerin bile içini boşaltıp onları tüketmekte, hayâ perdesini yırtmakta, mahremi faş etmekte, tecessüsü yaygınlaştırmakta, seyretme ve seyredilme hazzını pompalamaktadır. Milyarlarca kişiyi peşinden sürükleyen, dünyanın en ücra bölgesindeki topluluklara varıncaya kadar ulaşan sosyal medya, gözü akla ve kalbe egemen kılmakta, mahremi pazara dönüştürmektedir. İnancımızdaki günahın gizlenmesi, kusurun örtülmesi prensibine karşılık sosyal medya günahın açığa vurulmasını, kusurun bulunup âleme duyurulmasını tahrik etmekte ve sonuçta şüyuu vukuundan beter olan kötülüğün yaygınlaşmasına hizmet etmektedir. Denilebilir ki iyiliğin yaygınlaşmasına da hizmet ediyor. Doğrudur ancak kötülüğün nicel egemenliğinin bu kadar yüksek seviyede seyrettiği bir platformda iyilik kaybolmakta, hatta çoğu kez kirlenmekte ve tüketilmektedir.Tesettür de dâhil kadın erkek toplumun bütün kesimleri ve değerleri bundan radikal bir biçimde etkilenmektedir.

Sosyal medya, emperyalizmin insanlığı ve İslam dünyasını toza dönüştürme ve neoliberal kapitalizminde değerleri metalaştırma stratejilerinin kullandığı sinema, moda, müzik ve sanat gibi araçların toplumlara ulaştırıldığı en etkili lojistiktir. Sinema, moda, müzik ve sanat aracılığıyla yaygınlaştırılmak istenen çıplaklaştırma, cinsiyetsizleştirme, ailesizleştirme, inançsızlaştırma, profanlaştırma, yozlaştırma, ahlaksızlaştırma gibi hususlar sosyal medya eliyle milyarlarca insanı kasıp kavurmaktadır. Başörtüsüne indirgenen tesettürün bir moda ve imaj malzemesine dönüştürülmesinde sosyal medyanın katalizörlüğü su götürmez bir gerçektir. Moda sektörünün bütün iğrençlikleri sosyal medya üzerinde kitlelere olabilecek en hızlı şekilde sirayet etmektedir. Başörtülü kadınlarımız yerlerde sere serpe pozlar verirken yaptıkları şey aslında sosyal medyada hızlıca yayılan bir trendin parçası olmaya çalışmaktan başka bir şey değil. Peki, erkeklerimiz için durum farklı mı? Erkek tesettürü de modaya emanet edilmiş durumda. Delikanlılıktan zerre prim vermeyen erkeklerimizi eşcinsel modacılar giydirmekte. Tuhaf olduğu kadar gayrı fıtri ve iğrenç görüntüleriyle aramızda dolaşan erkekleri, dışımızdaki seküler dünyanın insanları mı sanıyoruz? Hayır, bilakis camialarımızın çocukları, gençleri, delikanlıları. Özcesi, hiçbir ücret ödemeden kullandığımız sosyal medyanın gizli faturasında toplumsal çürüme, insanın ve değerlerin metalaşması, ultra sekülerleşme var.

Sözün Özü

Bütün bunlar elbette ne salt sosyal medyaya indirgenebilir ne de sosyal medyanın muazzam etkisi sarf-ı nazar edilebilir. Aynı şekilde yaşadığımız kriz, sorunun billurlaştığı bir olgu olarak tesettür meselesine de indirgenecek kadar sathi değil. Krizin köklerini çok daha derinlerde aramak gerekiyor. 300 yıllık yenilgi ve çöküş sürecinin sonucunda Batılı değerler ve yaşam biçimine karşı ihya ve ıslah edici bir dinamizm yakalayamayışımızın ağır sonuçlarını yaşamaya devam ediyoruz. Gelinen noktada Müslüman toplumlar olarak Batılı düşünme ve yaşam biçimlerine, kapitalist sömürü düzeninin tozlaştırma stratejisine yenik düştük.  Bilinçli veya bilinçsiz, tevhidî ya da cahilî -kim hangi tabirle ifade ederse etsin- bu kuşatılmadan etkilenmeyen bir toplumsal kesim maalesef ki yok. Öncelikle bu tabloyu kabullenmek ve dahası olan biteni kavramak durumundayız.

Dünya tarihinde belli kırılma dönemleri vardır ve bu tarihî eşikler sonucunda ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkiler köklü bir şekilde değişmektedir. Mesela Sanayi Devrimi böyle bir etki yapmıştır. Bugün yaşadığımız süreç de aynı şekilde ekonomik, sosyal, siyasal alanları küresel ölçekte derin bir dönüşüme tabi tutmaktadır. Bu mesele, yaşadıkları çağa şahitlik etme, yeryüzünü ıslah ve imar etmeyle mükellef Müslümanlar için üzerinde düşünüp kafa yormaları gereken en önemli meselelerin başında gelmektedir. Öyleyse, hâlihazırda yaşamakta olduğumuz değişimin değerleri sekülerleştirici ve içini boşaltan etkisini anlama, kavrama ve önleme çalışmaları bağlamında istişarî süreçlere ihtiyaç olduğu açıktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR