1. YAZARLAR

  2. Alaaddin Yurderi

  3. Şeffaflık Toplumu Aynının Cehennemidir

Şeffaflık Toplumu Aynının Cehennemidir

Mayıs 2019A+A-

Duvar, çatı, pencere ve kapıdan oluşan sağlam ev

günümüzde zaten maddi ve gayri maddi kablolarla

delik deşik edilmiş,

çatlaklarından iletişim rüzgârının estiği

bir harabeye dönüşmüştür.

(VilemFlusser)

 

Eski Çin’de bir bilge kişi düşmanına ağzının payını vermek üzere bir bedduada bulunmak isterse şöyle dermiş yalnızca: “İlginç bir çağda yaşayasın!” Çünkü Çinliler ahlaki heyelanların ve siyasi depremlerin hüküm sürdüğü “ilginç” çağlarda hayatın iyi ve güzel taraflarının gürültüye gideceğini, eriyip un ufak olacağını bilirlermiş.1

Whitehead2 -ilginç, hem fazlasıyla ilginç olan- 20. Yüzyılın başlarında “Etkisiyle çevresini tahrip eden fiziki bir nesne intihar ediyordur.” diyordu. Batı dünyası geç de olsa bu gerçeği fark etti ama kulakları gerçeğe hâlâ tıkalı. Çünkü kâinat üzerindeki maddi egemenliğinden, insanlar üzerindeki siyasi, iktisadi, kültürel iktidarından vazgeçmeye niyeti yok. Ve gemi, içindeki yolcuların çoğunun “Keşke toprak olsaydık...” (Nebe, 78/40)diyecekleri kaçınılmaz akıbete doğru yol almaya devam ediyor.3

Şayet Batı medeniyeti kendisini tabiatla, insanlarla, gelecek ve ilahi olanla ilişkiler kurmazsa üstünlüğü elinde bulundurmasından ötürü dünyayı bir intihara sürükleyecektir. Düşünür bunun için “Oksidanetönaksidan.” ifadesini kullanmıştır. Tercümesi “Batı bir kazadır veya Batı bir beladır.4

Ne kadar başarılı olursa olsun, ‘teknik etkinliği’ en yüksek dereceye çıkarmak uğruna bütün ahlaki değerlere, güzellik yahut insani fedakârlık mülahazalarına boyun eğdirmenin akıldışı bir kâbusa dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir.5

Dijital diktatörlük kâbusu tehlikeli ölüm makineleriyle kısıtlı değildir. Gözetleme sistemleri de Büyük Birader’in gücüne güç katmaya ve Orwell’in kurguladığı gibi bir gözetim rejiminde tüm bireylerin durmadan izlenmesine de imkân vermektedir. Hatta iş Orwell’in dimağını aşacak noktalara kadar gelebilir hareket ve konuşmalarımızı dışardan izlemekle kalmayıp iç deneyimlerimizi kaydetmek üzere bedenimizin içine de sirayet edebilen mutlak bir gözetim rejimi… Bazı rejimlerin bu yeni teknolojiyle neler yapabileceğini düşünelim.

Teknoloji gelişince iki şey oldu: Öncelikle çakmaktaşlarından yapılma bıçaklar aşama aşama nükleer füzelere evrilirken, toplumsal düzeni istikrarsızlaştırmak daha tehlikeli hale geldi. İkincisi mağara resimleri aşama aşama televizyon yayınlarına evrilirken, insanların gözünü boyamak giderek daha da kolaylaştı. Yakın gelecekte algoritmalar insanların kendileriyle ilgili gerçeği gözlemlemelerini neredeyse imkânsız hale getirerek bu süreci nihayete erdirebilir. O noktadan sonra, kim olduğumuza ve kendimiz hakkında ne bilmemiz gerektiğine bizim yerimize algoritmalar karar verecektir.6

Bu alıntılardan yola çıktığımızda, teknolojinin insanları yönetmek, yönlendirmek ve kontrol etmek için kullanılması tehlikesini, bilişim teknolojilerinin gelişip ilerlemesini yeni medya teknikleri ve enformasyon teknolojileri üzerinden değerlendirdiğimizde, aslında kişisel mahremiyetin ölümünün ilan edildiğini ve dünyanın otoriter bir yönetime doğru sürüklendiğini görürüz. Julian Assange, “İnternet insan uygarlığı için bir tehdittir.” ifadesini kullanıyor. “Gerçekte ise Batı dünyasındaki kişisel mahremiyetin gittikçe ortadan kalkması ve buna eşlik eden gücün merkezileşmesidir ki bu ‘iyi’ toplumları ‘kötü’ toplum olma yoluna itecek olan suiistimalleri kaçınılmaz kılmaktadır.” Goog Leaks7 kitabının ana fikrini oluşturan bu cümleler, Yeni Dijital Çağ’ın arkasındaki felsefenin en berrak fotoğrafını çeken aşağıdaki alıntıları daha da anlaşılır kılacaktır.

Yeni Dijital Çağ’ın yeni medya teknikleri ve enformasyon teknolojilerinin özellikle Google, Facebook, Twitter, YouTube, akıllı telefonlar ve dolayısıyla internetin erişebildiği bütün mekânlara kadar uzanması birçok disiplini ve düşünürü üzerinde konuşmaya, önlemler almaya götürmüştür. Bu düşünürlerden birisi de günümüz toplumuna dair derinlikli çözümleme ve eleştirileriyle dikkat çeken kültür kuramcısı, Güney Koreli Byung-Chul Han’dır. Kitapları arasında önemli sayılan Şeffaflık Toplumu8 çalışması günümüz moda kavramları arasında kamusal söylem üzerinde hâkimiyet kurmuş “şeffaflık” ile ilgili olarak dokuz farklı başlık altında birçok yorum ve sorgulamayı okuyucuya sunuyor. Kitapta yer alan konu başlıklarından bir kısmına yazımızda yer vermeye çalıştık.

Kitabın önsözünde Byung-Chul Han şöyle diyor: “Günümüzde ‘şeffaflık’ sözcüğü hayatın tüm alanlarında kol geziyor. Demokrasinin, enformasyon özgürlüğünün ve verimliliğin artması bekleniyor şeffaflıkla birlikte. Yeni dogma, şeffaflığın güven yarattığı şeklinde. Şeffaflık toplumu bir güven toplumu değil bir kontrol toplumudur. Şeffaflık neoliberal bir aygıttır. Şeffaflık insanı camlaştırır. Şiddeti buradadır. Sınırsız özgürlük ve iletişim topyekûn kontrol ve gözetime dönüşüyor. Şeffaflık bir ideolojidir. Şeffaflığın tehlikesi de bu ideolojikleşmededir. Totalize edilirse şiddete yol açar.

Her yerde karşımıza çıkan ve kavramın fetişleştirilmesine ve totaliter bir görünüm kazanmasına varan şeffaflık talebi, siyaset ve ekonomi alanlarıyla sınırlandırılmayacak bir paradigma değişimine dayanır. Olumluluk toplumu içerisinde şeyler, sermayenin iletişim ve enformasyonun pürüzsüz akıntılarına direnç göstermeksizin katıldıklarında şeffaflaşırlar. Görüntüler, her türlü dramaturjiyi, koreografiyi ve sahnelenişi, her türlü yorum bilgisel derinliği, hatta anlamı yitirerek ortaya serildiklerinde şeffaflaşırlar. Şeyler, tekilliklerini terk edip sadece fiyatlarıyla ifade edildiklerinde şeffaflaşır. Her şeyi her şeyle eşit, aynı kılan para, şeylerin birbiriyle eş bir ölçüye vurulamazlığının, tekilliğinin her türünü ortadan kaldırır. Şeffaflık toplumu aynının cehennemidir.

Şeffaflığı sadece enformasyon özgürlüğüne ve suiistimallere ilişkin olarak ele almak işin boyutunu gözden kaçırmak demektir. Şeffaflık toplumsal süreçlerin tümünü kapsayan ve onları köklü bir değişikliğe uğratan sistemik bir zorlamadır. İletişim en yüksek hızına, aynı olanlar birbirine cevap verdiğinde, aynıların zincirleme reaksiyonu oluştuğunda oluşur. Ötekiliğin, yabancılığın olumsuzluğu ya da ötekinin dirençliliği aynıların pürüzsüz iletişimini bozar ve geciktirir. Şeffaflık ötekiyi, yabancıyı devre dışı bırakarak sisteme istikrar ve hız kazandırır. Bu sistemik zorlama şeffaflık toplumunu hizaya getirilmiş bir toplum haline getirir. Totaliter yanı da buradadır. Hizaya getirmenin yeni adı şeffaflık.

Zorlama, şiddet yalnızca negatiflikten değil, pozitiflikten de meydana çıkar. Yalnızca başka veya yabancıdan değil aynıdan da doğar. Baudrillard,9 açıkça bu pozitif hizaya getirmeye, şiddete işaret ederek şöyle yazmıştı: “Aynıyla yaşayan, aynıdan ölür.10

Günümüz toplumunu sarmış olan şeffaflık tutkusu karşısında mesafe tutkusunu hayata geçirmeyi öğrenmemiz elzemdir. Mesafe ve utanç sermayenin, enformasyonun ve iletişimin hızlandırılmış dolaşımına dâhil edilemez. Bu dolaşım insanın çekilebileceği mahrem alanların şeffaflık adına ortadan kaldırılmasına yol açar. Işıklandırılır ve tüketilir bu alanlar. Böylelikle dünya daha utanmaz, daha çıplak bir hal alır.

Olumluluk toplumunun genel yargısı ‘like/beğendim’dir. Facebook’un dislike/beğenmedim seçeneği sunmamaktaki kararlılığı anlamlıdır. İletişim ‘beğendim’in ardından ‘beğenmedim’e kıyasla daha çabuk kurulacaktır.

Teşhircilik toplumu içerisinde “Kült değeri taşıyan insan siması fotoğraftan çoktan kaybolmuş durumdadır. Facebook ve Photoshop çağı insan simasını tamamen sergi değerinde kendini bulan bir ‘face’ haline dönüştürür. ‘Face’ bakışın ‘aura’sından11 yoksun teşhir edilen bir yüzdür. İnsan ‘sima’sının meta biçimidir. Dijital fotoğrafçılıkta negatif yoktur. Ne karanlık oda ne de banyo gerekir.

Teşhircilik toplumunda her özne kendi reklam nesnesidir. Her şey sergi değeriyle ölçülür. Teşhircilik toplumu açık-saçık bir toplumdur. Her şey dışa çevrilmiş, ifşa edilmiş, çıplaklaştırılmış, soyulmuş, ortaya serilmiş durumdadır. Kapitalist ekonomi her şeyi sergilenme mecburiyetine tabi kılar. Sadece sergilemeye yarayan sahnelemedir değer yaratan. Şeylerin her türlü kendine özgülüğü feda edilmiştir. Şeyler karanlığın içinde değil aşırı ışık altında kaybolmaktadır... Daha genel olarak bakıldığında görünür şeyler karanlık ya da sessizlik içinde kaybolmaz, görünürden daha görünür olanda yitip giderler: Müstehcenlikte.

Her mesafe şeffaflık toplumuna ortadan kaldırılması gereken bir olumsuzluk olarak görünür. Mesafe iletişim ve sermaye dolaşımlarının hızlanmasına engel oluşturur. Şeffaflık toplumu kendi iç mantığı gereği her türlü mesafeyi yok eder. Mesafenin yokluğundan ötürü estetik bir müşahede, bir oyalanma mümkün değildir. Dokunsal algı bakıştaki estetik mesafenin sonu, hatta bakışın sonudur. Mesafesizlik yakınlık değildir. Yakınlığı yok eder daha ziyade. Yakınlık mekân açısından zengindir. Mesafesizlik ise mekânı yok eder.

Teklifsizlik toplumunda “Tiyatro dışavurum alanıdır. Ama burada dışa vurulan, ruhsal iç dünyanın görünümleri değil nesnel duygulardır. Bu nedenle de sergilenmez, temsil edilirler. Günümüz dünyası eylem ve duyguların temsil edildiği ve yorumlandığı bir tiyatro değil mahremiyetlerin sergilendiği, satıldığı ve tüketildiği bir pazardır.

Sosyal medya ve kişileştirilmiş arama motorları internette dışarısının ortadan kaldırılmış olduğu mutlak bir yakın alan oluşturur. Burada insan yalnızca kendisi ve kendisi gibi olanlarla karşılaşır. Değişimi mümkün kılacak hiçbir olumsuzluk yoktur artık. Bu dijital mahalle insana sadece hoşuna gideceği kesimlerini sunar dünyanın. Böylelikle de kamusal alanı, kamusal hatta eleştirel bilinci ortadan kaldırarak dünyayı özelleştirir. İnternet mahrem bir alana, rahatlık ortamına dönüşür. Her türlü uzaklıktan arınmış yakınlık da şeffaflığın dışavurum biçimlerinden biridir.

Şeffaflık toplumu enformasyon toplumudur. Enformasyon, kendi başına, her türlü olumsuzluktan yoksun olduğu ölçüde bir şeffaflık fenomenidir. Şeffaflık toplumu sadece hakikatten değil görünüşten de yoksundur. Ne hakikat ne de görünüş şeffaftır. Tümüyle şeffaf olan tek şey boşluktur. Bu boşluğu bertaraf etmek için bir enformasyon yığını devreye sokulur. Enformasyon ve iletişimin artması kendi başına dünyaya aydınlık getirmez. Şeffaflık kâhinliğe yol açmaz. Enformasyon yığını hakikat oluşturmaz. Ne kadar çok enformasyon serbest kalırsa dünya o kadar karmaşıklaşır. Hiper-enformasyon ve hiper-iletişim karanlıkta bir ışık olmaz.

İfşa toplumunda “Duvar, çatı, pencere ve kapıdan oluşan sağlam ev günümüzde zaten maddi ve gayri maddi kablolarla delik deşik edilmiş, çatlaklarından iletişim rüzgârının estiği bir harabeye dönüşmüştür.” İletişim ve enformasyonun dijital rüzgârı her şeyin içine işler ve her şeyi şeffaf hale getirir. Dijital ağ hiçbir ahlaki buyruğa tabi değildir. Geleneksel olarak hakikatin teolojik-metafizik ortamı olagelmiş yürekten yoksundur adeta.

Kontrol toplumunda “Yüksek sesle dile getirilen şeffaflık talebi toplumun ahlaki temelinin kırılganlaşmış olduğunun ve dürüstlük doğruluk gibi ahlaki değerlerin giderek önemini yitirdiğinin bir göstergesidir. Çökmekte olan ahlaki merciin yerini yeni toplumsal buyruk olarak şeffaflık alır. Şeffaflık toplumu, azalan güven nedeniyle kontrole önem veren bir güvensizlik ve şüphe toplumudur.

Şeffaflık zorlaması günümüzde ahlaki ya da ‘biyopolitik’12 değil, her şeyden önce ekonomik bir buyruktur. Kendini ışıklandıran herkes kendini sömürüye teslim eder. Işıklandırma sömürüdür. Kişinin aşırı ışıklandırılması ekonomik etkinliğini en üst noktaya çıkarır. Şeffaf müşteri dijital panoptikonun yeni mahkûmu ‘homo sacer’idir13 hatta.

Şeffaflık toplumunda empati temelinde bir cemiyet oluşmaz. Sadece ortak bir çıkar ya da ilgileri olan veya bir markanın çevresine toplanan yalıtılmış bireylerin, egoların tesadüf eseri ortaya çıkan toplaşmalarına ya da kümelenmelerine rastlarız. Bunlar ortak siyasi ortak bir eyleme, bir ‘biz’ oluşturmaya muktedir topluluklardan farklıdır. Ruhları yoktur. Marka toplulukları türü toplaşmalar içsel bir yoğunlaşma taşımayan, eklemelerle ortaya çıkan oluşumlardır. Tüketiciler ihtiyaçlarını yönlendiren ve tatmin eden panoptik gözetime gönüllü olarak teslim eder kendilerini. Bu noktada artık sosyal medya ile panoptik makineler arasında fark yoktur.

Byung-Chul Han, kitabının son paragrafında şöyle diyor: “Günümüzde yerkürenin bütünü bir panoptikon14 durumuna doğru gelişme gösteriyor. Panoptikonun dışı diye bir şey mevcut değil. Bir topyekûnlük söz konusu. İçerisini dışarısından ayıran bir duvar yok. Kendilerini özgürlük olarak sunan Google ve sosyal ağlar panoptik biçimlere bürünüyorlar. Bugün gözetleme, genelde sanıldığı şekliyle özgürlüğe saldırı şeklinde gerçekleşmiyor. İnsanlar kendilerini daha ziyade gönüllü olarak teslim ediyor panoptik bakışa. Kendilerini soyarak ve teşhir ederek dijital panoptikonun oluşuna bilerek katkıda bulunuyorlar. Dijital panoptikondaki mahkûm aynı zamanda hem kurban hem faildir. Özgürlüğün diyalektiği işte budur. Özgürlüğün kontrol altında olduğu ortaya çıkıyor.

Biz “İlginç bir çağda yaşayasın!” bedduası yerine ahlaki heyelanların ve siyasi depremlerin hüküm sürmediği, hayatın iyi, güzel ve hayra götüren taraflarının bol olduğu “Güzel bir çağda hep beraber yaşayalım.” duasında bulunalım.

 

Dipnotlar:

1- İsmet Özel, Üç Zor Mesele, TİYO Yayıncılık, İstanbul 2018

2- Alfred North Whitehead, İngiliz matematikçi ve filozoftur. Mantıksal pozitivizm olarak bilinen felsefi akımın ve Viyana Çevresi olarak adlandırılan filozoflar grubunun içinde yer alan önemli isimlerden biridir.

3- E.F. Schumacher, Aklı Karışıklar İçin Kılavuz, Çev. Mustafa Özel, Küre Yayınları, İstanbul 2016

4- Roger Garaudy, İnsanlığın Medeniyet Destanı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul 2016

5- Marshall G.S. Hodgson, Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek, Vadi Yayınları, İstanbul 2017

6- Yuval Noah Harari, 21. Yüzyıl İçin 21 Ders, Kolektif Kitap, İstanbul 2018

7- Julian Assange, GoogLeaks, Tuti Kitap, İstanbul 2018

8- Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu, Metis Yayınları, İstanbul 2017

9- Jean Baudrillard(1929-2007), Fransız düşünür/sosyolog. Medya teorisi, postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerine çalışmalarıyla ünlenmiştir.

10- Byung-Chul Han, Yorgunluk Toplumu, Açılım Kitap, İstanbul 2017

11- Aura: Kişinin manyetik enerji alanı.

12- Biyopolitik: Yaşam tarafından bütünüyle belirlenmiş ve yaşamın sürdürülmesine ve denetimine vakfedilmiş bir politik düzen.

13- Homo Sacer: Bir suç sebebiyle toplumun dışına itilmiş kişidir.

14- Panoptikon: İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham'ın 1785 yılında tasarlamış olduğu hapishane inşa modelidir. Disiplin toplumunun bir fenomenidir. Gözcünün bakışı hücrelerin her köşesine ulaşırken o içerdekiler için görünmez kalır. Yani görünmeden görmenin en etkin merkezî konumu. Dijital panoptikon’un kendine has yanı sakinlerinin kendilerini teşhir etme yoluyla aktif olarak yer almalarıdır. Yani bir zorlama sonucu değil isteğiyle kendini görünür kılma.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR