1. YAZARLAR

  2. Bahadır Tok

  3. Önümüz Kış, Önümüz Zemheri

Önümüz Kış, Önümüz Zemheri

Aralık 1998A+A-

Hazanı yaşıyor yeryüzü. Hüzün boşalıyor sokaklara, parklara, bulvarlara. Mahzun duruyor resimlerimiz. Devr-i dâimini tamamlamakla kum saati. Asr, kemâl-zevâl diyalektiğini, değişmez sünnetullah yasasıyla bir kez daha hatırlatıyor. Zaman, engellenemez istikametinde "miad"ına yaklaşıyor. "Va'd"ini tutan ve tutmayanlara rağmen. Hazan yaşıyor yeryüzü ve biz, bu hüzün mevsiminde "çile"yi bir yumak gibi oturtuyoruz hançeremize. Birçok yerden kanıyoruz, yüreğimizden, başkentimizden. Ve yerlere dökülmüyor kanlarımız, kanlanmıyor bir yerler, bir yerlerimiz. Hüzün döşeli damarlar, sokakları soluyor ciğerlerimize. Kandan önce rengini, kokusunu tanıyoruz bültenlerden. Tanklar geçiyor, silinmez izler bırakıp asfaltlara. "Kalb"imiz göğüs kafeslerinde, "kadr"imiz demir kafeslerde, "sabıkımız örümcek kafeslerinde tutuklu.

Kızıldeniz'le konuşan adam. Önce Nil'den öğreniyor suyun dilini. Nehir, 'nehar'a taşıyor' Sadr'ı sabır ile beslenen adamı. Dönüp bir kez olsun bakmıyor ardına "kim var" diye... Yalnız bir "vezir" diliyor Rabbinden... Kardeşini...

Önümüz kış, önümüz zemheri...

Üstümüze üstümüze geliyor gece, üstümüze abanıyor gece. Ve biz kayıtsız olamayız, kayıtsız kalamayız geceye, getirdiklerine. Olanca yüreğimiz, olanca acımışlıklarımızla ıslatmalıyız geceyi. Yıkamalı, arındırmalı, bizim kılmalıyız, "muhlisi'ne lehu'd-din"... ıslatmalıyız geceyi ki, katı bir sabah çarpmasın suratlarımıza. "Bahçe sahipleri" yeminleşmişlerdi de bir istisna tutmadan, katı bir sabahın erkenliği çarpmıştı gri çehrelerine, yayılmıştı damar damar kılcallarına dek yitirmişliğin derin ve buruk hüznü. "Bel nalımı mahrumun" boşanıvermişti de iki dudakları arasından kapkara bir çöle dönmüş ekeneklerine... Islatmalıyız geceyi ki, gözyaşının daha hayırlı olduğunu bir kez daha ispatlayalım en basta kendi nefislerimize, bir kez daha kabul edelim ağlamanın "asil" olduğunu "'Adem'' kadar, yürek taşıyor olmanın farkına varışın, katılaşmanın önünde diri birsel olduğunu...

Ağlamak, ağlayabilmek... Katılaşmaya, katmerleşmeye, körelmeye, zulmü kanıksamaya direnmek. Hislerin hadımlaşmasına savaş açmak, isyanı en soylu çiçekleriyle yanaklarda, secdelerde, yastıklarda... Seherlerde diriltip alnımıza kutlu bayrağını dikmek. Gözyaşları... Yitirmişliğin değil, bulmuşluğun, farkına varmışlığın ferah ulakları. Kaybedişin değil kaydedişin pırıl pırıl şahitleri. Arınma yunaklarıdır, yüreğin kendisiyle tanışması, fıtratla buluşması, perdelerin şerha şerha erimesidir ağlamak. Mühürlenmeye vize vermeyen, hassas hudud bekçileridir gözyaşları. Tortuların infilak etmesidir alınlarımızdan, katranların çözülmesidir avuçlarımızdan, mesafelerin zamana içirilmesidir. Yaklaşmaktır O'na, alınlarda iz taşıyarak. Ağlamalı, arınmalı "yeniden"leri göğsümüzün en mutena, en mümtaz yerine konuk ederek, hayatın içinde, hayalın kendisiyle direnerek, büyüyerek, çoğalarak ve ödeyerek ödenmesi gerekenleri, atılması gerekenleri üzerimizden...

Önümüz kış, önümüz zemheri...

Önümüz dağ dağ buzul, önümüz adım adım imtihan. Uyandırıp bilinçlerimizi yeni bir güne, gelen kışa, şimdiden güneşler biriktirmeliyiz parmaklarımızda. Katı otur gecesi zemherinin. Göğe sıyrılan avuçlarımızı ve içinde sunduklarımızla bahan tutup kavrayalım, çivileyelim yüreklerimize. Kor tutan avuçlarımızdan, hücrelerimize sirayet etsin aygınlığımız, aydınlığımız. Sesimiz umut, soluğumuz hayat, gözlerimiz ışık ve cesaret dağıtsın geçtiğimiz, değdiğimiz her yere, her kuytuluğa, her meydana...

Bir yangın yerinden "sabır ve namaz"la çekip alalını unuttuklarımızı, "ilk kurtarılacak" yüreklerimizi. Anarak ve andırarak, burçlarımıza "güzel söz"lerden nöbetçiler dikelim. Üleştikçe büyüyen bir gemi olsun üssümüz, adı konulmuş tufanın dalgalarından, haki ve tedhişçi şemsiyesinden, selamet sahiline götüren. Ellerimizden başlayıp tüm azalarımızla kenetlenelim, kaynaşsın yüreklerimiz. "Bunyânün mersûs" kılalım varlığımız. "İki şey arasında yabancı hiçbir şey olmayan" bir safiyetle vücudumuzu görkemle, azametle yükseltelim ve buharlaşsın, aksın üzerimizden "biz"den olmayanlar.

Önümüz kış, önümüz zemheri...

Tertil ile inen Kitab'ı tertil ile okuyup, yine tertil ile söküp çıkaralım, atalım hayatımızdaki "harf"leri. Su seviyesinde yürüyüp, hassas yerlerimize, "harf"lerden boşanmış tarafımıza "muhkem" kelimeler yerleştirelim tertilen, özenle... Evrensel bir kopuşla kopalım apışıp kaldığımız yerlerden. "Hareket" bereketin anasıdır ve anlamlı kılandır "sükûn"u. "Sekine" ancak hareket sahiplerine iner bihakkın. Sekineler haketmek için "tahrik" olalım, kıvılcımlar yakalayalım çağıracağımız güneşe. Ve gözümüz gibi koruyalım "muharrik"lerimizi. "Miskin"liğin düşmanı belleyip muharriklerimizi sadrımıza konuk edelim, hemhal olalım onunla. Onunla yaşayalım, çünkü hareket, sözün bittiği yerde, dilidir biriktirdiklerimizin. En doğal, en içten cevabımızdır. En yalın ifademiz, en yiğit duruşumuz, en soylu yürüyüşümüzdür hareket. Hayra engel olanlara, ifsad eden ve yaygınlaştıranlara, Allah'tan alıkoyanlara, Zikr'den çevirenlere, "yaklaşmak için" aradığımız "vesilelerimizi yok eden/etmeye çalışan, yol başlarına oturan, barikatlar kuranlara, kara(n)lık suratlara karşı andımız, adımızdır hareket.

Önümüz kış, önümüz zemheri...

"Hayatımızdaki belirsizlikleri emekliye ayırıp" ilkelerimizle "muvahhid" bir hayata şahitlik edecek sancılara girmeliyiz. Sancılarımızı sahiplenmeli, onları hissetmeli ve kuşanmalıyız. Zira "sancı" "kıvrandım". Kıvranmak kımıldamak, kımıldamak hareket, hareket hayatiyettir. Diriliğin en gür sesi, en beliğ lisanıdır hareket, "Donarak Ölmek" farkında olmadan, en sinsi gelen ölümdür. En rahat ölüm, en "acı duymadan olan ölüm"dür. Acılarımızı bilge belleyip, ölümü bir hançer gibi terkimizde taşıyarak sevmeli, sevimli kılmalıyız. Acı "kaygı" verir, kaygı "teyakkuz"dur, yani "mukavemet"tir. Kaygısını yitiren "saygı"sını yitirmiştir. Soğuk haindir, soğuk cellat... Soğuğun kuşattığı ve yavaş yavaş nüfuz ettiği beden, gittikçe artan bir rehavet ve uyuşukluk içine girer. Bu uyuşma ile şiddetli bir uyuma arzusu. Gaflet, damar damar sızar bedene, hücre hücre yayılır. Uyuyan beden "rahat ve acı duymadan" çeker gider hayattan ki, ölümü hiç hesap etmemiştir bu beden, uyumak isterken. Ölen bedenin ölümü bile kendisinin değildir, şartların, yani başkalarının takdim ettiği bir ölümdür. Uyuyanların hiçbir şey tercih etmeye hakları yoktur. Seçeneksizdir uykulunun ölümü. Ölümümüzü bile biz seçmeli ve onu izzetle taçlandırın alıyız. Acılarımızı duyarak, kanıksamadan, yadsımadan ve severek katmalıyız sancılarımıza. Donarak ölüm, bedenin atıl bırakılıp, tembelliğe ve miskinliğe izin verilmesidir. Hareketten yoksun, mahrum bırakılmasıdır. Hareketten yoksunluk, sancısızlıktır. "Çözüm arayışın, "soğuğa direniş"in olmamasıdır, "mukavemetsizlik" ve "teslimiyet"tir. Yani korkak ve alçak bir intihar, dilenci ve davetkar bir ölümcüllüktür...

Kışın soğuğuna, zemherinin şiddetine inat, sımsıcak bir kardeşlik, kenetlenmiş bir yüreklilik, yürekselleşmiş bir cesaret, kararlı ve müstakim bir yürüyüşün verdiği İzzet ve özgüvenle göğsümüzün tam ortasıyla karşıla-malıyız kışı, bütün kışlığına ve herşeye rağmen. "Biz" olarak, onurla, tıka-basa imanla... Herşeyimizle... Yani "...hayatım ölümüm..." ve bu ikisi, arasına sığdırılacak bütün "güzel" ve "makbul" olanlarımızla...

Önümüz kış, önümüz zemheri...

Soğuk olacak bu kış, çetin olacak bu soğuk...

Toplanıp "Kitab"ın sığınağına "avuçlarda tutulan ateş korları"mızı sürelim birbirimizin gözlerine, yüreğine. Okuyalım sure sure, okuyalım ayet ayet... Ürperip yumuşasın derilerimiz, ısınsın kalplerimiz "Zikr"in ayrıcalığında. Arınmak, yalın yürek kalmaktır, ıslak bir bedenle zemherinin tam ortasında. Yıkanıp paklarım ıslığın naifliğidir ortasında soğuğun. Ve çokça "Tufeyli" barındırır, palazlar her seferinde soğuk. Bu tufeylilerden "korunmak" ve hemen "hastalık" kapmamak için sarınmalı bu beden, yünlülere, sıcak "libas'lara. Isıtacak ve koruyacak sarmaklar, sığınaklar biriktirmeli, soğukla ve askerleriyle savaşacak zırhları kuşanmak, yani o mümtaz, o pırıl pırıl alevi, fırtınalara karşı koruyacak "fanus"ları kuşanmak, yani "takva"yı. Birbirimize yaslanıp yükselecek, O'na ulaşacak olan "güzel söz"ler ve onları ancak ulaştırabilecek olan "salın amerlerimizi "kökü yerde" "bire yedi yüz veren" kılıp çoğalmalı, bereketlenmeliyiz. "Kökü yerde" ağaç gibi münbit, diri ve "sürgün"ler veren "salih bir hayat". Güzelliklerimizi paylaşarak büyütüp, yeryüzünü "güzelliklere boğmanın hazzını yaşamalıyız.

Önümüz kış, önümüz zemheri...

Şimdiden dadandı çakallar kıyılarımıza. İt ulumaları bulaşıyor gecenin sükûtuna. Her bir sabahın uyanışında zulüm nöbetleri, saralı bir haydut bakışı, taze döllenmiş sırtlan saldırganlığı yağmalıyor mahmurluğumuzu. Göz göz kin boşalıyor gözsüz gözeneklerinden karanlığın. Eli iş tutan delikanlılarımız, çiğ tutmuş gül gibi duruyorlar seherin tazeliğinde. Çember daralıyor, ateş yaklaşıyor ve başlıyor kazan kaynamaya. "Rüşd" sahasında "naşietu'l-leyl"e aşina yüreklerimiz sınanmalı elindeki, avucundakilerle. Ve sınanıyor sahip olduğumuz herşey. Sınanıyoruz sahip olduğumuz herşeyle. Mallar, oğullar, eşler, ana-baba, kardeşler, hısım-akraba, aşiretler, hoşumuza giden meskenlerimiz -hem de yüksekçe- ve "tıkırında" olan, kesada uğramasını hiç istemediğimiz ticaretimiz, en vurulgan anlarımızda... Daralıyor ateş çemberi ve biz; zihnimizde "daha ulaşmak istediğimiz birçok nimet"in bir tomar listesini çıkarıyoruz. Aman Allah'ım!!! Yoksa cenneti bu dünyaya mı taşımak niyetindeyiz? O büyük alışveriş çok mu ucuz(!) geliyor? Hayır, hayır! Listesini topyekün çıkarmalı ve kendi ellerimizle çakmalıyız kibriti, gözlerimizin önünde yanışını seyrederek dünyalıklarımızın. Gerektiğinde yakılmazsa gemiler, felaket denizine çekerler insanı. Dünyaya ait, dünyalık namına "yüreğinden başka muska takmadan göğsüne" yürümeliyiz, azığımız "naşietül-leyl". Geceden hazırlanıp ilk ışıklarıyla karşılanan sabahın getirdiklerine biz yürüyelim. İsramız, terkimizde taşıdığınız heybemize bereket olsun. İlk öğretmenleri olalım şafağın, ilk ulakları baharın, doğumun ilk sancıları ve... İlk bebekleri.

Mahrumların sofrasına, mazlumların duasına, mahkumların duvarına, anaların dudağına, çocukların belleğine, kalemine... umut taşıyalım yürek yürek. Ülkenin tüm kızlarının, kadınlarının başlarını ateş gülleri, ateş gülleriyle donatalım, tüm namluları azgınlara çevirip. Nemli değil namlu olsun, bakışlarımız tağutlara, tağutizme. Gözlerine baka baka, gönüllerine bata bata kanatasıya. Kadınlarımız, kızlarımız, başlarında cennetleri taşıyarak arşınlasın bulvarları, şehrin her yanını, "korkmadan, yumruğu çözülmeden, utanmadan..."

Önümüz kış, önümüz zemheri...

Ateşten korunmak için ateşlere atılmalı belki... Kafamızda, zihnimizde biriktirdiklerimizin listesine bir "İsmail"imiz deyip, hicret etmeliyiz yeryüzü kaynaklı bağlarımızdan. Kentleri bir bir "şehr" kılıp, "mescidler edin"diğimiz evlerimizden oluk oluk akmalıyız. "Yüreğin İslamlaşması", yeniden doğuşumuz olmalı hayata. Büyük bir kopuşun ifadesi olmalı ayrık otları cahiliyyeden hicretimiz. Hesapsız, pazarlıksız, kıralım tüm yeryüzü kaynaklı tutsaklık zincirlerini, kelepçelerini, prangalarını. Özgürlük susuzluğumuz olsun. Adağımızdır diyerek sunalım fitnelerimizi, "bela" ahdimizin altına imzalarımızı bunlarla koyarak...

Önümüz kış, önümüz zemheri...

Isınmak için kayaları çözeceğiz belki sadalarımızla. Sicn tezgahlarına ayıracağız belki dinlence saatlerimizi. Oralarda yontacağız, arızı bulaşmışlıkların bize batan, bizi inciten kirlerini. Ama kendi dilimizi konuşacağız, hep kendi dilimizi, tercümesiz. Kendimizle karşı karşıya geleceğiz ve ürkmeyeceğiz bundan. Yeniden tanışacağız "özge" canımızla, belki yıllardır beraberimizdeki yabancılıklarımızla. Ama hep "biz" olacağız, yüreğimizi, ellerimizi, ayaklarımızı asla terk etmeden. Hep o yürekle soyunacağız kavgalara, hep o yürekle giyineceğiz "bizim esvab"ımızı, "libasü't-takva"yı. O ellerle tutacak, kavrayacak, o ellerle verip-dağıtacak, o ellerle toplayacağız ve hep o ellerle sunacağız kurbanlarımızı, yaklaşmak için O'na. Yaklaşacağız kendi ayaklarımızla. Yürüyeceğiz yürüyüşümüzü. Ölümü hayata ulayıp, koşacağız koşumuzu. Hep kendi ayaklarımızla dikilip-dikileceğiz, dimdik durup taşıyacağız "emanet"i. "Harf" üzre iman edenlere inat, "kelime kelime" bütünleşeceğiz "Kitab"ta.

önümüz kış, Önümüz zemheri...

Gelin boynumuza vuralım biz hicreti...

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR