1. YAZARLAR

  2. Ahmet Örs

  3. Öncü Müslüman Aile

Öncü Müslüman Aile

Eylül 2009A+A-

Müslüman aile, bütün toplumun gözlerinin üzerinde olduğu, olacağı sosyal yapılanmadır desek abartılı olmaz sanırız. İnsanlar her zaman farklılıkların, niteliklerin peşinde, etrafında mütecessis bakışlarla dolaşırlar. Onu fark etmeye, onu anlamaya çalışırlar: Takdir ya da kınama pozisyonu almak için gözlemlerler. Müslüman aile de elbette bütün ferasetiyle etrafını, halkı takip eder. Yönelimlerini anlamaya ve kanalize etmeye çalışır. Bireysel ve toplu ilişkilerde aktif aktör rolünü inancı gereği içtenlikle icra eder.

Müslüman ailenin işleyişinde oluşabilecek muhtemel kopukluk kendi yapısal akışını akamete uğratacağı gibi kendisini takip eden çevresel ilgiyi de tamamıyla abandone edecektir. Müslüman ailenin toplumdaki merkezi rolü, öncü ve fark edilebilir konumu her mahiyette göz önünde ve haddinden fazla sorumluluk alanında değerlendirilecektir. İslam’a ilişkin birçok yıkıcı ya da yapıcı eleştiri Müslüman ailenin iç işleyişine ve bu işleyişin dışa dönük yüzüne göre şekil alacağından bu merkezi rolün ağırlığı daha iyi anlaşılmak zorundadır.

Zulmün sınır tanımaksızın bireysel ve küresel hemen bütün alanlara nüfuz ettiği bir zaman diliminde Müslüman ailenin sorumluluğu bahis konusu paralellere uyumlu olarak artmaktadır. Devrimci bir misyonu hayatın temeli olarak ittihaz edemeyen bir ailenin zaten İslami karakteri sorunludur. Zulüm tanımlaması yapabilecek bir duruma gelemeyen bir aile modeli asla İslami, dolayısıyla da devrimci olamaz.

Ailenin devrimci olması elbette onu naif tanım ya da modellerle bağlantılı olarak değerlendirenler için kolay kabul edilebilecek bir tanımlama olmayabilir. Klasik tarzın kitabi boyutunda dillendirilen evlilik teorilerine hayata ilişkin sahici bir perspektife ulaşmaksızın kanıp teslim olanlar için devrimci aile tasarımı ütopik dayatma olarak bile eleştirilebilir. Ancak zulüm üzerine örgütlenen, bireyselden toplumsal alana kadar hiçbir ayrıntıyı es geçmeyen küresel ve yerel istikbarların hayatı kuşatıcı yapısını en çok da aile hissetmelidir. Dünyaya getirip en sevimli ve harekete geçecekleri çağda ellerinden zorla alınan evlatlarının imanî ve zihinsel trajedileri kapılarını çaldığında ütopik dayatmalar eleştirisini yapan aile acı gerçekle yüzleşecektir.

İdeolojik gelişimini tamamlayamamış bireyler gibi ideolojik oluşumunu gerçekleştirememiş bir ailenin esasen yaşayabileceği en büyük trajedi olup bitmiştir. Aslında ideolojik yürüyüşü ete kemiğe bürünmeden aile oluşumu aşamasına intikal etmeye niyetlenmek baştan yapılabilecek büyük bir hatayı ifade etmektedir. Tabi ki ailenin oluşumundan sonra da ideolojiyle tanışmak ya da onu mütekâmil bir seviyeye inkılâp ettirmek imkânı vardır ancak bu da takdir olunmalıdır ki hayatın hengâmesi içerisinde oldukça zor belki de asla mümkün olmayacak bir umuttur. Müslüman aile umutlarının yapraklar gibi dökülen bireysel savrulmalara benzer şekilde neticelenen hüzünlü maceraları herkese yeteri kadar ders olabilecek bir imtihan örnekliği sunmalıdır.

Baş taraftaki örneklik ve öncülük çerçevesine dönersek eğer şunu söylemeliyiz ki Rabbimiz insanlardan bazılarını örnek ve öncü olarak görmek ister. Bizler insanlar için bu vazifeyi istemeliyiz. Devrimci duruşumuzla, eksik ve hatalı yanlarımızla ama adanmış yüreklerimizle öncülük adına yapılabilecekler için bu misyonu yüklenmeye talip olmalıyız. Bu bireysel tercihimizdir öncelikle elbette ama evlenen ve başka insanlarla sosyal münasebetler kuran varlıklar olarak çekirdek toplumsallığımız olan ailemizi de bu adanmışlık sürecinin doğal ya da zorunlu ortağı kılmak durumundayız.

Kendi misyonunu ailevî yapısından ayrı gören bir Müslüman zihin düşünülemez, kabul edilemez. Bu olsa olsa seküler/laik bir tavır olur ki bunu tartışmak bile abesle iştigaldir. İmanın pek tabii bir uzantısı olarak şekillenecek ailevî mahiyetimiz bireysel olarak niyetlendiklerimizin hepsini hem de daha verimli bir şekilde ihtiva etmek durumundadır. Bunun aksi, herhalde tam bir hayal kırıklığı ve kişilik çatışması olacaktır. Zaten eğer modern dönemlerin putu olarak vasıflandırılabilecek “mutluluk” kavramının piyasada dolaşıma sokulamayacak şeklini arıyorsa insanlar, “o” tam da bu uyumun müşahhaslaşmış hali olsa gerektir.

Abilerimizden, ablalarımızdan, uzak yakın başka tanıdıklardan büyük özveri ve hayallerle kurulan ya da oluşturulmaya çalışılan, örnek aile modelleri olarak arzulanan ailelerin bazen gıpta ile bakılacak, bazen de dramatik dağılışlarından hayal kırıklıklarına sürüklenilecek tecrübelerine şahit olduk, olmaktayız. Hayat imtihandır ve bu yaşananlar imtihanların kaybı ya da kazanılması bağlamında değerlendirilecektir ancak her kayıp kötüdür; kötü bir tecrübedir. Güven bunalımı müsebbibidir. Örnek model yoksunluğu nedenidir. Dolayısıyla imtihanın esası da kayıpları asgari seviyeye indirgemek değil midir? O halde bu modellenecek aile süreçlerinden gerekli tecrübeleri çıkarmış birey ve aileler olarak Müslümanların önlerine bakmaları icap eder. Yanlışlar tekrar edilmek için değil, tevbe ve çıkış için önemli malzemeler olarak görülmelidir.

Devrimci, dönüştürücü, önderlik edici bir Müslüman aile insanlığı kurtaracak motor güçtür. Zaten insanlığı kurtarmaya niyetlenmeyen hangi birey ya da hangi sosyal yapı kendini kurtarabilir ki? Kısacık, evet hem de son derece kısacık dünya hayatını bir imtihan bilinciyle yaşayan Müslüman aile için bütün insanlığı kurtaracak bir perspektif zaten kendiliğinden oluşması gereken bir sonuç değil midir?

Mazlum ve mustazaf insanları, halkları kurtarmak ancak sürece, davaya, mücadeleye adanmakla mümkündür. Dönüştürücü bireyleri daha da kavileştirip takviye edecek bir aile kurumsallaşması kadar yüksek bir motivasyon sağlayacak başka bir güç hemen hemen yoktur. Cevvaliyetleriyle parmak ısırtan Müslüman kız ve erkekleri aile olduklarından sonra mücadele meydanından alıkoyan evlilik süreçleri ciddi tahlilleri hak edecek önemli ve sarsıcı talihsizliklerdir. Belki de mücadele sürecindeki “ağır kayıplar” olarak tavsif olunabilecek bireylerin tecrübeleri yeterli ders malzemesi olarak kabul edilirse birey ve aile olarak muhtemel problemlerden uzak durup önemli mesafeler alabileceğiz.

İdeolojik gayelerle oluşturulan Müslüman aile her türlü örnekliği şahsında somutlaştırma sorumluluğundadır. Hiçbir şekilde zihinsel ya da ekonomik konformizm onun için mümkün olmamalıdır. Konformizmin her şekli Müslüman aileyi çok kolay bir şekilde inanç ve ideallerinden koparacaktır. Bugün ekonomik refah arzusu, kapitalizmin bazıları için önünde durulamaz rüzgârı evveliyatında Müslüman aileyi oluşturma niyetindeyken zamanla ekonomik mutluluğa adanmış bireylere dönüşümün istenmeyen örneklerini bize sunmuştur. Devrimci bir anlayışla kendini İslami mücadeleye adamayan her kişi ve aile bu kaçınılmaz sona mutlaka dûçâr olacaktır. Yaşanılan tecrübeler bunu açık bir biçimde Müslümanlara göstermiştir. İdeallerini, insanlığı ıslah hedefinden dünyevi refah özlemine revize edenler şekli mahiyette her ne kadar Müslüman aile görüntüsü sunmuş olsalar da nitelik ya da yer aldıkları süreç bağlamında bu sıfatı asla hak etmeyeceklerdir.

Müslüman ailenin zihinsel konformizmi, tembelliği affedilebilir bir tutum değildir. İmtihanın sosyalleşebileceği bir aşama nimetiyle karşı karşıyayken yapay sorunlara fazlasıyla dalan ya da rehavetin mutlu ikliminde mücadeleyi ve Müslümanları unutanlar maalesef kaybetmişlerdir, ayrıca dostları için keder ve endişe kaynağı olma vebalini de yüklenmiş­lerdir. Müslüman aile bütün bir topluma doğal bir örneklik sorumluluğunda ise eğer birçok rahatından fedakârlıkta bulunabilen ailedir. Evinin maddi donanımını değil mazlumların felâhını öncelemelidir. Kendi kişiliğinin arzularını değil Filistinli ya da Afganistanlı çocukların seslerini dinlemeli, karanlık kuyularda katledilen ülke insanlarının acılarına odaklanmalıdır. Müslüman aile ekonomik imkânlarını kendi yaşamını kolaylaştırıp sahte tezyinatlara boğmak yerine İslami mücadelenin aşamaları için kullanmalı, bunu bir model ve miras olarak topluma sunmalıdır. Çocuklarını tüketim kültürünün zavallı nesneleri olarak yetiştirmek yerine İslam’ı bilen bireyler ve mustazaf halkların acılarına duyarlı kişiler olarak büyütmelidir. Bunun için Müslüman aile, çocuğunu hem kapitalist ideallerin yürütücüsü dersanelerin tutsaklığına tes­lim edip bir yandan da günah çıkarma psikolojisiyle çocuk kulüplerinde ya da camilerde manevi donanım rehabilitesiyle yetinme tavrında olmamalı, mücadelenin pratik düşünsel derinleşme süreçlerinde usta çırak modeliyle hareket etmelidir.

Müslüman aile kadın-erkek ilişkilerindeki sahte modellendirmelere ucundan kıyısından da olsa kanacak meyillenmelerden uzak durmayı bilmeli, tabir yerindeyse “salt ideolojik” bir hayatı kuşanabilmelidir. Şunu iddia edebiliriz ki Müslüman birey ya da ailenin hakiki mutluluğu bu şekilde mümkün olabilecektir. Aksi bir tutum ancak inatçı bir inkâr tavrıdır, sahte mutluluklarla savrulmaların üzerini örtme gayretidir.

Müslüman aile bütün insanlığı kurtarmak için kadın, erkek ve çocuk olarak kendini en yüksek sorumlulukları kuşanmış bir şekilde konumlandırmak durumundadır. Müslüman erkekler eşlerinden kendi rahatlarının teminini değil Allah yolunda gayret göstermelerini istemeli, onlara engel çıkaracak konformist tercihlere kaçmamalıdır. Ailenin yapması gereken şey bir bütün halinde Müslümanlara ve ezilen halklara öncülük yapabilmenin en temel şartı olarak mücadele hattında sıkıntılara göğüs gererek pişmek ve olgunlaşmaktır.

İmtihan süremiz kısıtlı, yapacaklarımız çok fazla. Aileyi uzman analizlerine mahkûm etmeden Rabbimize kullukta konumlandırmak en birinci vazifemizdir. Devrimci bir ailenin toplumsal öncülüğü, modellenebilir bir inanç ve adayışı insanlara göstermek bakımından başka hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek zenginlikte ve berekette olacaktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR