1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Kardeşlik Zemini Tahrip Edilerek Kürt Sorununa Çözüm Mümkün mü?

Kardeşlik Zemini Tahrip Edilerek Kürt Sorununa Çözüm Mümkün mü?

Eylül 2009A+A-

Kürt sorunu merkezli tartışma yoğun biçimde gündemde. Şaşırtıcı çıkışlar ve bol miktarda suçlamalarla, ithamlarla süren tartışma henüz somut adımlara dönüşmüş değil. Bununla birlikte hemen hemen tüm siyasi aktörler konuya ilişkin pozisyonlarını netleştirmiş sayılırlar. Aslında neredeyse herkes kendisinden beklenen tepkileri göstermekte, eskiden beri söylediğini tekrar etmekte. Bu yüzden örneğin ne CHP’nin ve MHP’nin ne de DTP’nin söyleminde yeni sayılabilecek pek bir şey yok. Aynı şekilde askerin tutumu da her zamanki düzen muhafızlığı rolünün altının çizilmesi şeklinde seyretmekte. Konuyu gündemleştiren Hükümet’in tutumu ise şimdiye kadarki performansıyla gelgitli çizgisini koruduğunu göstermekte. Doğru yönde bir adım, arkasından gelen tepkilerden ürkerek sinme ve tekrar bir hamle vs.

Kürt sorunu Türkiye’nin asırlık sancılarından biri. Kanlı bir zemine oturmakta ve sistemin halka yabancılaşmasının, dayatmacılığının ve de çözümsüzlüğünün en net tezahür ettiği alanlardan biri olarak öne çıkmakta. Kürt sorunu denildiğinde alarm zillerinin güçlü biçimde çalmaya başladığı ve on yıllardır akla şiddet ve kandan başka bir şey gelmediği biliniyor. Böylesi bir arka plana sahip bir konunun, tüm düzeysizliğine ve içeriksizleştirilme çabalarına karşın, yüksek sesle tartışılıyor olması bile başlı başına bir gelişme sayılmalı. Bu yönüyle AK Parti Hükümeti’nin fincancı katırlarını ürkütme pahasına bu konuyu kamuoyuna taşıması ve henüz somut bir proje ortaya koymamış olsa da en azından konuyu gündemleştirme ısrarı desteklenmeyi hak eden bir tavır sayılmalı.

Hamaset Aklı ve Mantığı Boğuyor!

Yıllardır konuşulamamış, konuşulmasına yönelik girişimler en şedit biçimde bastırılmış bir konunun bu şekilde de olsa gündemleşmesi bir ilerleme, kazanım, insani olana mantıki olana doğru bir yönelim olarak görülmeli. Bununla birlikte tartışma sürecinin egemen siyasi kültürün ve sistemin zaaflarını, çelişkilerini ve açmazlarını ortaya koyduğu da bir gerçek. Söze başlayan ulusal birlik, bütünlükten, vatanın kutsallığından dem vuruyor. Yoğun bir milliyetçi ve hamasi dil göze çarpmakta. Bu sorunun kaynağını dürüst biçimde tartışma cesaretini, erdemini gösterenlerse azınlıkta kalıyor. Kemalist sistemle yüzleşme sorumluluğu üstlenilmiyor, üstlenilemiyor. Dolayısıyla da güdük, korkak, samimiyetsiz bir üslup ve söylem genel hatlarıyla tartışma ortamına hâkim görünüyor. Dolayısıyla bu biçimde sürdürülecek bir tartışmanın tıkanmaya yol açması riski çok fazla.

Çocukları askerde ölen aileler üzerinden kışkırtıcı bir propaganda sürdürülüyor. Soruna yönelik adım atalım diyenlere karşı “Çocuklarını yitirmiş ailelere ne düşündüklerini soralım!” şeklinde bir karşı tavır öne çıkartılmakta. Oysa bu insanların ne söyleyecekleri zaten belli. Evlatlarını yitirmiş ailelerin intikam hisleriyle dolu olmaları anlaşılabilir bir şey. İntikam duygularıyla hiçbir sorunun çözülemeyeceği ise gayet açık! İyi niyetli olunsa farklı davranılır. Makul olan, işe yarayacak olan tercih edilirdi. Eğer ille de soralım deniliyorsa, oğullarını askere yollayacak ailelere sorulmalı bu savaşın devamından yana olup olmadıkları! Şüphesiz bu daha işlevsel bir araştırma olur ve gayet muhtemeldir ki çok daha mantıklı, aklı başında sonuçlar doğurur.

Tartışma süreciyle birlikte Türkiye siyasetine hâkim çift dillilik ve samimiyetsizlik olanca çıplaklığıyla kendisini açığa vurmakta. Herkes 70 milyonun kardeşliğinden, eşitliğinden, birliğinden söz ediyor. Ne müthiş bir kuşatıcılık, ne büyük bir kardeşlik projesi!

Adolf Hitler’i andırır tarzda, kendinden geçmiş bir halde alabildiğine bağırarak gerilim saçan Bahçeli’nin ağzında “kardeşlik” kavramı ne kadar sakil kalıyorsa, bunca yıldır yoğun ve sistematik milliyetçi propagandanın etkisi altında zihinleri şekillendirilmiş, şartlandırılmış toplum gerçeğini hiç dikkate almayarak adeta ateşe benzin döken açıklamalarda bulunan DTP’lilerin söyleminde çokça yer verdikleri “barış” kavramı da o ölçüde komik kalmakta.

MHP ve CHP’nin tutumunu anlamak kolay. Bu iki parti yok sayarsak uğraşmayız mantığından hareketle Kürt sorununu görmezden gelmekteler. Kürt halkından bir beklentileri kalmadığından, bu tartışmayı bir manivela gibi kullanıp toplumun diğer ve de daha geniş kesimlerinden prim toplamayı amaçlıyorlar. Doğrusu gerek ideolojik kimliğiyle MHP gibi faşizan bir parti için, gerekse de Kemalist Cumhuriyetin kurucu unsuru olduğunu her fırsatta tekrarlayan CHP için bu tutum gayet anlaşılabilir bir tutumdur.

DTP ve Milliyetçi Körlük

Türk ulusal kimliğini esas almış partilerin Kürt kimliğine saygı duymalarını, Kürt sorununun çözümüne yönelik adil bir perspektif geliştirmelerini beklemek zaten mantıklı olmazdı. Vardıkları nokta itibariyle Kürt sorununu da Kürt halkını da görmezden geldikleri, buna karşı Kürt halkının da kendilerini yok saydığı görülmekte. Nitekim Kürt illerinde arka arkaya yapılan seçimlerin sonucuna baktığımızda da bu yaklaşımın tescillenmiş olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla birlik, beraberlik sloganlarının inanılmadan söylenen ucuz birer propaganda malzemesinden öteye gitmediği, düpedüz yalan olduğu ortada.

Benzeri bir tavrı, bu kez tam tersinden olmak kaydıyla DTP’nin kimi söylemlerinde de görmek mümkün. Muhataplık meselesinden, idari yapının yeniden düzenlenmesine kadar kimi konularda zaman zaman öyle abartılı yargılar, öylesine keskin talepler dillendiriliyor ki, çözüme yönelik belli bir mutabakat çerçevesi sağlamaktan çok süreci sabote etmenin amaçlandığını düşündürtüyor. Kürt halkının maruz kaldığı mağduriyetleri, mazlumiyetleri gündemleştirirken bir siyasi hareketin asla yapmaması gereken bir yanlışa, sürece muhalif toplum kesimleri arasında endişe yaratarak şoven unsurların propagandalarına uygun zemin hazırlamak basiretsizliğine düşülebiliyor.

Şüphesiz bu söylediklerimiz siyasal bir talebin ya da talepler dizisinin gündemleştirilebilmesi şartı olarak toplumun tüm kesimlerinin onayını alacak bir tutum önerdiğimiz şeklinde anlaşılmamalı. Böyle bir şeyin mümkün olmadığı bellidir. İdeolojik kutuplaşmanın yoğun, sınıfsal yapılanmanın belirgin olduğu, her toplumda görülebileceği üzere zulmün ve zalimlerin ardında saf bağlamış kesimlerin mevcut bulunduğu bir toplumsal yapıda siyasi bir talebe ilişkin olarak herkesi razı etmenin gerekliliğinden söz etmiyoruz elbette.

Şuna dikkat çekmeye çalışıyoruz sadece: Ne yazık ki milliyetçi eğitim ve yönlendirme süreçleriyle hak ve adalet perspektifini bir hayli yitirmiş ve farklılıklara saygı duyma, kabullenme gibi basit insani erdemlerden uzaklaşmış bir toplum gerçeği var bu ülkenin. Resmi ideolojinin ürettiği ve yaygınlaştırdığı ırkçı-asimilasyoncu yaklaşımlar hiç farkında olunmaksızın içselleştirilmiş adeta. Bu yüzden çok sıradan bir talep ya da tartışma dahi bir anda ırkçı tepkilere yol açabiliyor. Ve en önemlisi de bu olgu provokatif yaklaşımlara mümbit bir zemin hazırlıyor.

Bu gerçeği görmek ve politika geliştirirken dikkate almak gerekiyor. Ne var ki, milliyetçi yaklaşım tarzının köreltici etkisi ve her daim duygusallığı besleyen niteliği çoğu kez bunun görülmesini, algılanmasını engelliyor. DTP ve temsilcisi olduğu çizginin söylem ve tavırlarında bu durumu yaygın biçimde görmek mümkün. Oysa bir yandan bütünlükten söz edip, öte yandan Türkiye’de yaşayan geniş kesimleri tedirgin edeceği kesin olan tutumlar sergilemek mantıksızlıktır. Üzüm yemenin değil de, bağcı dövmenin amaçlandığı imajını doğurmak son kertede kesin kaybettirir. Resmi ideolojinin ürettiği ırkçı körlükle bakanların Diyarbakır’ı, Şırnak’ı, Ağrı’yı görememesi gibi, sorunlara sadece Diyarbakır’dan, Şırnak’tan, Ağrı’dan bakıp Trabzon’u, Niğde’yi, Tekirdağ’ı görmemek, buralarda yaşayan insanların ne hissettiklerini kavramaya çalışmamak da büyük bir basiretsizliktir.

DTP Çizgisi ve Kemalist Düzenin Ortak Zaafı: Bütünleştirici Olamamak!

Hiç şüphesiz kimlik düzeyinde yaşanan büyük kırılma, sorunun temelini teşkil etmekte. Kuruluş ideolojisi itibariyle bu coğrafyada yaşayan halkların ortak aidiyetini tahrip etme felsefesiyle işe başlayan Kemalist sistemin uzun yıllar boyunca uyguladığı politikalar neticesinde gelinen nokta İslam’dan uzaklaşmanın doğal neticesidir. İfade edildiği üzere “ümmetten bir ulus yaratılması” başarılmış ama bu hilkat garibesinin faturası çok ağır olmuştur. Hâlâ bu coğrafyada yaşayan kitlelerin bedelini ödemeye devam ettiği bir faturadır bu! Ve artık anlaşılması gereken de şudur ki, sorunu üreten milliyetçilik perspektifi tümüyle terk edilmediği müddetçe belki bir nebze rahatlama, aşırılıkların törpülenmesi söz konusu olabilir ama adil, kuşatıcı, hakkaniyete dayalı bir çözüme asla ulaşılamaz!

Neden? Çünkü sorunun çözümüne yönelik tahliller sorunun özüne inmemektedir. Herkes kardeşlikten söz etmektedir ama bu kavramın içi doldurulmamaktadır, doldurulamamaktadır. Bugüne dek düzenin alabildiğine istismarcı bir tarzda ve saptırıcı bir yaklaşımla kullandığı, sömürdüğü bu kavramı varsayalım ki şimdi Hükümet kadroları içtenlikle, samimiyetle algılıyor ve anlamlandırıyor olsunlar! İçini doldurabilmeleri mümkün mü? Kavramın içerdiği anlam bütünlüğünü esas almaları mümkün mü? Hayır, nasıl olsun ki? Bir yandan tüm yasal-siyasal yapıyı Kemalist şablonla tanzim edip, bir yandan da o şablonun ortadan kaldırmaya yöneldiği bir anlam dünyasını esas alan düzenlemeler yapmanız asla mümkün olamaz. Olsa olsa bugüne dek zaman zaman ihtiyaç duyulduğunda yapıldığı üzere o anlam dünyasının kullanılması, istismar edilmesi söz konusu olabilir ki bu tutum ise her haliyle büyük bir zulümdür, ahlaksızlıktır.

DTP’nin açmazı da aynısıdır! Halkların kardeşliği kavramı sakız gibi çiğnenmekte ama kardeşliğin zemininin ne olduğu, kardeşlikten neyin anlaşılması gerektiği üzerinde hiç mi hiç durulmamaktadır. Bilakis aynen düzenin yaptığı gibi imkân elde edildiğinde sahip olunan tüm araçlarla kardeşlik kavramının üzerine oturduğu kimliği, değerleri tahrip edici politikalar geliştirilmektedir. Kemalist düzenin on yıllardır baskı yoluyla gerçekleştirdiği İslami aidiyeti tahrip etme, azaltma siyaseti, Kürt halkı içinde sisteme muhalefet eden bu ideolojik-siyasi anlayışça farklı araçlar ve yöntemlerle sürdürülmektedir. Kısacası, ulusal-laik kimlik inşa sürecinin İslami aidiyetin zayıflatılmasını hedeflemesi kaçınılmazdır. Birbirlerinin kanlı rakipleri de olsalar Türk milliyetçilerinin de Kürt milliyetçilerinin de buluştukları bir zemindir burası. Ve açıktır ki, o zemin aynı zamanda çözümsüzlük zeminidir, büyük bir bataklıktır!

Milliyetçiliğin, modern anlamıyla ulusalcılığın bu coğrafyaya, bu ümmetin mensuplarına bugüne dek kan, zulüm ve zillet dışında bir şey verdiği görülmemiştir. İlkel kabileciliğin, vahşi asabiye duygularının günümüze tercümesi olan bu marazi anlayış çerçevesi içinde kalarak değil çözüm bulmak, hastalığın doğru teşhisinin dahi yapılabilmesi mümkün değildir. Hak ve adalet temelli bir çözüm için öncelikle bu marazi zihniyet terk edilmelidir. Kardeşlik gerçekten de sorunun çözümü için anahtar kavramdır fakat gerçek zeminine oturtulması şartıyla bir anlam ifade eder. Sözün özü İslam’a sırt çevirerek, İslami aidiyeti yok sayarak, tahrip ederek kardeşlik tesis etmenin mümkün olmadığını yaşanan bunca acıdan, kıyımdan, zulümden ve de çözümsüzlükten sonra hâlâ anlamak istemeyenler için yeni acılar kapıda beklemektedir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR