1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Öğretmen Sendikacılığı ve Kimlik

Öğretmen Sendikacılığı ve Kimlik

Şubat 2007A+A-

Zor ilişkiler içinde yaşıyoruz. Kuşatılmışlık duygusu; sürekli olarak kışlada çekilen "dikkat!" komutuyla yürüdüğümüzü hatırlatıyor. Düşüncelerimiz, duygularımız hep bu komutla tırmalanıyor. Teyakkuz durumundayız. Çünkü irademiz dışında tanımlanmış sınırlar dahilinde ve fıtri özelliklerimizi gözetmeyen bir sistem içinde yaşıyoruz. Hem kimliğimizi özgürce ifade etmek şansına sahip değiliz, hem de ekmeğimizi bu sistem içinde kazanmak zaruretiyle karşı karşıyayız.

Türkiye'de eğitim, zorunlu olarak gittiğimiz okulun konusudur. Hem resmi ideolojinin sunulduğu hem de evrensel becerilerin öğretildiği iddia edilen kurumun adında yer alan vurgudur. Öğretmen olup ekmeğimizi kazandığımız kapıdır. Aynı zamanda düşünce ve eğitim özgürlüğümüzü kazanmak için en fazla ilgilendiğimiz alandır.

Kimliğimiz ve ekmeğimiz denince, insanın aklına efendisinin evinde hem karnını doyuran hem de özgürlük arayan kölelerin hak ve adalet mücadeleleri geliyor. Ya da Mekke cahiliyyesi içinde efendisine hizmet etmek zorunda kalan mü'min kölenin insanlık arayışı; tevhid ve özgürlük mücadelesi…

Söz Mekke cahiliyesine geldiğinde; yani farklı inanç ve düşünceler sistemin sahipleri veya oligarşik güç tarafından yasaklandığında, kölelikle hürlük, mahkumlukla tebalık arasında ayırt edici çizgilerin kalmadığı da görülmektedir. "Sistem benim de sistemim, o zaman ben de sözümü söylerim." gibi sığınmacı yaklaşımların ise ötekileşmekten başka sonuç vermediği de ortadadır.

Konuyu somutlaştırdığımızda, tebası olduğumuz Türkiye'deki sistem içindeki rollerimiz karşımıza çıkmaktadır. Kimimiz sistemin pazarında mal satıyoruz. Kimimiz sistemin fabrikasında işçilik yapıyoruz. Kimimiz sistemin kurumlarında memurluk yapıyoruz. Sistemin içinde yetkiye koşma gibi veya sistemin güvenliğini üstlenme gibi riskli işlere takılanlarımız da oluyor. Kaybedenlerimiz, direnenlerimiz, yeni veya aydınlık ufuklar açmaya çalışanlarımız ile aynı sınırlar içinde yaşıyoruz. Sınırlara tutsaklığımızdan daha acıtıcı olan, sınırların içinde oluşturulan kimliksel tutsaklıkları normalleştirmek, kimliğimizi Yaratıcımızın değil de acz içindeki insanların koyduğu sınırlara bağımlı kılmak keyfiyetidir.

Sistem içinde yetkiye koşanların veya mal ve hizmet pazarlayanların konumunu tartışmak daha karmaşık. Ama gerek işçi ve gerek memurların konumu tartışmak –tabii ki ötekileşmediler ise- daha yalın ve anlaşılabilir. Ama bu kategoride de farklı konumlar ve sorunlar var. Özellikle de eğitim alanında.

Eğitim alanında resmi ideolojinin taşıyıcısı pozisyonundayken, bu pozisyona tutsak olmadan İslami kimliğimizle var kalabilmek; bu alanı insan fıtratıyla ve temel ihtiyaçlarıyla barışık hale getirebilmek için çaba sarf etmek az bir şey değildir. Eğitim alanı, yalın ve anlaşılabilir olan sosyal kategorinin aslında en fazla karmaşıklaştığı sahadır.

Türkiye Müslümanları Cumhuriyetin kuruluş yıllarında dayatan Türk Ulus kimliğine muhalifler. Fakat çok bilinçli bir muhalefet değil bu. Sadece resmi ideoloji dayatmalarına karşı küsmeler veya mevzi direnmeler söz konusu. Ancak 1940'lı yıllardan itibaren sistemin işleyişi ile bir barışma süreci başlıyor. Ve maalesef ki 1960'lı yıllara gelindiğinde dindar kesimler kendilerine alan açmak için sisteme yanaşa yanaşa sağcılığa, devletçiliğe, milliyetçiliğe bulaşmışlar. En büyük rakipleri inanç ve düşüncelerini yasaklayan sistem değil de komünizm tehlikesi olmuş. 1960'lı yıllar, Türkiye'de kapitalizmin temellerini güçlendirmeye başladığı dönemi ifade ediyor. Sivil ve asker bürokrasisi sistemin yeni açılımına sıkı sıkıya bağlılar.

1960'lı yıllarda Türkiye Müslümanlarının sistemin bütününü de ekonomik yapısını da okuyacak birikim ve dirayetleri henüz oluşmamış. Hareket Dergisi'nde milliyetçi-mukaddesatçı bir mahfil, sistemin ekonomik zulmüne karşı eleştiriler getiriyor; ama hem sesleri çok cılız, hem kendilerini tevhidî kimlikle donatabilmiş değiller.

1965 yılında Sendika Yasası çıktığında eğitim alanında emekçilerin haklarını Fakir Baykurt başkanlığında örgütlenen TÖS savunuyor. Sistemin sağ kanadına muhalif olarak beş yıl süren aktif bir sendikacılık açılımı gündemi dolduruyor. Öğretmen  üye sayısı 75 bin. O dönemde ise sağcı, muhafazakar, milliyetçi öğretmenlerden kurulu 1500 kişilik bir kuruluş da söz konusu.

Sonra 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası ile kapanan TÖS'ün yerini TÖB-DER alıyor. Sistemin sağ kanadına muhalif Kemalist milli-sol örgütlenmeyi öğrencilerle kitleleşme noktasına taşıyan bir açılım. Sonra 12 Eylül Askeri Darbesi, halkın ve kurumların üzerini kara bulut gibi boğarcasına kaplıyor. TÖS çizginin takipçileri, 2001 yılında memurlara yönelik sendika yasası çıktığında 170 bin kişilik öğretmen üye kadrosuyla karşımıza çıkıyor. Şu anda üye sayısı 130 bine düşmüş olan bu sendikanın adı EĞİTİM-SEN.

12 Eylül sonrası süreçte muhafazakar kesimin oluşturduğu 6 bin 500 üyeli MEFKURECİ ÖĞRETMENLER DERNEĞİ söz konusu. Ancak sendika kanunu çıktıktan sonra Hükümet güdümlü ilişkilerle ve okul müdürlerinin aracılığı ile örgütlenen  milliyetçi öğretmenlerin sendikası TÜRK EĞİTİM-SEN, 115 bin üye ile karşımıza çıkıyor.

Sendika başkanı olarak Ahmet Gündoğan'ın konuşmalarında dile getirdiği  "kendi kültürümüzün ve medeniyetimizin yeniden üretilmesi ve inşa edilmesi ideali" ile "inançlarımızı, düşüncelerimizi ve değerlerimizi önemseyerek" 12 Eylül sonrasında İslami kimliğini ön planda tutan öğretmenlerin 1992 yılında kurduğu ilk öğretmen sendikası ise EĞİTİM-BİR-SEN. Diğer öğretmen sendikaları ise bu tarihten sonra kuruluyor.

Eğitim-Bir-Sen, ilk defa 2006 yılında şube başkanlarının yaptığı seçim sonucunda bir Merkez Danışma Kurulu belirledi. İlk Merkez Danışma Kurulu yöneticiliğini yapan Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu, artık Eğitim-Bir-Sen'in "memur sendikacılığında el yordamıyla  yürümek yerine, aydınlarla birlikte yürümeği" tercih ettiğini açıkladı. Bu toplantının açış konuşmasında (ki bu toplantının konuşma metinleri tanzim edilerek bu kurul üyelerine ve şube başkanlarına dağıtıldı) Eğitim-Bir-Sen Genel Teşkilatlanma Sekreteri Erol Battal, kuruluş aşamasında karşılaşılan sorunlardan bahsetti. Bu sorunlar kanunlar ve bakanlık uygulamaları ile karşılaşılan sorunlardan çok, muhatap öğretmenlerin algılama biçimlerinden ve sahip oldukları perspektiften kaynaklanmaktaydı.

Battal: "Sendikacılığın lugatta yeri var mı? Bu konu fetvaya cevaz verir mi?'  gibi sorularla uzun tartışmalar yaşandı. Ayrıca sendikalaşmak adına okullara, öğretmenlere gidildiğinde 'İslam'da bunun yeri var mı?'  gibi soru ve söylemler içinde yaptığımız konuşmalarla yıllarımız geçti." diyordu.

Eğitim-Bir-Sen kurulduğu yıllarda 13 bin üyeye sahipti. 2002 yılında memur sendikacılığı ile ilgili yasa çıktığında bu sayı 18 bine ulaştı. 2007 yılı itibariyle üye sayısı 100 bini geçmiş durumda. Bağlı bulunulan MEMUR-SEN'in ise toplam üye sayısı 200 bin civarında.

Bir de ÖĞRETMEN-SEN gibi sendikal mücadele konusunda da haklar ve özgürlükler konusunda da daha iddialı yeni ve küçük teşebbüsler söz konusu.

Şu anda eğitim alanında üç büyük sendika gündemde. Aralarındaki mücadele ise eğitim alanında yetkili sendika olmak inisiyatifini kazanmak konusunda.

Tartışılan ve Tartışılacak Olanlar

Bu yıl yapılan Eğitim-Bir-Sen'in danışma toplantılarının (ki ilki 12 Mart 2006'da Kızılcahamam/Ankara'da yapılmıştı.) iki gündemi söz konusu oldu:

Birincisi, ülkede ve dünyada gelişen ekonomik, sosyal, siyasal ve toplumsal olayların değerlendirilmesi ve önerilerin oluşturulması.

İkincisi, eğitim sendikacılığının işlevi, etkinliği, konumlanışı, misyonu ve geleceği.

Özellikle bu konular üzerinde 13 Ocak 2007'de Didim/Aydın'da  Merkez Danışma Kurulu ile yapılan tartışma ortamının tüm il teşkilatlarının şube başkanları tarafından paylaşılması, katılımcılık adına önemli bir değer ifade ediyor.

Toplantıda kısa kısa da olsa küreselleşmenin açmazları, medeniyet sorunu, Osmanlı medeniyetinin değerleri, Ortadoğu'da işgal olgusu, Türkiye'deki sistemin düşünce, eğitim ve inanç alanlarında özgürlükleri kısıtlaması ve tek tip eğitim formunu dayatması, sistemin çürümüşlüğü, ülkedeki gelir bölüşümündeki adaletsizlik, devlet olgusu, dehaların yetiştirilmesi, demokrasi sorunu, üye artışının nedenleri, sendika hükümet ilişkileri gibi konularda konuşmalar yapıldı.

Birinci gündem maddesinde emperyalizm olgusu ve bu olgunun siyasal açılımlarından ziyade, bu olguyu besleyen modernizmin ve post-modernizmin anlamı ve etkileri üzerinde duruldu. Bazı konuşmacılar tarafından Batı medeniyetine karşı kendi medeniyetimizi inşa etmenin Mevlana'nın pergel metaforu ile anlatılması veya kendi medeniyetimizi "Türk insanının temel sorunlarını" çözerek kurabileceğimizi ya da Osmanlı Enderun uygulamasını örnek alarak deha insanlar yetiştirilmesinde intelligensia problemimizi çözebileceğimizi vurgulayan yaklaşımlar ortaya konuldu. Bu tür yaklaşımlar bazı üyelerce dikkatle, bazılarınca da konuya tekabüliyetsizlik algısı içinde dinlendi. Bu tür konuşmaların konuya tekabüliyetsizliğini dillendirenler de oldu.

Eğitim sendikacılığının işlevi konusunda Erol Battal'ın aktardığı "İslam'da bunun yeri var mı?" sorusu karşısında yaşanan sıkıntıları nasıl aşacağımızı tartışmamız gerekirken (maalesef bu konu birçok alanda sistem içinde yaşayan ve sistem içi araçları nasıl ve hangi ilkelilikle kullanmamız gerektiği konusunda şer'i tefekküre veya güncel bir ilmihal bilgisine ulaşamayan bir çok insanımızın kafasında düğüm olarak duruyor), bazı konuşmacıların sendikacı "kadroların bazılarını devleti yönetir hale getirmek" gibi ölçüsüz hayallere yönelmeleri veya "yetkiye koşun" telkinleri ayrı bir tartışmayı gerekli kılmaktadır.

Tartışılması gerekli en önemli konulardan birisi de, sendikanın son senelerde artış gösteren üye sayısıdır. Bu artış, Eğitim-Bir-Sen'i oluşturan değerlere aidiyetten mi (ki Genel Başkan Gündoğdu'nun konuşma ve yazılarında sendika üyelerinin değer merkezli bir oluşum içinde olduklarına vurgu yapması bu açıdan önemli); yoksa konjonktürel faktörlerden mi kaynaklandığı doğru tahlil edilmelidir.

Eğitim-Bir-Sen'in, konjonktürden de yararlanabilen, ama konjonktüre bağlı olmadan da gücünü koruyabilen bir sendika haline nasıl getirilebileceği önemli bir sorudur. Bu konuda toplantının en dikkat çeken konuşmalarından birisini Van Şube Başkanı Davut Topçu gerçekleştirmiştir. O, aidiyet fikrini gerçekleştirebilecek, sistemin dayatmaları karşısında muhalif duruşunu bozmayacak, Hükümet yanlış yaptığında sesini kısmayacak ve kamuoyu oluşturmada izlenecek yolu bulacak, anadille eğitimden sendika yasasına kadar, kesintisiz eğitim tartışmalarından öğretmen kaynaklarını yok eden YÖK uygulamalarına, ücret ve emeklilik sistemine kadar "nasıl?" sorusunu cevaplayacak bir sendikal etkinlikten bahsetti.

Tekrar bu sendikanın üye artışı meselesine dönecek olursak, sorulacak soru şudur: Üye artışı kuruluş değerlerine yani toplumun en fazla ortak paydası olan Müslümanlığa ilgiden mi; yoksa bir konuşmacının da belirttiği gibi "parmak bal tuttuğu" için mi, yani konjonktürel olarak mı sağlanmaktadır. Artışın avantajından ziyade, hangi istikamete yöneldiği önemlidir.

Eğer üyeler arasında değer temelli bir kaynaşma ve dayanışma kaçınılmazsa, Eğitim-Bir-Sen'in bundan sonraki inceleme-araştırma ve istişare toplantılarında gözetmesi gereken iki önemli husus belirginleşmektedir. Birincisi husus, kullanılan temel kavramlarda aynılığa gitmek ve sendikacılıkla ilgili "sahih bir dil" kurmaktır. İkinci husus ise, sendikal faaliyet olarak hak ve özgürlükler mücadelesine nasıl bakıldığı, dayatan sistem gerçeği içinde muhalif bir dilin nasıl kullanılacağı konusudur.

Kavramların ve tutumların dili, sendikanın dayandığı düşünce ve anlam bütünlüğünü ve tavrını belirleyecek bir olgudur. Bu nedenle de sendikanın dili, sendikanın dayandığı kimliği ifade edecektir. Post-modernizm, kimlikleri onaylamak adına kimlikleri göreceli ve alt kimlikler haline getiren bir manüpilasyondur. Küresel kapitalizmin istediği de emperyalizmi yaşatan da, kimliklerin değersizleştirildiği veya güdükleştirildiği bu statüdür.

Peki, ortak inanç, düşünce ve kültür söylemiyle hayat mücadelesinde var olacak bir sendikal mücadelenin kimliği nasıl belirlenecektir? Hayatı anlamlandıran temel kavramlar ve sendikal dil, evrensel değerlere (ki en başta vahiydir) yönelerek mi; yoksa ulusal/milli ideoloji şartlandırılmışlığı ile mi kavranacak veya oluşturulacaktır?

Bazı Açılımlar

Türkiye'deki sistem düşünce, eğitim ve inanç özgürlükleri konusunda yasakları ve dayatmaları ile var olan bir düzendir. Ayrıca ülkede gelir bölüşümündeki adaletsizlik tüm ezilenleri ve emekçileri mağdur ettiği gibi eğitim emekçilerini de mağdur etmektedir.

Türkiye'de küreselleşen sisteme entegre olmuş sivil ve asker bürokrasi, yani oligarşik güç, halka, seçmenlere ve emekçilere rağmen, önce önemli idari makamlara seçilecekleri kendi ideolojik tercihleriyle, yani Kemalist ve işbirlikçi perspektifiyle belirlemeye veya şekillendirmeye çalışıyor. Türkiye'deki sistem tam bir manüpilasyon, aldatma, kandırma ya da dayatma sistemidir.

Böyle bir ortamda eğitim sendikacılığı yapmak, ekonomik hakları kazanmak, düşünce ve eğitim özgürlüğüne kavuşmak için entegre olmayan bir kimlik taşımak gerekmektedir. İdeolojik yanlışlar ve kuşatılmışlıklar içindeki sisteme entegre olmamak, ancak muhalif bir kimlikle başarılabilir ve verilen sendikal mücadele bu dayatmacı, yasakçı ve adaletsiz sisteme, uygulamalara muhalif olunduğu müddetçe inandırıcı olabilir.

Sistemin baskısı, hukuksuzluğu ve kuşatmaları içinde düşünce, eğitim ve inanç özgürlüğünden yana olan bir eğitim sendikacılığını, Türkiye gündemini de eğitim gündemini de etkileyebilecek olumlu ve aktif faaliyetler içinde olmasını arzu ediyoruz.

Şiddet ve uyuşturucu boyutuyla toplumsal çürüme ve yozlaşmanın okul sıralarına uzandığı; eğitim müfredatının Din dersinden Matematik dersine kadar kuşatan ve kutsanan resmi ideoloji formuyla Türkiye'deki oligarşik güç tarafından Hükümete ve icra makamlarına dayatıldığı; evrensel arayışlara ve özgün düşünceye, halkın inançlarına ve başörtüsüne karşı çıkıldığı; gelir dağılımındaki adaletsizliğin her geçer gün sermayedarlar lehine bozulduğu bir süreçte Eğitim-Bir-Sen'den beklediğimiz tabii ki yanlış ve yanlışlıklar sistemine muhalif bir duruş, muhalif bir söylem ve alternatif çözümler üretmesi ve bu söylemini gündemleştirmesidir.

Sendikaların taşıdığı kimlik eğer sistemle barışıksa veya sendika yöneticileri ve üyeleri sistemin çarkları arasında, sistemin hiyerarşik bürokrasisinde rol almak ve mevki edinmek istiyorsa, tabii ki kimliğin ve politikaların muhalifliğinden bahsedilmeyecek, sistemin ayıpları ve hukuksuzluğu pek fazla görülmeyecek ve gündemleştirilmeyecektir.

Eğitim-Bir-Sen kuruluş aşamasındaki taşıdığı değerleri tahsin ederek üyeleriyle bir bütünleşmeyi sağlar ve haklar mücadelesinde yerini alırsa, kendisine üye akışı sağlayan konjonktürü en iyi kullanan köklü bir kurum haline gelebilir.

Sendikalar; dernek, vakıf, parti gibi sistem içi araçlardır.

Tüm eğitim çalışanları veya emekçileri açısından da sendikalar, zaruri ve tamamlayıcı ihtiyaçları karşılamak amacıyla hak mücadelesinde kullanılan elverişli araçlardır.

Sistem içi bir araç olarak kullanılan sendikalar, sistemin, haksızlıkları ve zulmü sürdüğü müddetçe de muhalif bir kimlik taşımak durumunda olmalıdırlar.

Eğitim-Bir-Sen hem üyelerinin özlük haklarını, ekonomik haklarını savunmalı; hem ilgilendiği alanla yani eğitimle ilgili özgürlükleri ve insan fıtratıyla bağdaşan uyumlu politikaları savunmalıdır.

Örneğin zorunlu eğitim Sanayi Devrimi'nin bir ürünüdür. O zaman en azından gelişmiş ülkelerdeki eğitim reformlarından ve uygulamasından daha geri bir eğitim sistemi dayatmasına karşı çıkılması, sendikal faaliyetin en önemli uğraş alanlarından birisi olmalıdır.

Eğitimde düşünce özgürlüğü, evrensel verileri kazanım çabası, düşünce ve kabiliyetlerin üretimine dönük düzenlemeler, halkımızın ortak kimliğindeki evrensel doğruları savunmak öncelenmeli ve sürekli olarak gündemleştirilmelidir. Halkımıza ve halk çocuklarına dayatılan, yani resmi ideolojiyle şartlandıran bir eğitimden yana değil, onların evrensel doğrularını kucaklayan bir eğitimden yana olunabilmelidir.  İdeolojik resmi tabuların öğretilmesinin değil, evrensel eğitimi savunulmalıdır.

Bunlarla beraber eğitim yuvalarının resmi ideolojinin kışlası konumuna düşürülmesi şiddetle eleştirilmeli ve eğitim üzerindeki her türlü despotizmin geriletilmesi için gündem diri ve canlı tutulmalıdır. Askerlerin bu sivil alanda rol almasına kesinlikle karşı çıkılmalıdır.

Ekonomik hak arayışları ve eğitimde fiziki iyileştirmeler karşısında da önümüze konan karanlık bütçe tabloları karşısında susulmamalı; ama hayalci ve veri tabanı olmayan taleplere sığınılarak da inandırıcılık ve tutarlılık yitirilmemelidir. Ancak mevcut toplumsal güvence açısından eğitimin, askerlikten daha önemli bir kurum olduğu işlenerek, önem verilen kurumlar konusunda bütçe denkleştirilmesi istenmelidir.

Bir subayın bir teğmenin, bir üst teğmenin devlete maliyeti ile bir öğretmenin devlete maliyeti, en azından eşit düzeyde görülmediği müddetçe, toplumun geleceğini dokuyan eğitim sisteminin maddi şartları açısından da verimli olamayacağı sürekli bir şekilde reel bir talep olarak gündemde tutulmalıdır.

Üye sayısı artan Eğitim-Bir-Sen, ekonomik haklar konusunda, pazarlıkçı ve reel çözümler sunan ciddiyetini ön plana çıkartırsa; ayrıca eğitimin nitelikli hale getirilmesi ve niteliğin tabana yaygınlaştırılması konusunda düşünce, araştırma ve inanç özgürlüklerini aktif olarak savunursa, konjonktüre bağlı bir sendika olmadığının da altını ciddi olarak çizmiş olacaktır.

Eğitim-Bir-Sen resmi ideoloji ve Kemalizm dayatmasını açıkça eleştirebildiği, eşyanın ve fıtratın yapısına uygun olan evrensel değerlere yönelebildiği, haklar ve özgürlükler mücadelesini öne çıkarttığı oranda, birçok değerli ve birikimli öğretmeni harekete geçirmiş veya onlarla bütünleşmiş olacaktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR