1. YAZARLAR

  2. Hakan Kılıç

  3. Medya-Siyaset İlişkisine Dair

Medya-Siyaset İlişkisine Dair

Ekim 2018A+A-

“Özgür, Bağımsız ve Tarafsız…”

Kullandığı kavramlarla dahi örtüşmeyen basın meslek kuruluşlarının yayınladığı beyannamelerden devletlerin medyaya ilişkin yasal düzenlemelerine, evrensel dilin bu kelimeler etrafında oluştuğu görülmekte. Daha geniş bir tanımlamayla basının evrensel tanımı; insan hakları, kamunun bilgilenme hakkı, düşünce özgürlüğü ve bunların hepsinin ötesinde kamunun ortak yararına dayanan demokratik kavramlar etrafında oluşur.

Gazetecilik bu kavramların etrafında oluştuğuna göre gazetecinin de “özgür, bağımsız ve tarafsız” olması gerekmez mi? Gerçek şu ki modern dünyada medyanın gücü, sermaye yapıları, siyaset ile olan ilişkisi, siyasetçilerin medyaya nüfuz çabaları, "özgür, bağımsız ve tarafsız gazetecilik" için bu­gün olanı ya da olması gerekeni değil, “Patron ne diyorsa o!” ithamını tarif etmekte.

Medya bir taraftan siyasal iktidarın 'maşası' gibi dururken, diğer taraftan siyasal sistemi dilsel olarak besleyen bir ideolojik işlev görmesi hasebiyle de siyasal sistemin kendisini inşa eden bir mekanizma olarak görülmekte. Bu anlamda, medyanın sadece çıkar ilişkileri temelinde siyasal alanın hizmetinde bir aygıta dönüştüğünü söylemek; saf bir yaklaşım olur. Medya oluşturduğu dil ve kavramsallaştırma ile esasen sistemin ideolojik inşasının toplumsal ayağını oluşturmaktadır.

Medyanın Resmî İdeoloji İle Gönüllü Ortaklığı

Kürt sorununda 1990'lı yılların başlarında yaşanan binlerce faili meçhul cinayet ve köy boşaltmalara medyanın göz yumması,siyasi-askerî vesayetin yarattığı duruşun değil, devletin resmî ideolojisine merkez medyanın bizzat gönüllü ortaklığının bir sonucuydu.

Mamafih 28 Şubat post-modern darbesinde medyanın takındığı tavrı, basit bir "asker korkusu" ya da "askere yaranma" ile açıklamak da mümkün değildir. O gün ve bugün, medyanın içinde olanlar, ideolojik-politik olarak devletin resmî duruşunun bir parçasıydı. Burada şu notu düşmek kaçınılmaz: Medyanın bu duruşu pek tabii ki tek tek kişilerin iyi niyetlerinden bağımsız ve bunun üstünde bir duruştur.

Demokrasilerde medyanın "dördüncü kuvvet" olarak tanımlanması, doğru bir konumlandırmadır. Ancak devletin diğer üç kuvvetinin Abraham Lincoln'un deyimiyle ne kadar "halk için ve halkın yanında" olduğu tartışmalıdır. Medya, tam da burada devletin bu üç güç alanının kamuoyuna tesirinin ve ideolojik yapılanmasının en önemli bileşeni olarak ortaya çıkmakta. Dolayısıyla yasama, yürütme ve yargı sıralamasında medyanın bir anda bunların üstünde, bazen birinden diğerine rağmen dokunulmaz bir alanı temsil ettiği fikri abartılı bir tespit olmasa gerek.

Soğuk Savaş sonrası, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de değişim ve dönüşümler yaşandı. Son yıllarda bu değişim ivme kazandı. Askerî vesayetin en azından büyük ölçüde geriletildiği, sivil siyaset alanının genişlediği bir ortamda, Türkiye medyası bugün ne durumda? Özellikle geride bıraktığımız zaman dilimi, medya grubu sahiplerinin rejimle ilişkilerinden nasıl güç devşirdikleri, tekelleştikleri ve kimi zaman siyasi iktidarın belirlenmesinde 'siyasi aktör' gibi davrandıklarının örnekleriyle doludur. Turgut Özal, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller arasındaki güç mücadelesinde medyanın bu özelliği rahatlıkla izlenebilir. 28 Şubat süreci, Andıç olayı, Refah-Yol hükümetine yönelik merkez medyadaki bombardıman, brifingler askerî vesayetçilerin medya üzerinden siyaseti dizayn etmesinin çarpıcı bir örneğini teşkil etmekte. Medyayı öncü kuvvet olarak sahaya süren askerî vesayetin başarısızlıkla sonuçlanan son hamlesi olarak da 27 Nisan 2007'deki 'e-muhtıra' ve sonrasında AK Parti'yi kapatmaya yönelik teşebbüsleri sayılabilir.

Medyanın İktidara Olan Sevdası

Bir siyasi hareket olarak ideolojik ve politik duruşuyla kimi zaman sistemin yanında duran, kimi za­man sistemle çatışarak var olan AK Parti’nin iktidar olduğu dönemde, yukarıda belirttiğimiz ilişki biçiminin dışında bir medya örneği ortaya çıktı.

Hem geçmiş tecrübeler hem de siyasetin doğası gereği AK Parti iktidarı da kendi etrafında güçlü bir medya oluşturma çabasına girdi. 2000-2001'deki ekonomik kriz hükümete ve etrafındaki işadamlarına bunun için önemli bir fırsat sundu. TMSF'nin el koyduğu bazı gazeteler ve televizyonlar iktidara yakın işadamlarınca satın alındı. Sektöre, yeni televizyon ve gazeteler girdi. Geriye bakıp AK Parti öncesi ve sonrası şeklinde bir karşılaştırma yaptığımızda merkez medyada gördüğümüz en büyük ve çarpıcı fark; bir bütün olaraksiyasi iktidar karşısında aynı hizada durmasıdır. Bunun en bariz örneği; Gezi, 17-25 Aralık ve Kobani olaylarında tamamen hükümet karşıtı bir saf almalarıdır. Resmî ideolojinin hastalıklı sisteminde gelişen merkez medyanın dün askerî vesayet karşısında sergilediği duruşun aynısını bugün yönetim karşısında sergilemesi, medyanın iktidar karşısındaki duruşunun iradi değil, idari olduğunu göstermektedir.

Demokrasiyle Çelişen Demokratlar

Doğru cevaplara ulaşmanın yolu doğru soruları sormaktan geçtiğine göre birkaç soru sormamızda sakınca olmasa gerek:

İktidarın patrona, patronun iktidara topu attığı bir ortamda gazeteci ne kadar özgür, bağımsız olabilir?

“Evrensel ilkeler” doğrultusunda gazetecilik yapan gazetecilerin çalışmalarının yazılı basında yer alamaması bilinçli bir 'değersizleştirme' çabasına işaret etmez mi?

“İleri demokrasi” doğruların, gerçeklerin sadece sanal âlemde söylenebildiği demokrasilerin adı mıdır?

Siyasi, ticari, mesleki olarak bütün bunlar hangi meşru zemin ve ahlaki temel üzerine oturtulabilir? Daha doğrusu, buna meşru ve ahlaki bir zemin bulmak mümkün müdür?

Ve de bunların hepsinin üstünde sistemin güç merkezlerinin ideolojik yapılanmasına soyunan medyanın yeni bir toplumsal barış dili oluşturma kapasitesi var mıdır?

Bu soruları kuşkusuz daha da çoğaltmak mümkün.

Gazetecilikte Yeni Bir Türev

Bu dönem gazeteciliğinde mevcut lümpen takıma ek olarak yeni bir tür üredi ki bunları ne özgür, ne bağımsız ne de tarafsız gazeteciliğin bir tarafına yerleştirmek mümkün değil. “Kimdir bunlar?” sorusunu sormaya hiç gerek yok. Hemen herkes gayet iyi tanır haysiyet cellatlığını iş edinmiş trolü, troliçeyi, yalıyı, pelikanı… Daha düne kadar Fethullah Gülen’e methiyeler dizip, ona aşkını ilan eden bu tayfa bugünlerde kendilerini temize çıkarmak için bu kirli ve karanlık mazilerini hatırlatan herkesi FETÖ’cü diye itham etmekten de imtina etmemektedir.

Mamafih, Suriye’de Beşşar Esed ve işbirlikçileriyle mücadele eden Heyet’ut Tahrir’uş Şam’ın (HTŞ) Türkiye’nin güncellenen terör listesinde adının geçmesinin hemen ardından iktidara yakın TV kanallarından birinde HTŞ’ye dair uzaktan yakından alakası olmayan “bilgilerle” karalama kampanyalarının başlatılması da bahsettiğimiz çürümenin bir göstergesi değil mi? TV ekranlarında HTŞ ve İdlib hakkında hiçbir objektif bilgiye yaslanmadan konuşan bu gürûhun “İktidar yaptıysa doğrudur!” anlayışıyla hareket etmesinin alıcı bulması da ayrı bir ironi. İktidar endeksli hareket eden yayın kuruluşları ve şahısların iktidar politikası her değiştiğinde mevcut konjonktüre hızlı bir şekilde “uyum” sağlamayı başarmalarının hakkını ise teslim etmek gerek!

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR