1. YAZARLAR

  2. Tamara Qiblawi

  3. Esed’in Mezbahasındaki Mahkûmlar

Esed’in Mezbahasındaki Mahkûmlar

Ekim 2018A+A-

Hiç kimse Huda Salasi’nin yüzünü görmeyecek ve birkaç ay sürecek yas döneminde sesini duymayacak. Huda, Halep’te bir odadan oluşan evde kalıyor ve sadece kadın akrabalardan oluşan komşuları var. Gözleri yaşlı ve sesi ağlamaktan kısılmış vaziyette olan Huda ve ailesi, kocasının hapiste olmasından dolayı çok eziyet çekmişler. Eşinin nerede olduğu ve hangi şartlarda yaşadığı bir sır olarak kaldı. Ancak Ağustos ayında Esed rejimi kocasının öldüğüne dair bir ölüm belgesi verdi. Huda, akrabalarına kocasının ne zaman ve nasıl öldüğüne dair hiçbirşey bilmediğini söylemiş.

Bir anestezist olan Abdul Gaffar Halasi, Suriye’de devam eden savaşın ilk yıllarında tutuklandı. Uluslararası ve Suriyeli insan hakları savunucularına göre Halasi bir anda ortadan kayboldu ve rejimin tutuklayıp ortadan kaldırdığı yaklaşık 82 bin kişiyle aynı kaderi paylaştı.

Paramparça olan aileler, akrabalarını bulmak için tüm imkânlarını seferber ederek onları aramaya başladılar. Çoğunlukla çabaları sonuç vermedi. İddialara göre, hapiste olanların çoğu gözaltında kayboldu. Dışarı çıkmayı başaranlar ise rejimle yeni bir anlaşma yaparak belli şartlar altında salıverildi.

Abdul Gaffar Halasi en son Şam’ın hemen yanındaki Saydnaya cezaevine gönderildi. Uluslararası Af Örgütü 2017 yılında yayımladığı geniş kapsamlı bildirisinde Saydnaya cezaevini bir mezbahaya benzetmişti. Mayıs ayına kadar hapishanelerde olan binlerce mahkûmun varlığını reddeden Esed rejimi, gizliden yayımlanan işkence fotoğraflarını da sahte olarak nitelemişti. 

Esed, Rusya ve İran’ın desteği sayesinde kontrolü elinde bulunduruyor. Esed rejiminin en karanlık yüzünü ifşa eden insan hakları örgütlerine göre rejim, sadece bu yaz 800’den fazla mahkûmun ölüm belgesini yayımladı. Ancak cesetler ailelerine iade edilmedi.

Savaşın yavaş yavaş nihayete erdiğini söyleyen Suriye uzmanı ve Oklahoma Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları direktörü Joshua Landis, rejimin kirli geçmişini silmeye çalışacağını belirtti. Ancak Landis’e göre öncellikle hayatını kaybeden ve hapislerde ortadan kaybolan insanların hesabının verilmesi gerekiyor.

Esed rejimi, Suriye’deki bürokratik tıkanıklık nedeniyle sivil kayıpları örtbas edip yeni bir süreç başlatmak istiyor. Hapishanelerde kaybolan erkeklerin eşleri resmî olarak dul konumunda. Bu yüzden mülk sahipleri ve devlet arasında yeni bir sorun baş gösterebilir. Bu noktada rejim geriye kalan insanların daha fazla hareketlenmesini engelleyip savaşın bitmesini hedefliyor.

Ölüm belgelerini inceleyen insan hakları örgütleri, hayatlarını gözaltında kaybeden insanların akıbetiyle ilgili önemli bilgiler elde ettiler. Suriye İnsan Hakları Ağı, hapishanelerde hayatını kaybeden mahkûmların ölüm nedenlerinin normal bir insan ölümü gibi gösterildiğini tespit etti. CNN’in haberine göre insan hakları savunucuları ve aktivistler sivil kayıtlarda geçen ölüm nedenlerinin kalp krizi ve çeşitli hastalıklara bağlı olarak gösterildiğini ifade etti. Ancak tanıklıklar, fotoğraflar ve gizliden ele geçen belgeler bunun tam aksini ortaya koyuyor. Rejimin hapishanelerde yaptığı işkenceleri inkâr etmesi çok gerçekçi durmuyor. İnsan hakları gruplarına göre şu an zindanlarda işkence altında olan mahkûmların olması rejimin tezlerini çürütüyor.

Ubeyd Ahmed adındaki bir Suriyeli muhalif, 27 yaşındaki kardeşi Saad’ın rejimin zindanlarından birinde öldüğünü söylüyor. 2012 yılında kardeşi Saad’ın Saydnaya hapishanesine nakledildiğini söyleyen Ubeyd, yaklaşık 6 ay takip ettiği kardeşinin, akabinde ise kaybolduğunu ve bir daha kendisinden haber almadıklarını belirtiyor.

İki yıl sonra rejim askerlerinden olduğu iddia edilen Sezar kod adlı biri, çok ağır işkenceleri deşifre eden yaklaşık 28 bin fotoğrafı medyaya servis etti. Saad’ın ölü bedenininde bu fotoğraflar içinde olduğu tespit edildi. Ubeyd, CNN’e verdiği röportajda fotoğrafları ilk gördüğü zaman gözyaşları içinde yerlere düştüğünü söyledi. Daha sonra ise aylarca Saad’ı bekleyen annesine kardeşinin şehit olduğunu açıkladı. Ubeyd, “Kardeşimden haberimiz kesildikten sonra işkence altında ölmüş. Bizi sevindiren tek şey çok uzun süre işkence çekmeden hayatını kaybetmesidir.”diyor.

Eski bir mahkûm olan Najahel-Bukai, ölü mahkûmları toplu mezarlara götürmekle görevlendirilmiş. Ölü bedenleri işaretlediklerini belirten Najah yaklaşık 5.535 kişiyi gömdüklerini söyledi. Eylül 2014’ten sonra Sezar’ın fotoğrafları olarak medyaya servis edilen işkence fotoğraflarının yayımlanmasından sonra salıverilmiş. Najah, savaşın ilk yıllarında barışçıl gösterilere katıldığı için tutuklanmış, uzun süre hapiste kaldıktan sonra ailesinin kefaret ödemesi neticesinde hapisten kurtulmayı başarmış. Najah, CNN’e verdiği röportajda taşıdığı son ölü bedenin 5.874 numaralı olduğunu söyledi. Najah, yaklaşık bir yıl dokuz ayını hapiste geçirmiş. Şu an Lübnan’a taşınan ve aynı zamanda ressam olan Najah, hafızasında olan işkence görüntülerini çizip Fransa’ya gönderiyor.

Najah, “Ben bir sanatçıyım. Yaşadığım görsel şeyleri unutmam mümkün değil. Burada yaşadığım hergün kâbuslarla uyanıyorum. Gece ve gündüz ağladığım zamanlar oluyor. Çizdiğim resimler bu anlamda psikoterapi oluyor benim için. Sonunda yaşadığım acı şeyleri unutmam gerektiğini biliyorum.” diyor.

Kendisinin elektrikli sandalyeye oturtulduğunu söyleyen Najah, yaşadığı dehşet anları anlatırken o anı tekrar yaşıyormuş gibi korkuya kapılıyordu. Hayatlarının bir sinekten daha değersiz olduğunu söyleyen Najah, güya devlet tarafından ölümleri araştırmakla görevlendirilen komisyon üyelerinin ölü bedenlerle dalga geçtiğini söyledi.

İnsan hakları örgütlerine göre Suriyeli mahkûmlar sadece işkenceden değil kötü beslenme, aşırı kalabalık ortamlar ve sağlıksız koşullardan dolayı da hayatlarını kaybettiler. Bir gazeteci olan Shiyar Khalil, her iki günde bir mahkûmun açlıktan öldüğünü belirtti. Khalil, yedi metrelik alanı 110 mahkûmla paylaşmış. Günde sadece bir kaşık pirinç, çeyrek patates ve biraz çorba içtiklerini söyleyen Khalil, çorbanın ishale ve çeşitli hastalıklara sebebiyet verdiğini ve çoğu mahkûmun bundan dolayı öldüğünü belirtti. Filistin şubesi olarak tanımlanan bu hücre sisteminde ilaçlı çorba bir işkence yöntemi olarak kullanılmış.

Rejim yanlılarının sorgu sırasında mahkûmların ellerini arkadan bağlayarak, sırtlarında sigara söndürdüklerini söyleyen Khalil, ayrıca gardiyanların, uçan halı tekniği diye adlandırdığı bir yöntemle mahkûmları battaniye gibi bir şeye bağlayıp dövdüklerini ve kemikleri kırılıncaya kadar devam ettiklerini belirtti. Khalil, “Şimdi öldü diye haber verilenlerin çoğu çoktan şehit edilmiş mahkûmlardır. Cezaevi şartları ancak üç ay yaşayacak kadar elverişli. Eğer ben orda 6-7 ay daha kalsaydım, muhtemelen ölürdüm.” diyor.

İnsan hakları savunucuları ve aktivistlere göre tutuklananların çoğu rejimin iddiasının aksine herhangi bir suça bulaşmamış olan insanlardı. İnsan hakları avukatı Scott Gilmore, “2011 yılından itibaren tutuklananların çoğu gazeteciler ve barışçıl gösteri yapan sivillerdi ancak işkence fotoğrafları ifşa olmasına rağmen yabancı medya konuya uzak kaldı.” dedi. Gilmore, CNN’e verdiği demeçte, “Devrimin ilk döneminde, rejim daha çok aydınlarla uğraştı. Kayıtlara bakılırsa doktorlar, gazeteciler, avukatlar, insan hakları savunucuları ve aktivistlerin çok fazla gözaltına alındığı görülecektir.”diyor.

Hapiste olan mahkûmların akrabaları, yakınlarının cesetlerini görme umuduyla yaşıyor. İnsan hakları savunucuları işkence altında ölenlerin cesetlerinin ailelerine verilmesi noktasında rejime çağrı yaptılar. Uluslararası Af Örgütü adına araştırma yapan Diana Semaan, “Yıllardır kayıp akrabalarını arayan aileler, yakınlarının nasıl bir işkence çektiklerini bilmemenin derin üzüntüsünü yaşıyorlardı. Şimdi ise onların çektiği ıstıraplardan haberdar olup yaslarını tutuyorlar.” diyor.

Araştırmacılar, rejimin davayı kapatıp, hiçbirşey olmamış gibi davranmaya istekli olduğunu vurguluyorlar. Ancak bu acı kolayca ortadan kalkmayacak. Suriye uzmanı Joshua Landis, bu kötü havanın bir an önce ortadan kalkması gerektiğini ve olabildiğince yaraların çabuk sarılması gerektiğini ifade etti.

32 yaşında olan Kholoud Helmi, “Teyzem, oğlunun öldüğünü yeni öğrendi. Eğer bir yakınınızı kaybederseniz bir cesedi olur ya da bir mezarı olur ama teyzemin oğluna ait bir mezarı bile yok.” diyor. Kuzeninin aksine Kholoud’un küçük kardeşi Ahmed hâlâ kayıp. Kholoud, “Ahmed ekonomi bilimi öğrencisiydi ve daha iyi bir Suriye hayalini kuruyordu.” diyor. Ayaklanma Şam’ın kırsalı Dera’da başladığı zaman Kholoud ve kardeşi Ahmed sokaklardaki gösterilere katılmışlar. Kholoud, duygularını şöyle anlatıyor: “O benim en iyi arkadaşımdı... Onu bütün acı çeken insanların yüzlerinde görüyorum. Annem onun en sevdiği yemeği yaptığı zaman ya da bayramlarda ve ramazanda hep onun yokluğunu düşünerek ağlar... Bizde ağlarız.”

Annesinin dua ederken dahi hep cevapsız sorularla karşı karşıya olduğunu, kaybettiği yakınları ve oğlunun özgürlüğü için mi yoksa ruhlarının rahmete kavuşması için mi dua etmesi gerektiğini bile bilmediğini söyleyen Kholoud, kalplerinin paramparça olduğunu ve dua ederken yüreklerindeki acıyı nasıl dile döktüklerini dahi bilmediklerini ifade ediyor. 

CNN / 4 Eylül 2018 / Çeviri: Fırat Taşdemir

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR