1. YAZARLAR

  2. Hasip Yokuş

  3. Kürt Devleti Referandumu: Kazananlar ve Kaybedenler

Kürt Devleti Referandumu: Kazananlar ve Kaybedenler

Kasım 2017A+A-

IKBY, 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapacağını deklare ettiği gün, bölgeyi bilenler açısından referandumun sonuçlarından ziyade, referandum akabinde yaşanması muhtemel gelişmeler daha çok merak ediliyordu. Çünkü bugün itibariyle Ortadoğu coğrafyası belki de tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar sosyal ve siyasal anlamda bir kaos içerisinde debelenip duruyor. Sözünü ettiğimiz Irak Kürdistanı da tüm bu gelişmelerin yaşandığı kavşak noktalardan birinde bulunduğu için bölgede meydana gelen olayların tümünden etkilenmiş ve etkilenmeye de devam ediyor.

Referandum kararı alındığı tarihte bu bölgenin kendisi de bizatihi ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda bir kriz içerisindeydi. Dolayısıyla referandum kararı aslında Kürt bölgesinde yaşanan krize muhtemel bir çare olarak düşünüldüğü için kendi iç kamuoyuna bakan yüzü çok daha ön plandaydı. Tek sebep bu olmamakla birlikte Barzani, bu kararla gündem değiştirerek; ekonomik sorunları, yolsuzluk ve usulsüzlük dolayısıyla halkta biriken tepkiyi, tartışılmaya başlanan kendi başkanlığını ve yaklaşmakta olan 1 Kasım seçimlerinde ellerini daha fazla güçlendirmeyi umuyordu. Henüz gelişmeler seyrini tamamlamamış olmakla birlikte mevcut tabloya bakıldığında Barzani’nin bu hedeflerinden daha da uzaklaşarak tahmin etmediği düzeyde bir kayıpla karşı karşıya olduğu söylenebilir.

Bu karar açıklandığında tüm gözler bölgenin iki önemli gücü olan Türkiye ve İran’a, aynı zamanda küresel emperyal güçler olarak ABD ve Rusya’ya çevrildi. Sözünü ettiğimiz bu dört aktörün göstereceği tavır, bu referandum kararının muhtemel sonuçlarının nasıl bir seyir izleyeceği noktasında önemli işaret fişeği sayılırdı. Her biri ayrı bir inceleme konusu olabilecek bu dört ülkenin bölge politikalarından özellikle kendimizle ilgili olan kısmını yani Türkiye’nin tutumunu irdelemeye çalışacağız.

Türkiye’nin Çelişkilerle Dolu Irak Siyaseti

Türkiye, işin başında eleştirel ama yumuşak tonda gösterdiği tepkinin dozunu gün geçtikçe sertleştirerek seçime bir hafta kala bu referandumu kendisi için bir hayat memat meselesine dönüştürdü. Hükümetiyle, medyasıyla, muhafazakârıyla, ulusalcısıyla ağız birliği etmişçesine bu referandumun Türkiye’yi kuşatmaya yönelik planın bir parçası olduğu tezi işlendi. Bölgede Türkiye’nin yegâne müttefiki demeyelim ama karşılıklı anlayış ve çıkar temelinde ilişki geliştirdiği Barzani’nin ne Yahudiliği kaldı ne de hainliği. Buna göre; Suriye ve Irak’tan sonra parçalanma sırası asıl hedef olan Türkiye’ye gelmiş.Çünkü Türkiye artık büyük iddialara sahip güçlü bir oyuncu olduğu için ABD onu parçalamak istiyor!

Bu aniden yükselen ses tonunun ve gittikçe sertleşerek tehdit düzeyine varan agresif politika değişikliğinin rasyonel temelleri gerçekten de var mıydı? Bölgeyi ve oradaki gelişmeleri yakından takip eden aklı hür ve vicdan sahibi kişilerin tamamına yakını böylesine bir politikanın yanlış olduğunu söylüyor. Bu akıl ve vicdan sahibi kişilerin bu şekilde düşünmelerini haklı kılacak çok fazla neden var.

1-Kendisi de Kürt sorunuyla cebelleşen, tarihten gelen psikolojik bagajından kurtulamamış, kendi içinde vatandaşlık meselesini tam olarak çözememiş bir ülke olarak Türkiye’nin hiç değilse bu minvaldeki bir meseleye yaklaşırken; takip edeceği politika, alacağı tutum ve kullanacağı dile dikkat etmesi gerekmez mi? İşin adalet, hakkaniyet, kardeşlik boyutu bir yana kendi içerisinde milyonları bulan Kürt nüfusunu incitmemek adına daha dikkatli bir tutum benimsemesi beklenirdi.

7 Haziran seçimleri ve takip eden sürçte; öz yönetim ilanları, hendek hadiselerini müteakip çözüm süreci sona erdi. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ülke genelinde OHAL ilan edilmesiyle birlikte; eş başkanları dâhil HDP’nin birçok yöneticisi gözaltına alındı. Yönettiği belediyelere kayyum atandı… Hendek olaylarından başlayarak bölgede yaşanan tüm bu gelişmelerle birlikte HDP ve PKK’nın sokaklara çıkma, hendekler için kalkan olma, belediyelerine sahip çıkma vb. yönde ısrarlı tüm çağrıları bölge halkından destek görmedi. OHAL koşullarında PKK/terör faaliyetlerine yönelik yapılan operasyonların tümünün bölge halkının sessiz onayından geçtiği söylenebilir. Tek başına bu olgu bile bölge insanının Türkiye’nin üniter yapısı içerisinde bir arada yaşama iradesini yansıtması açısından önemlidir.

Türkiye sınırları dışında, Türkiye’ye yönelik herhangi bir iddia ve talep de içermeyen bir mevzuyla alakalı alınan bir karar dolayısıyla Türkiye’de politika belirleme güç ve imtiyazına sahip çevreler tarafından, Kerkük’te nüfusun yüzde kaçını oluşturdukları bile tam olarak ifade edilemeyen Türkmenler gerekçe gösterilerek sarf edilen cümleler, siyasetle ilgisi olmayan ortalama bir Kürt vatandaşını dahi rencide edecek düzeye vardı. Uzunca bir süredir Suriye’deki kazanımlarının hilafına Türkiye sınırları içerisinde mütemadiyen güç ve mevzi kaybeden, politika üretemeyen ve halkın da ciddi manada desteğini kaybetmeye yüz tutmuş PKK; esasında referandum kararına da Barzani’ye de ciddi bir karşıtlık temelinde kendisini konumlandırmasına rağmen Türkiye’nin bu yanlış tutumunu fırsatçı bir anlayışla kendisi için politik bir argümana dönüştürerek yeniden ciddi bir propaganda imkânına kavuştu.

2- Özellikle Suriye ve PKK nedeniyle ciddi ihtilaflar yaşadığı Tahran yönetimiyle Kuzey Irak referandumundan sonra bir yakınlaşma çabası sürgit devam ediyor. Devletlerarası ilişkilerde karşılıklı çıkarlar temelinde politika değişiklikleri ahlaki anlamda sorgulanmakla birlikte rasyonel olarak anlaşılır bir durumdur. Ancak bölge ülkeleri açısından olayı değerlendirdiğimizde; aralarındaki tüm ihtilaflara ve çekişmelere rağmen ‘Söz konusu Kürtler ise gerisi teferruattır.’ algısını pekiştirecek şekilde müttefiklik görüntüsü verilmesi, daha düne kadar kanlı bıçaklı bir görüntünün hemen akabinde kol kola görünme arzusu hiç değilse tutarlılık açısından ciddi soru işaretleri taşıyor.

3-Suriye hadisesinde de görüldü ki İran; Şii hilali / direniş cephesi adına mezhepçi taifeci bir anlayışla ve hiçbir ilke ahlak tanımadan;  Basra Körfezi’nden Akdeniz’e kadar bir nüfuz alanı oluşturma çabasında. Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesi sonucu oradaki Şii nüfus fazlalığını bir fırsata dönüştürerek Irak’ı büyük oranda vesayeti altına aldığı gibi Suriye’de yüzbinlerce insanın ölmesi pahasına Esad rejimine destek çıkarak orada da bir nüfuz alanı oluşturdu. Irak’taki Kürt bölgesinde ise zaten PKK, Gorran ve KYB gibi partiler üzerinde belli bir etkinlik ve denetimi söz konusu iken yıldızının barışmadığı tek kişi; Türkiye ile görece daha iyi ilişkilere sahip olan Barzani’ydi. Ayrıca İran KDP’sinin rejim karşıtı faaliyetlerinden de Barzani’yi sorumlu tutuyordu. Hal böyle iken; Kerkük dâhil 36. Paralelin dışında kalan ve Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı ihtilaflı bölgelerin Irak hükümetinin ve dolayısıyla İran’ın nüfuz alanına girmesinde Türkiye’nin ne çıkarı olabilir? Irak ve İran’la sorunlar yaşayan ve ayrıca Türkiye’ye neredeyse bağımlılık düzeyinde bir ilişkiye sahip olan bir bölgeyi Irak/İran lehine tahkim etmeye çalışmak hangi rasyonel saikle izah edilebilir?

Bu mevzu dolayısıyla sıkça gündeme getirilen Türkmenlerin; Barzani’nin egemen olduğu bir yönetim altında değil, İran güdümlü bir Şii yönetim altında hak ve hukuklarının daha fazla teminat altına alınacağının makul bir izahı var mı? Kerkük’ü Barzani yerine İran kontrol edince, Türkmen kardeşlerimiz artık emin ellerde diyebilir miyiz? Akif Beki’nin konuya ilişkin yazısında belirttiği gibi:“Sanırsın ki Kerkük’ü Ayetullah’ın Haşdi Şabi milisleri değil de Başbuğ’un ülkücü timleri aldı… Bir sevinç, bir sevinç... Kerkük düştü diye zil takıp oynayan kardeşim! Düştüyse İran’ın eline düştü, senin payına ne düştü ki çığlık çığlığasın böyle?”

4-Referandum kararına ABD-İsrail ortak yapımı olduğu gerekçesiyle itiraz edenler, referandum kararının alındığı tarihten itibaren IKBY aleyhine bunca gelişme yaşandığı halde tüm cesametiyle bölgeye çökmüş olan ABD’nin çekimser bir tutum takınmasını nasıl izah ediyorlar? Hani ABD bölgede 2. İsrail devleti kurmak istiyordu? Eline böyle bir fırsat geçmişken onu bu planından vazgeçiren nedir? 3 bin IŞİD militanı karşısında dahi tutunamayan ve Musul kentini birkaç saat içerisinde teslim ederek arkalarına bakmadan kaçan Irak ordusu(!) ve Haşd-i Şabi çetelerinden mi yoksa Bahçeli’nin Kerkük’e göndermeyi planladığı 5 bin ülkücü yiğitten korktuğu için mi bu planından vazgeçti?! Türkiye’yi daha fazla İran politikalarına yaklaştırma çabasında olanların ısrarla altını çizdikleri ABD projesinin neden ve nasıl akamete uğradığına dair elle tutulur makul bir izahları yoktur.

***

Türkiye’nin daha da çoğaltılabilecek çelişki ve tutarsızlıklarla dolu Irak politikasının yakın ve orta vadede birçok açıdan olumsuz maliyetinin olacağını söylemek mümkün. Mezhebî bir asabiyetle ve her türlü ceberut yönteme başvurarak Irak’ı Şiilik lehine domine etmeyi politikalarının merkezine almış İran güdümlü Irak hükümetiyle kol kola gireceğine, hiç değilse bu ceberut politikanın can çekiştiği bir süreçte; sadece Türkmenlerin de değil, Kürtlerin ve Sünnilerin de hukukunu teminat altına alacak bir müdahillik çabası, büyük devlet/ahlaki dış politika iddialarıyla daha uyumluydu. Bu tutumuyla Türkiye tarafsızlığını yitirdiği için bölgeye dair hakemlik, gözlemcilik, müdahillik çabalarının tümü artık şaibeli hale geldiği için kuşkuyla karşılanacaktır. Türkiye’de siyaseti temsil makamında olanların üzerinde düşünmeleri ve cevap vermeleri gereken soru şudur: Barzani’nin zayıflaması ve güç kaybetmesinden doğacak boşlukları dolduracak ve bundan nemalanacak aktörler kimlerdir? Bu soruya sağlıklı bir cevap verilmesi, bölgeye ilişkin sağlıklı bir siyasetin de izlenmesine imkân sağlar. Hamasi nutuklarla ve ayağı yere basmayan bir sığlıkta yürütülen mevcut siyasi tutumdan ise en başta Türkiye zarar görür.

Gelişmelerin Seyri ve Kürt Cenahında Olup Bitenler

Referandum kararının akıbeti şimdilik Irak hükümetinin kazanımlarıyla neticelenmiş gibi görünüyor. Irak hükümetinin bu kazanımları dolaylı olarak Kürtlerin kayıpları anlamına geliyor. Bağdat, Türkiye’nin Barzani’ye öfkesini fırsata çevirerek bölgesel yönetimin sınırını 2003 öncesindeki duruma getirdi. 36. Paralelin dışında kaldığı halde Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı, Peşmergenin IŞİD’le savaşarak Kürt Bölgesel Yönetiminin sınırlarına dâhil ettiği ihtilaflı bölgelerin çoğu yeniden merkezî Irak hükümetinin eline geçti. Özellikle de muhayyel bir Kürt devleti için barındırdığı yeraltı kaynakları sebebiyle refah ve zenginliğin anahtarı olarak büyük anlamlar yüklenen Kerkük şehrinin elden çıkması kelimenin tam anlamıyla bir felaket ve büyük bir travmaya yol açmış görünüyor.

Kerkük’ün yitirilmesi dolayımında yapılan tartışmalar; karşılıklı suçlamalar ve ihanet söylemleri eşliğinde,bölgedeki Kürt parti ve gruplar arasında özellikle de Erbil–Süleymaniye arasında uzunca bir süredir sönümlenmiş olan fay hattını yeniden harekete geçirdi. Barzani cephesinin Talabani ailesini hedef tahtasına koyarak yaptığı ihanet suçlamalarına mukabil, bu suçlamanın hedefinde bulunanlar da İran ve merkezî Irak hükümetinin desteğini arkalarına alarak zaten oldukça sıkışmış ve yalnız kalmış olan Barzani’yi daha da zayıflatma çabasındalar. Barzani’nin başını çektiği referandum yanlıları Talabani ailesinin ihaneti dolayısıyla devlet olmanın eşiğinden dönüldüğünü söylerken, referandum karşıtları da referandum kararının başından itibaren Barzani’nin manipülasyonu ve ayak oyunu olduğunda ısrar ediyorlar. Bundan sonra da bölgedeki tartışmaların uzunca bir süre daha bu iki argüman üzerinden devam edeceğini tahmin etmek güç değil. 1 Kasım tarihinde yapılması planlanan bölge seçimleri 8 ay uzatıldı. Bu erteleme kararı bile Barzani karşıtlarınca minderden kaçış olarak değerlendiriliyor. Türkiye, İran ve Irak tarafından kıskaca alınan Barzani’yi zor bir süreç bekliyor. Sadece ekonomik bir blokaj bile zaten bir atımlık canı kalmış bölgeyi tümüyle felç etmeye yeter.

Şimdilik tüm gelişmeler İran’ın istediği şekilde seyrediyor. Kürtlerin kendi aralarındaki iç bölünmesi Kerkük’ün ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları kimi bölgelerin İran nüfuz alanına geçmesine yol açmış olabilir fakat ne İran’ın ne de dışarıdan hiçbir gücün Kerkük dâhil nüfusun çoğunluğu Kürtlerden oluşan bölgeleri idare etmesi hiç de kolay olmayacaktır.

Irak’ta hükümet politikasına dönüşen mezhepçi uygulamalar dolayısıyla Sünnilerin yaşadığı mağduriyet ve mazlumiyet, Kürtlerle Araplar arasındaki toprak anlaşmazlıkları ve ihtilaflı bölgeler, Kürtlerin kendi aralarında yaşadıkları ihtilaf ve çekişmelere ilaveten küresel ve bölgesel aktörlerin iyi niyete dayanmayan çıkar temelli yaklaşımları birlikte değerlendirildiğinde, Irak’taki gelişmeleri de tıpkı Suriye’deki gibi gittikçe daha çetrefilli bir hale dönüştürebilir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR