1. YAZARLAR

  2. Atasoy Müftüoğlu

  3. Küresel Alçaklıklar

Atasoy Müftüoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Küresel Alçaklıklar

Mart 2005A+A-

Soruşturma: Irak'ta Amerikan İşgali Üçüncü Yılına Girerken Ortadoğu'yu ve Dünyayı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?

1-) ABD'nin Ortadoğu ve dünya hakimiyeti planları açısından;

2-) Irak'ın geleceği açısından;

3-) İslam dünyasının geleceği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyanın Batılılaştırılması projesi, kimi dönemlerde modernleşme biçiminde, kimi dönemlerde sömürgeleştirme, kimi dönemlerde oryantalizm, kimi dönemlerde emperyalizmler, işgaller, istilalar ve savaşlar şeklinde, kimi dönemlerde Hıristiyanlaştırma şeklinde; bu dönemde de küreselleşme yoluyla sürdürülüyor. Bütün bunlar birbirine bağlı, birbiriyle iç içe geçmiş süreçler olarak somutlaşıyor. Bugün ise, bütünüyle yoldan çıkmış bir küresellik durumu ile karşı karşıyayız. Bilim, bilgi, teknoloji, enformasyon, rasyonalizm, modernlik ve iktidar; geliştikçe, güçlendikçe, büyüdükçe; tahrip yıkım ve yok etme gücü de o ölçüde korkunç boyutlara ulaşıyor.

Soğuk savaş sonrası dönemde dünyanın stratejik çerçevesi/kompozisyonu bütünüyle değişti. Amerika, uluslararası hukuku, ahlaki ve insani tepkileri, insani rahatsızlıkları, gerilimleri ve kendisine yönelen evrensel nefreti asla umursamadan sınırsız bir kibir ve narsizm içerisinde ve sınırsız keyfiliklere başvurarak, küresel siyasal tahakküm imkanına kavuştu. Bugün, küresellik çevresinde gelişen bütün olaylar, ahlaki-insani açıdan değil, ideolojik açıdan, ırkçı açıdan değerlendiriliyor. Kendi kaderlerini belirlemek için direnen halklara "terörist" denilebiliyor. Direnen Müslümanlar insan değil, alt-insan sayılabiliyor. Bütün insan hakları ilkeleri, ayrımcı bir düzlemde kullanılıyor.

Emperyalist küresellik, ulusal çıkar, ideolojik çıkar düşüncesinden başka hiçbir değer tanımıyor. Reel politikanın temeli, küresel yalanlar, iki yüzlülükler ve çarpıtmalardır. Petrolün bulunduğu dönemden beri emperyalistler, büyük bir açgözlülükle Ortadoğu ile ilgileniyorlar. Bu ilgiye ek olarak, İsrail'in kuruluşunu takip eden dönemde, Ortadoğu'da İsrail'in güvenliği ve geleceği küresel sistem için hep birincil sorun oldu. Bugün de, Amerika/Batı, Ortadoğu'da İsrail'in belirleyici ve tayin edici bir konumda bulunmasını nihai anlamda güvence altına almaya çalışıyor. İsrail'in bölgede en etkili aktör olması isteniyor. Nitekim, içerisinde bulunduğumuz günlerde sürdürülen Filistin-İsrail "barış" görüşmelerinde hep İsrail'in öncelikleri gündemde olmuştur.

Geçmişte Batı uygarlığı/Avrupa, kendisini özellikle Yunan-Roma mirası bağlamında tanımlıyordu. Bugün bu durumun değiştiğini görüyoruz. Avrupa, bugün, kendisini Musevi-Hıristiyan mirası ile tanımlamaya özen gösteriyor. Bu tanımlama, İslam karşıtlığını konumlandırmak ve belirlemek için yapılıyor. Musevi-Hıristiyan çerçeve, İslam'ın kendisi ile asla ilgilenmiyor, İslam'ın politik boyutu ile, politik harekete dönüşebilecek yorumu ile ilgileniyor. Bu konuda tahrif edilmiş bir gerçeklik oluşturulmaya çalışılıyor. Bu düzlemde kamuoyu oluşturucuları din ve ırk farklılıklarına göre ayrımcılık yapıyorlar. İslam dünyasına yönelik olarak, İslami yorumu kendi istedikleri doğrultuda kurguluyorlar. Bu amaçla yoğun bir şekilde sahte imgeler üretiliyor. Bugün, İslam konusunda bilinenler, yalnızca muhalif politik hareketler ve direniş hareketleridir. Bugün, yaygın ve etkili İslam imgesinin, İslami bütünü kesinlikle yansıtmadığı bilinen bir gerçektir. Önyargılara dayalı kavramsallaştırmalar, İslami temelleri sarsmaya yöneliktir. Bütün-modern laik kavramlar, bütün zamanlar boyunca olduğu gibi, bugün de, özellikle Ortadoğu'da stratejik ve jeopolitik çıkarlara hizmet doğrultusunda kullanılıyor, bu çıkarlar doğrultusunda yapılandırılıyor. Sömürgeci dil/söylem, farklı kültür ve uygarlıkları, bu kültür ve uygarlıkların içeriklerini sömürgeci mantığa göre sınıflandırıyor ve aşağılayarak tanımlıyor. Bugün, Ortadoğu'da, bütünüyle köksüzleştirici bir modernlik hayata geçirilmek isteniyor. Ortadoğu ülkeleri, Türkiye de dahil olmak üzere, Batı'nın jeopolitik çıkarları adına araçsallaştırılıyor. Bu konuda, ABD, Avrupa ve İsrail arasında bir gerilim olamaz. İsrail de sonuç itibariyle Avrupa kültürünün bir ürünüdür. İsrail, modern-laik değerleri temsil maskesi altında Siyonist kimliğini her düzlemde etkin kılabiliyor.

Görülebilir bir gelecekte Irak'ta sağlıklı bir oluşum imkanı yok gibidir. Direniş, maalesef paramparçadır. Irak'ta, direniş unsurları arasında nihai bir dayanışma olsaydı, Amerika bugün Irak'tan çekilmiş olacaktı. Bugün İslam toplumlarının en önemli, en hayati, en acil, en derin sorunu ne yazık ki; mezhepler arası ilişkiler ya da ilişkisizlikler sorunu ile, etnik rekabetler, etnik gururlar ve nefretler sorunudur. Bu tür benmerkezcilikler, her türlü medeni ilişki zeminini yok ediyor, daha çok bedevi bir tercihe imkan hazırlıyor. Her türlü benmerkezcilik nezdinde, ötekinin hayatının, düşüncelerinin hiçbir değeri yok, rakip tarafın bir saygınlığı yok. Irak'ta, mezhep, etnik köken bencillikleri, egoizmleri, benmerkezcilikleri, karşıtlıkları, rekabetleri, çıkarcılıkları bütün boyutlarıyla sürüyor. Şii unsurların, çarpık bir "maslahat" anlayışına dayalı olarak, mezhep asabiyetini ve çıkarını öne alan tercihleri sebebiyle, işbirlikçi konuma yerleşmeleri her şeyi daha da zorlaştırıyor. Bu nedenle, Irak'ta bölünmeler derinleşiyor.

İşgal altında bulunan toplumlarımızda, insandaki, insanlık dışı olanın bütün tezahürlerini, hayvandan daha aşağı olan tezahürlerin bütününü işgalcilerle birlikte gördük, yaşadık; en karanlık yobazlıkları, en korkunç şiddetleri, en modern, en postmodern işgalcilerin temsil ettiklerini gördük. Küresel bütün alçaklıklar, emperyalist-faşist paranoya, modernlik şemsiyesi altında sürdürülüyor. Bu amaçla bütün düşünceler, tanımlar, kavram ve kurumlar sınırsızca sömürülüyor ve kötüye kullanılıyor. İslam toplumlarına ve halklarına yönelik olarak, bütün antropolojik önyargılar, fanatizmler, ilkellikler, hezeyanlar ve bağnazlıklar bugünün dünyasında medya aracılığıyla sürekli olarak sahnede/gündemde tutuluyor. Amerikalılar, Avrupalılar kendilerini seçilmiş/tercih edilmiş halklar olarak görüyor. Bu sebeple de, dışlayıcı ve mutlaklaştırıcı bir milliyetçiliği temsil ediyorlar.

Batılı dünya görüşü ve hayat anlayışı ile uyumlu olması ve uzlaşması beklenen-istenen-dayatılan İslam, bütün hayati kurumlarından, temellerinden ve köklerinden vazgeçmiş bir İslam'dır. İslam dünyası ülkeleri Batı'nın jeopolitik çıkarlarına hizmet etmek koşuluyla varlıklarını sürdürebileceklerdir. Bu hizmet, kuşkusuz seçim oyunları/atraksiyonları/tiyatrolarıyla seçilen "genel valiler" aracılığıyla sürdürülecektir. Bu süreç, İslam dünyasında ortak, kararlı, bütüncü, bilinçli, kuşatıcı ve bağımsız bir ümmet iradesi ortaya çıkıncaya kadar devam edecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR