1. YAZARLAR

  2. Ali Değirmenci

  3. Kur’an’da "Çete”

Kur’an’da "Çete”

Şubat 2000A+A-

Yaşadığımız ülkede, son yıllara damgasını vuran gerçeklerden ve sözcüklerden biri de kuşkusuz "çetelerdir. "Mafya, gladyo, derin devlet, yasadışı teşekkül, organize suç örgütü, kontgerilla..." gibi adlandırmalarla da kimi zaman yakın ya da eş anlamlı olarak kullanılan bu sözcüğün işaret ettiği bulanık dünya, çoğu zaman, gizli ve karanlık ilişkileri, tedhişi ve korkuyu, çıkarı ve hukuksuzluğu, huzursuzluk ve güvensizliği çağrıştırmaktadır. Genellikle karanlık ve komplike ilişkiler ağı içerisinde palazlandığından, "çete" sözcüğü Milli Mücadele olarak adlandırılan dönemde olduğu gibi eski ve kısmi olumlu anlamından da artık büsbütün uzaklaşmıştır.

Burada önemli olan, kavramlardan veya isimlendirmeden ziyade işin mantığı, kapsamı, işleyişi ve faaliyet alanıdır.

Kendince düşman bildiklerin "temizlemek", çıkar sağlamak veya çıkarlarını tahkim etmek, egemenlerin otoritesini ve sömürüsünü pekiştirmek, çeşitli alanlarda söz ve pay sahibi olmak, muhalif oluşumları sindirmek amacıyla kimi insanlar ve çevreler, insanlık tarihinde öteden beri çetevari oluşumlara başvurmuşlardır. Bu, kardeşini öldürerek onu gizlice gömmeye çalışan zorba Kabil'in mantığı ve geleneğidir. Bu durum kimi zaman izlenebilir, gözlemlenebilir bir somutluk içerisinde cereyan etmiş, kimi zaman da bazı denge unsurları, çıkar çatışması, toplumsal tepki, çeşitli iç ve dış bağlantılar, risk taşıma veya gözden çıkarılma gibi endişeler yüzünden karanlık ve girift bir yumak şeklinde tezahür etmiştir. Darbe ve karşı darbelerde, "devletin âlî menfaatlerini koruma" anlayışında, etnik temizlik hareketlerinde, emperyalizme alan açmada hatta korku yaratarak kendini tek çare gibi sunmada da bu kabil teşekkülleri görebilmek mümkündür. Yani olay eskiden olduğu gibi günümüze de tek boyutlu olmayabilir. Siyasi boyutla ekonomik yön, uluslararası oyunlarla güç üstünlüğü kurma anlayışı iç içe girmiş olabilir. Hatta bu muğlaklık ve kayganlık içerisinde birilerini kullandığını zannedenler bile başkaları tarafından kullanılabilir. Kullanılan kullanmaya kalkışabilir. İyi ve büyük işler yaptıklarını sananlar bilinçsizce de olsa birilerinin ekmeğine yağ sürebilir. Komplo teorileri üretmeye de çok elverişli olan bu alan, kendini denetleyemez bir hale bürünebilir veya ilk ve esaslı amacını süreç içerisinde aşabilir. Hele işin içine istihbari çalışmalar, gizli servisler, özel daireler ve kiralık katiller de girecekse toplumun geneli için korku ve endişenin yanı sıra zihin bulanıklığı ve evhamlarda devreye girecektir. Adam öldürme, toplu katliam, bir düşünceyi ya da anlayışı salt güce, ve şiddete ve baskıya dayanarak kalıcı kılma, uyuşturucu satışı, kara para aklama, yeraltı dünyasının envai nimetlerine kolayca ulaşma, nüfuz kurma, kargaşa yaratma, muhalefeti yok etme gibi anlayışlar karanlığın göğsünde el ele uyuyor görünebilir. Üstelik çeteleri yine çeteci bir mantıkla yok etme ve bu arada devlet aygıtını da kullanma anlayışı; modern dünyada hiç de az rastlanır cinsten değildir.

Zamanla toplum tarafından kanıksanmasına rağmen insani iklimi ve toplumsal dokuyu sürekli örseleyen, hukuksuzluğu ve güvensizliği çoğaltan bu görüntü ve mantalite, ilginçtir ki, kimilerince öykünülecek bir boyuta bile varmıştır. Sinema filmlerinde, televizyon dizilerinde de artık filtreden geçirilmiş olsa bile "baba"ları, kanun kaçakçılarını, karanlık kişileri, çete özenticilerini, gizli ve murdar ilişkileri, insanları çeşitli yollarla zehirleyenleri, korkutanları hem de "sevimli" bir sunuşla görebilmekteyiz. Gazete ve televizyon haberlerinde kimi zaman insanın ağzını açık bıraktıracak derecede bizi şaşırtan, kimi zaman da tüylerimizi diken diken eden irili ufaklı birçok kolektif kirliliğe, çeteye karanlık ilişkiler manzumesine tanık olmaktayız.

Sınav çetelerinden okul çetelerine, uyuşturucu ve kadın tacirlerinden dilenci çetelerine, soygun ve kaçakçılıktan faili meçhullere hatta dini ve ideolojik eksenli görünen veyahut devletin kimi birimleriyle de içli ve dışlı olduğu iddia edilen yapılara kadar bir sürü "organize" suç örgütü... Ve elbette çok geniş ve renkli bir yönetmen ve figüranlar ordusu: Gencecik çocuklar, hırsızlar, gangsterler, teröristler, tarikat şeyhleri, kumarbazlar, polisler, din tacirleri, gözü dönmüş katiller, profesyonel ajanlar, askerler, dilenciler, sosyete baronları, milletvekilleri, müdürler, kanun kaçakçıları ve kanun adamları, mankenler, gazeteciler... Tam bir çeteler, çeteciler cenneti dünya! Ve elbette kullanan ve kullanılanlar, aldananlar, kaçırılanlar, kaybettirilenler, öldürülenler, zehirlenenler, gözü doymayanlar, her şeyi yüce bir değer uğruna veya vatan-millet için yaptığını iddia edenler... Gözyaşı, ölüm, ihanet, korku ve kargaşa. Hem ayan beyan, hem de gizli ve sinsi.

Kur'an'ın anlattığı tarihe baktığımızda kimi peygamberlerin ve salih öncülerin büyük sıkıntı ve zorluklarla karşılaştıklarını görebilmekteyiz. Egemenlikleri ve sömürü düzenleri sarsılan ve halk üzerindeki tahakkümlerinin tehlikeye girdiğini gören kimi kişi ve çevreler telkin, aşağılama, korkutma, uzlaşma ve açıkça mücadele etme yetilerini kaybettiklerinde kirli yollara, karanlık yöntemlere ve sinsi tuzaklara başvurabilmektedirler. Taşlamak, sürmek, yalnızlaştırmak, kötülemek ve öldürmekle tehdit etmek, plan üstüne plan kurmak; onların değişmez tutumu olarak karşımıza çıkmaktadır. Üstelik bunu yaparken halkın menfaatini, dinlerini ve toplumsal bütünlüklerini koruduklarını iddia etmektedirler. Düşünceyi, inancı şiddet ve zorbalıkla bastırmaya çalışmakta; peygamberlerin yanlarındaki müstez'afları horlayıp korkutmakta ve güzelliğin, aydınlanmanın, hidayet ve felahın karşısına dikilmektedirler. Süikastlerin, baskınların, öldürme, hapsetme ve sürgün etmelerin yanı sıra, onların başvurdukları yöntemlerden biri de, elbette, çetecilik olmaktadır.

Kur'an'-ı Kerim'de çete mantığına, çeteciliğe ve bu kabil kirli ve şiddet içeren oluşumlara doğrudan ya da dolaylı olarak değinen çeşitli işaretler mevcuttur.

Semud kavmine gönderilen Salih peygamberin kıssası anlatılırken, bir çetenin varlığı ve niyeti, yapmak istedikleri açıkça zikredilmektedir:

"Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde hep fesad (bozgunculuk) yaparlar ve dirlik-düzenlik (salah) bırakmazlardı."

Ayette geçen "tis'atü raht" ifadesi zahiren "dokuz çete" anlamına gelmektedir. Ancak müfessirlerin çoğu bunu "dokuz kişilik çete" şeklinde yorumlamışlardır.

Semud kavminin içinden çıkan, fesadı ve salahı yok eden bu çete, bizzat ileri gelenlerin, yönetici-egemenlerin kurduğu bir teşekkül olabileceği gibi, onların bilgisi dahilinde ortaya çıkmış bağımsız (!) bir örgüt de olabilir. Zaten sonuçta onların yaptıkları ve yapmak istedikleri şeyler, egemenlerin, kurulu düzenin işine gelmekte ve onlar hidayetin, aydınlığın, özgürleşmenin, tevhid ve adaletin karşısına dikilmektedirler. Hatta işin sonu bir plan, organize bir tuzak şeklinde Allah'ın elçisini ve ailesini, yakınlarını öldürme noktasına kadar vardırılmaktadır:

"Kendi aralarında Allah adına yeminleşerek dediler ki: Gece mutlaka ona ve ehline bir baskın düzenleyelim, sonra da velisine; biz ailesinin yok oluşuna şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim."

Hz. Salih'in çağrısından ve davasından rahatsız olan bu kişiler, kendi aralarında işi tartışıyor ve plan yapıyorlar, işi sıkıya alıyor ve ahidleşiyorlar. Suikasti, toplu öldürmeyi (peygamberin ailesini, yakınlarını da dahil ederek) gece vakti yapmayı kararlaştırıyorlar. Allah adına yemin ediyorlar. Sonuçta bir risk üstlenmemek için suçu bölüşüyor ve bir soru(n) ile karşılaştıklarında velisine topluca yalan söyleyip elbirliğiyle işin içinden sıyrılmaya karar veriyorlar. Minareyi çalan, kılıfını da uyduruyor.

Kur'an'da, Hz. Salih dışındaki birçok peygamberin de bu tür komplolarla, tuzaklarla, tehditlerle karşılaştığını hatta öldürülenlerin bulunduğunu biliyoruz.

Son Elçi Hz. Muhammed döneminde de ilahi mesajın etkisini kırmak ve kendi saltanatlarını devam ettirmek amacıyla bir takım kişi ve çevrelerin başta zikrettiğimiz kimi yollara başvurduklarını görmekteyiz. Yalanlama, horlama, suçlama ve süreç içerisinde baskı ve işkenceye başvurmanın yanı sıra sinsi tuzakların kurulduğunu da biliyoruz. Allah'ın Rasulü ve arkadaşları takibat altında tutuluyor ve yaptıkları çalışmalar sürekli izleniyordu.

Geçtiğimiz aylarda su yüzüne çıkan "telekulak çetesi" skandalında olduğu gibi, onların aydınlığı özümseme ve biriktirme çalışmalarıyla ilgili olarak yaptıkları konuşmaların "uzun, kirli kulaklar" tarafından dinlendiğine dair işaretleri Kur'an zikretmektedir. Yine, mü'minlerin, sayıca az ve zayıf oldukları, hırpalandıkları zamanlarda -belki de edindikleri izlenim ve kanaatlere bağlı olarak- ansızın kaçırılma, kaybettirilme ve öldürülme korkusu duyduklarını Allah'ın ayetleri haber vermektedir.

"Hani bir zamanlar siz sayıca çok az idiniz ve yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, birilerinin sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz... " (8/Enfal: 26)

Zorba Mekke müşriklerinin, kendi menfaatlerini tehlikeye sokanlara karşı çirkef ve tehditkar bir işbirliği içinde olmaları, birçok yerde karşılaştığımız gibi adeta gelenek halini almıştır. Nitekim, onların, Mekke'ye bir şeyler satmak ya da olmak için gelen mazlum ve korumasız insanlara keyfi olarak saldırdıklarını, ücretlerini ödemediklerini, haraç aldıklarını, dövdüklerini ve alıkoyduklarını biliyoruz. Siyer ve tarih bilgimizi yokladığımızda, Hz. Muhammed'in de genç yaşta katıldığı bir 'erdemliler ittifakı' sayılabilecek Hılfu'l-Fudul adlı oluşumun bu keyfilik ve zorbalıkları bir nebze olsun azaltmak amacıyla kurulduğunu hatırlıyoruz.

Hz. Muhammed'e inandıklarında, Mekke ileri gelenlerinin kendilerini şehirden sürmelerinden korktuklarını söyleyen (belki de esnaflıkla iştigal eden)lere de Kur'an ayetleri değinmektedir.

Hicretten çok kısa bir sure önce; Rasulullah'ın öldürülmesine yönelik teşebbüsün de Hz. Salih kıssasındaki suikast girişimine çok benzediğini söyleyebiliriz. Son çareyi onu Öldürmekte bulan müşriklerin bu amaçla bir plan yaptıklarını, gizli ve sinsi bir tuzak kurduklarını görmekteyiz. Yine gece vakti ansızın baskın yaparak onu öldürmek istiyorlar. Olası bir kan davası güdülmemesi için de ileri gelen her kabilden bir kişiyi seçiyorlar ve öldürme eylemini elbirliğiyle "fail-i meçhul" süsü vererek gerçekleştirmeye karar veriyorlar. Böylelikle, en kötüsünden, 'delil yetersizliği'nden dolayı paçayı kurtaracaklardır. Ancak Allah Rasulü, yatağında Hz. Ali'yi bırakarak daha önceden evden ayrılmakta ve onların tuzaklarını boşa çıkararak hicret etmektedir.

"Susurluk" hadisesinden sonra "Hizbullah" operasyonuyla ortaya çıkan ya da çıkamayan olaylar, gerçekler; çete ya da başka bir adla nitelendirilebilecek hususa yönelik dikkatleri yoğunlaştırmıştır. Aslında bütün bu olumsuzlukları üreten bir mekanizmanın bunlarla yeterince mücadele etmesi de muhaldir. Kötülüğün kaynağı gözden ırak tutulmamalı, bu kabil işlerin üzerinde yuvalandığı zemin gözardı edilmemelidir. Bazı kişi ve çevrelerce müslümanları ve aziz İslam'ı töhmet altında bırakmak için kullanılmaya çalışılan bu son olay, aslında bilinçli ve temiz akıllı müslümanların bu kirli tezgahlarla ilgili iddialarında ne kadar isabetli ve tutarlı olduklarını göstermektedir.

Mü'min olmanın en önemli şartlarından biri de kuşkusuz ahirete inanmak; bir gün yaptığı her şey için Yüce Allah'a hesap vereceğini bilmektir. Elbette ki sahih inanç sağlıklı, Kur'an merkezli ve pırıl pırıl bir kaynak/pınar eşliğindeki bir bilgilenmenin, bilinçlenmenin, arınmanın üzerine bina edilebilecektir. Müslüman emin insandır; örnek ve güvenilirdir. Müslüman vahiy eksenli bir öğrenmeye, okumaya, basirete, meşruiyete, furkana, ahlaka ve hukuka tabi olan, küçük ölçekli de olsa dünya şartlarında bir "minyatür cennet" oluşturmaya gayret eden insanlardır.

Bu bilinç, güzellik ve aydınlık hâlesi; hem kirli, gayrı meşru ve çirkin yollara başvurmayacak ve hem de bu eksende kullanılmasına izin vermeyecek, pisliğe bulaşmayacaktır. İslam'ın bahçesi cehennemi çirkeflikleri kovan, cennete çağıran, güzelliği biriktiren ve çoğaltan bir bahçedir, İslam insanlığı yok etmeye değil sağaltmaya gelmiştir. Çeteler ise karanlık, şaibeli, pislikle ve zorbalıkla dolu zeminlerin ürünüdür, insanın zihni ve gönlü neyle doluysa onu dışa vuracaktır. Bizim bahçemiz de, bahçevanımız da, ağacımız da Kur'an'ın kutlu mesajının, hayat ve onur bahşeden mesajının aydınlığıyla yeşermek, onun gözetiminde neşv-ü nema bulmak zorundadır:

"İyi toprak -Rabbinin izniyle- (bol ve güzel) bitki verir; çorak toprak ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkarmaz..."  (7/A'raf: 58)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR