1. YAZARLAR

  2. Nicholas Blanford

  3. Hizbullah: 'İsrail geri çekilmeden barış söz konusu olamaz.’

Hizbullah: 'İsrail geri çekilmeden barış söz konusu olamaz.’

Şubat 2000A+A-

Yirmi yıllık tarihinde Hizbullah ilk kez ciddi bir meydan okuma karşısında bulunmaktadır. Lübnan, Suriye ve İsrail arasındaki yeniden başlayan ve bölgesel anlaşmaya yönelik müzakereler Hizbullah'ın konumunu sınırlandırmaya yönelmektedir. İslami direnişin işgal altındaki Güney Lübnan topraklarında İsrail'le işbirliği içindeki Güney Lübnan Ordusu'na karşı sürdürdüğü mücadeleyle de Lübnan anayasal çerçevesinde kendini kabul ettirmiş bir yapı olarak varlığını meşrulaştırmıştır.

Mayıs ayında başbakanlığa oturan Ehud Barak'ın seçim vaatlerinden biri, 2000 yılının temmuz ayında İsrail ordusunun Lübnan'dan geri çekileceğinden övünçle söz etmekteydi. Bunun gerçekleştirilmesiyle İsrail'in kuzey sınırlarını garanti altına alınacağını, bunun Suriye ile yapılacak görüşmelerde gerçekleşebileceğini ifade etmekteydi. İsrailli yetkililerle göre kuzey sınırındaki kesin barış ve istikrarın ancak Suriye'yle yapılacak bir anlaşmayla mümkün olduğunu ifade etmekteler.

İslami direniş iyi yetiştirilmiş 300 gerilla ve 2000 civarında gönüllüden oluşmaktadır. Hizbullah'ın havan, tanksavar ve katyuşa roketlerinden oluşan sıradan donanımı ağır techizatlı ve gelişkin silahlardan oluşan İsrail ordusunun rüyalarını kaçırmaktadır. Hizbullah defalarca ilan ettiği gibi işgal edilen bölgeden İsrail'in geri çekilmemesi durumunda bir barıştan asla söz edilemeyeceğinde ısrar etmektedir. Bölgenin dört bucağında barış beklentileri artarken, yalnızca ekim ayında sayısı 280'i bulan operasyonlarla işgal karşıtı direnişin boyutlarının genişletildiğinden söz edilebilir. İsrail'in tekrar barış müzakerelerini Suriye'yle başlatması için gerilla hareketlerinin durdurulmasını ön şart olarak talep etmesi beklenmemelidir. Zira İsrail, Suriye'nin böyle kıymetli bir kozu somut hiçbir adım atılmaksızın elinden kaçırmayacağının da bilincindedir.

Hizbullah'ın merkez komite üyelerinden ve Lübnan meclisinde milletvekili olan Muhammed Raad: "Güney Lübnan işgaline karşı yürütmekte olduğumuz direnişi durdurmak gibi bir talebi Suriyelilerin kesinlikle olmaz." diye ifade etmektedir. Şimdiye kadar yapılan çeşitli anlaşmalara sadık kalmadıklarından Suriyelilerin İsraillilere güvenleri yok. Suriye, müzakereler için Hizbullah'ı koz olarak elinden bırakmak istemez. Suriye'nin askeri operasyonların durdurulması konusunda talebi olsa bile Hizbullah buna uymakta güçlük çekebilir. İslami direnişin saldırılarını görüşmelerle orantılı olarak azaltabileceği gibi bir izlenimse hiç yok. Konuyla ilgili olarak Raad; "işgal sürdüğü müddetçe, hedefe yönelik her tarz eylemlilikler kurbanlara bile mal olsa, barış müzakerelerinden bağımsız olarak sürdürülecektir." şeklinde konuşmaktadır.

Barış görüşmeleri esnasında Hizbullah'ın askeri operasyonları Suriye'nin yaklaşımlarını yansıtan bir strateji olarak algılanmamalıdır. Hizbullah'ın kendi hedefleri doğrultusunda bu müzakereleri değerlendireceği ve bunlardan hareketle tavır alacağı tahmin edilmektedir. Müzakerelerin ilerlemesi durumunda, İran ve Suriye onayıyla Güney Lübnan'da direnişin yükselmesi gündeme gelebilir. Beyrut Amerikan Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi öğretim görevlisi Prof. Nizar Hamzi: "Hizbullah'ın müzakerelerin sürdürülmesini engelleyememesi durumunda, Suriye ile ilişkilerini zedelemeden, süreci inkitaya uğratacak taktiklere başvurarak zaman kazanmaya yöneleceğini" ifade etmektedir.

İsrail'in tek taraflı geri çekilmesi mi?

Barak, İsrail ordusunun Lübnan'dan Suriye'yle bir antlaşma çerçevesinde geri çekilebileceğini açıkladıysa da tek taraflı bir geri çekilmeyi ihtimal dışı olarak değerlendirmemiştir. Barak'ın son zamanlarda bu tehdidi, Suriye'yi masa başı bir çözüme yönelmesini sağlayıcı bir adım olarak belirmektedir. İfade edilen bu tek taraflı geri çekilişin Golan tepeleriyle ilgili müzakerelere yansıyacağı, Suriye'nin kozlarını zayıflatacağı gibi, Hizbullah'ı da zor duruma düşürmeyi hedeflemektedir. Geri çekilme söz konusu olduğunda Hizbullah'ın askeri saldırılarının hiçbir meşruiyeti de kalmamış olacaktır.

İsrail ordusunun bu konuda ihtiyatlı olmasına rağmen seçmenlerine vaatte bulunduğu gibi Barak, general Shaul Mofaz'ı 2000 yılının Haziran ayında geri çekilmeye yönelik hazırlıkların yapılması konusunda talimatlar verdiği bildirilmektedir. İsrail siyaseti gözlemcileri Barak'ın bunu gerçekleştirmemesi durumunda seçmenlerinin kendisini linç edebileceğinden bahsetmekteler. Ancak bunun gerçekleşmesi durumunda, Hizbullah'ın zafer İlan etme ve çözülme sürecinin dışında hemen hemen başka bir seçeneği görünmemektedir.

Londra'da yayınlanmakta olan haftalık el-Wasat dergisinin ağustos 1999 tarihli sayısında Suriye devlet başkanının oğlu ve veliaht Beşer el Esad kendisiyle yapılan röportajda İsrail'in geri çekilmesi halinde Hizbullah'ın askeri kanadının çözüleceği tesbiti yanında şunları söylemektedir: "Direniş yolunu seçenler bu tercihlerini belirli bir nedene bağlı olarak yapmışlardır. Direniş, anlamsız kan akıtma hedefli hevesler için başlatılmamıştır. Direnişe yol açan nedenleri ortadan kaldırılması durumunda, savaşçıların ülkelerine hizmet etme hedefleri farklı alternatifler doğrultusunda yeni yönelişlerle normal bir yaşama dönük olarak tezahür edecektir." Düne kadar direnişe ilişkin uzun vadeli hedefler söz konusu olduğunda Hizbullah temsilcilerinin ağızları sıkıydı. Bununla ilgili olarak Raad, partisinin Esad'la hemfikir olduğunu şu cümleleri dile getirmektedir: "Beşer Esad'ın yaklaşımları devamlı ilişkide bulunduğu Hizbullah temsilcilerinin görüşlerine dayanmaktadır. Yaklaşımları hem ulusal hem de Lübnan'ın çıkarlarının öncelendiği rasyonel bir bakıştır. İşgalin son bulması durumunda, direniş de öncü kadroların basiretli kararlarıyla hareket edeceği şüphe götürmez."

Esad'ın yorumları ve Raad'ın dolaylı onaylamasına bakılırsa, Hizbullah'ın askeri kanadının çözüleceği tahminleri artmaktadır. İsrail güçlerinin Lübnan topraklarında kalması durumunda, İslami direniş saldırılarını haksız işgalle meşrulaştırmaktadır. İsrail ordusunun geri çekilmesi durumundaysa böyle bir meşruluk ortadan kalkmış olacak, İsrail'e yönelik saldırılar savaş addedilecektir. İsrail'in cevabı bu zeminde acımasızca sağlanmış olacaktır. Hizbullah'ın önderliğinin bu gerçekliği anlayacak ve değerlendirebilecek kadar gerçekçi oldukları bilinmektedir. Hizbullah'ın direniş güçlerini dağıtması için Suriye'nin talimatlarına gereksinim duymayacaktır. Keskin ilkelliklerine karşın Hizbullah baş döndürücü değişim ve reel politika zemininde kendini sağlama almasını bilecek kadar becerisini kanıtlamıştır. Böyle bir İradeye rağmen, yeni siyasal gerçekliklere uyarlanma pahalıya mal olmaktadır. 1992 parlamento seçimleri esnasında parti genel sekreteri Şeyh Suphi Tufeyli'nin sertlik yanlısı çağrıları, karar vermenin öyle hiç de kolay olmadığını açığa çıkarmaktadır. Tufeyli Temmuz 97'de Hizbullah'la başlarını koparmış ve Suriye desteğiyle Bekaa Vadisi'nde Lübnan devletince Ocak 1998'de bastırılan "Açlık Devrimi" adlı hareketini örgütler. Suriye'nin desteğindeki bu gelişim Hizbullah'ın varlığına tehdit olarak oluşturulduğu bilinmektedir.

İran'ın Rolü

Bölgesel barış müzakerelerinde İran'ın tavrının Hizbullah'ı siyasal konumunu etkileyeceği düşünülmektedir. Güney Lübnan'da konuşlandırılan Birleşmiş Milletler barış birliğinin sözcüsü Timur Göksel'e göre: "Bu noktaya gelinirse Hasan Nasrallah, bir uzlaşma için gerekli olan tüm çabaları gerçekleştirmek zorunda, ve bu uzlaşma İran'ın barışı ne denli onayladığına bağlı kalacağını, şayet İran barış karşıtı bir pozisyon gerçekleştirmezse Nasrallah'ın zorlanmayacağından söz edebiliriz. Ancak İran barışa karşı çıkması durumunda Nasrallah'ı sıkıntıya sokacaktır."

Şüphesiz Hizbullah saflarında İslami direnişin olası çözülmesine ve Lübnan'da İsrail barışını reddeden bir eğilim var. Şayet bu bölgesel barış antlaşmasının doğuracağı yeni realiteyi İran kabul ederse olası bölünmelerin Hizbullah'ı olumsuz etkilemeyeceğinden söz edilebilir. Görünen o ki bu karşıt eğilimin Tufeyli ile Bekaa Vadisi'nde bir ittifaka yöneltebilir. İran'ın barış sürecine karşıt bir tavır alması durumundaysa, Hizbullah önderliğinin bu durumdan hareketle kendi içersindeki sertlik yanlısı çizginin oluşumunu sürdüreceği muhtemeldir. Prof. Hamzi'ye göreyse: "Barış görüşmelerine karşı Hizbullah'ın devrimci çabalarını muhafaza eden çok sayıda yandaşları olması durumunda, bunların Tufeyli'yle hareket etme ihtimalleri zayıftır, olsa olsa kendi yapılanmalarını oluştururlar."

Sertlik yanlısı çizginin Suriye'nin Lübnan'daki ağırlığına razı olması da gerekir. İsrail'e karşı silahlı mücadeleyi canlandırmaya yönelik çabalar, Şam'la karşı karşıya gelmeye yol açar. Suriye'den siyasal eylemlilik içersinde bulunan Hizbullah'ın varlığına, önderliğinin Şam'la işbirliği yaptığı müddetçe tahammül etmesi bekleniyor. Böyle bir durumda Hizbullah, Suriye'nin Lübnan'daki etkisine karşı yükselen hristiyan muhalefetini önleyici bir koz olarak belirir.

Önümüzdeki bir yıl içersindeki Ortadoğu'yu çalkalayacak altüst oluşlara Hizbullah'ın kendisini hazırladığını söylemek mümkündür. Lübnan'ın yoğun ve çok yönlü siyasal gruplarına bakılırsa, değişen ülke gerçekliklerine kendilerini uyarlamayı çok iyi beceren bir akım olarak kendisini hissettirmektedir. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda askeri kanadının olmayışı ya da bölgede İsrail'le barışın oluşması Hizbullah'a öldürücü bir darbe oluşturmaz. Bölgesel radikal değişimler Hizbullah'ı dönüşümlere zorlayabilir: Askeri alanda daralanlar, siyasi alanda yoğunlaşabilirler. Artık bize, Hizbullah'ın bunları ne şekilde gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini beklemek kalıyor.

İNAMO Sayı:20 - 1999
Çev: Ayla Tekin

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR