1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Kimin Cumhuriyeti?

Kimin Cumhuriyeti?

Kasım 1998A+A-

Sistem, bu yıl ordusu-medyası-siyasetçisiyle, Cumhuriyet kutlamalarına birkaç ay önceden başladı. 75. yıla has yeni bir bayrak (flama) ve bu yıl bir kat daha anlam kazanan "10. Yıl Marşı"nın bilimum versiyonları vs. derken, bomba gibi bir hazırlık yapılmıştı. Dile kolay, TC, yaralı-bereli de olsa, çetesiyle-mafyasıyla-yargısız infazlarıyla-köy boşaltmalarıyla ve hayatın tüm alanlarında halka rağmenciliğiyle, kendisi devrilmeden koca 75 yılı devirmişti.

Hazırlıklar için hiçbir şey esirgenmemişti. Mesela, sadece 75. yıl ambleminin tasarımı/üretimi ve uygulaması için 3 trilyon lira harcandığını göz önüne aldığımızda, bu yıl ki kutlamaların ne kadar hayati bir öneme sahip olduğunu anlamakta güçlük çekmeyiz.

Medya, kutlamalar yaklaştıkça çoşkusunu arttırıyor ve adeta tüm Türkiye'nin duygularını manşetlerine taşıyordu: "Yaşasın Cumhuriyet", "İşte Ata'nın büyüklüğü" vs...

Cumhuriyette büyük buluşma yaşanıyor, her taraf bayraklarla, flamalarla, marşlarla şenlen(diril)iyor; Türkiye, Cumhuriyetine sahip çıkıyordu !

CHP'sinden FP'sine, Cumhuriyete bu kadar sahip çıkıldığı bir dönemde, 75. yıl kutlamalarını bu denli abartmanın arkaplanında neler vardı? Madem ki herkes cumhuriyeti seviyor, "ilelebet baki kalacak cumhuriyete sahip çıkıyor"du, öyleyse bu şaşalı kutlama niçin bu yıl bu kadar önemsendi? 75. yılı 74. yıldan ayırdeden temel saik neydi? Bu ve benzeri soruları çoğaltabiliriz?

Bu soruların cevabını "Yaşasın Cumhuriyet" diye manşet atan kartel medyasının kulağı delik yağdanlıklarından, sahibinin sesi Yavuz Donat açık bir dille ifade ediyor: "Bu yılki Cumhuriyet kutlamaları, 28 Şubat sürecinin devamıdır!".

 Cumhuriyet kutlamaları, en büyük iç tehdit irticaya karşı bir gözdağı operasyonuna dönüştürüldü. Egemenler, Cumhuriyet kutlamalarına yakın bir tarihte gerçekleşmesi ve gerçekten Cumhuriyet tarihinde eşine az rastlanır bir kitlesel katılıma sahne olması açısından, 11 Ekim'de yapılan başörtüsü eyleminden daha kitlesel bir kutlama gerçekleştirmeliydiler ki, bunu kendileri de açıkça dillendirdiler. Her türlü propagandaya, baskıya, oluk oluk akıtılan trilyonlara ve tüm yaygaralara rağmen, istenilen düzeye ulaşılamamıştı. Hele bir de şarkıcı-türkücü takımı olmasaydı tam bir hezimet yaşanabilirdi.

Peki bütün bu olup bitenler karşısında muhafazakâr çevrelerin tavrı ne oldu? Bu sorunun cevabını Türkiye'deki muhafazakar kesimin en büyük temsilcisi olan FP'nin tavırlarına bakarak anlayabiliriz. FP, 28 Şubat'tan bu yana egemenlerin baskılarından oldukça nasibini almış bir kesimi temsil etmesine rağmen, 28 Şubat iradesine karşı bir tepki geliştirmek bir tarafa daha fazla revize edilmiş ve merkeze yamanmaya çalışan bir kimlik(sizlik)i içselleştirdi. Aslında Cumhuriyeti değil, büyük oranda kendine karşı gerçekleştirilmiş olan 28 Şubat'ı kutlama faaliyetlerine "Cumhuriyet'in asıl sahibi biziz, zaten bu Cumhuriyeti dualarla kurmuştuk" söylemiyle sahip çıkan Fazilet, 28 Şubat'ı gerçekleştiren zihniyete en büyük katkıyı yapmış oldu. Asli muhtevasını her zaman koruyan sağcı damar, baskılarla birlikte bu kesimi daha fazla merkeze çekti ve belki bir zamanlar takiyye diye isimlendirilebilen Cumhuriyetçilik tabanda da artık inanılarak kabul edilmeye başlandı. Buna örnek olarak, bu yıl FP'li belediyelerin düzenledikleri kutlamalarda merkezi yönetimin kutlamalarına nazaran çok daha kitlesel bir katılımın gerçekleşmesi ve başörtülülerin yakalarında, kendilerinin başörtüsünü zorla çıkarmaya çalışan sistemin amblemleriyle arz-ı endam etmeleri hatırlanabilir. Bu görüntü, ipe giderken celladına aşık olan mahkumun psikolojisini yansıtıyor adeta.

FP-CHP ve Cumhuriyet

FP hazırladığı afişlerde ilginç bir slogan kullanıyor: "Cumhuriyet Fazillet'tir". CHP de yaklaşık bir aydır gazetelere verdiği ilanlarda kendi partisinin Cumhuriyet'e nasıl sahip çıktığını kendi yaklaşımlarıyla özetliyor. O da Fazilet gibi Cumhuriyet'e damgasını vuruyor. 

FP Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek katıldığı televizyon programlarında kemalistlik ve cumhuriyetçilik konularında CHP'lilerle kıyasıya bir yarışa giriyor. Çankaya Belediye Başkanı Doğan Taşdelen'e "Sen kaç defa Anıtkabir'e gittin? Ben tam 28 defa gittim sen ise en fazla 3-4 defa gitmişsindir. Bak biz Atatürk ile ilgili şu kitapçığı bastık ya siz ne yaptınız? Bunlardan sonra çıkıp 'siz takiyye yapıyorsunuz, biz gerçek Atatürkçüyüz', deme hakkını size kim veriyor?" gibi "samimi" sözler sarfetmesi FP'nin geldiği yer açısından ilginç ve düşündürücüdür. Ayrıca bu sözleri Melih Gökçek'in kişisel görüşleri olarak algılamamak gerekir. Çünkü benzer açıklamalar FP'nin yetkili ağızlarından sık sık sadır olmaya başladı. Tayyib Erdoğan'ın halen başkanlığını yaptığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, Cumhuriyet etkinlikleri çerçevesinde düzenlediği halk konserinin resmi ideoloji ile halkı kaynaştırmada merkezi yönetimden çok daha başarılı olduğu, övünülerek ve defaatle "şiir okuyan adam"ın ağzından büyük iş başarmış bir edayla dökülmekte... Bütün yollar cumhuriyete çıkıyor.

Kartel medyasında bir köşe yazarının kendisinden alıntı yaptığı,  Türkiye'de görev yapan bir Alman gazetecinin haberinden (Süddeutsche Zeitung, 19 Ocak 1998) bir aktarma yaparak tespitlerimize son noktayı koymak istiyoruz: "Ülkelerinin sınır ötesine bir göz atmak da Türkler'in başını döndürecektir. Türkiye'nin yakın komşusu ve en azından Türkler'in kendi Kemalist modelleri kadar sürekli bir yapı olduğu sanılan üç sistem, on yıl zarfında sessiz sedasız yok oldu: İran'da Şah monarşisi; Sovyetler Birliği'nde politbüro komünizmi ve Yugoslavya'daki Balkan tarzı federal model. Her üç devlet de etnik ya da dinsel tezatlar yüzünden yok oldu ve Türkiye'de her ikisi de mevcut: (...) Sonra her üç devlette de reformlar, yeni egemenler tarafından ve halka rağmen, yukarıdan bir fermanla gerçekleştirildi. (...) Lenin'in devleti 73 yaşında vefat etti, Güney Slavlar'ınki 74 sene yaşadı. Atatürk'ün cumhuriyeti ise bu yıl hayli kritik 75. yaşına erdi."

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR