1. YAZARLAR

  2. Mustafa Bahadır

  3. “Bize Ait Olan”ın İnşâsı

“Bize Ait Olan”ın İnşâsı

Kasım 1998A+A-

Tevhidi bilinci kavrama, kavratma ve yaşatma yolunda, gerek düşünsel boyutta, gerekse pratik sahalarda -tüm yalnızlaştırma çabalarına rağmen- ayakta kalmaya çalışan; bu çabalarını, oluşturulması gereken geleneğin tecrübeleriyle harmanlamak üzere yola çıkmış olan ve kendilerini "müslüman" olarak nitelendiren sorumluluk sahibi kesimler, kısa bir dönem önce emekleme devrinin sancılarını tatmışlardı. Tarih boyunca her neslin ya da hareketin başına gelenler, onun da başına gelmiş, ancak erdem ve sabrı kuşanan, yaşanan vakıayı görüp-çözümleyebilen, eleştiri ve abartılı romantizmlere göğüs gerebilen, zaafların aşılması üzerine gece-gündüz düşünen ve bu tavrı yaygınlaştırma mücadelesi veren insanlar, mevcut hali aşmanın yollarını aramaya koyulmuşlardı. Devletin ve onun resmi tarih-kültür-din, dolayısıyla resmi ideolojisinin kollarında doğup büyüyen; zifiri karanlıklar içerisindeki bir takım gerçekleri, el yordamıyla aramaya çalışırken, "kendi tarihi" olarak addedilen zaman kesidine yolculuk yapan; tatminsizliğin ulaştıracağı aydınlık ışığı ancak Kur'an'ın kollarında bulan bu kesimler, ayaklarını basmaları gereken zeminin muhkem olmasının gerekliliğini farkettiklerinde, bir on yıl daha geçmesi gerekiyordu. Yaşanılan zorlukların baş müsebbibi, sahip olunan perspektifin dünyevi kaygılar tarafından kirletilmesi endişesi idi ki, bu endişenin sürekliliğinin sağlanmasının, sadece "yollarını ayıranlar"a yapılacak eleştirilerle değil, savunulan tezlerin daha muhkem, daha dinamik hale getirilmesi ile mümkün olacağının da farkına varılmıştı. Ancak bu çabalar serdedilirken,-kaçınılmaz olarak- süregelenin yeniden ama daha entelektüel bir tarzda üretilmesi yanlışına düşmemek; bize ait olan 'din-tarih-kültür' şuurunun, varolanın ıslahı yolunda bir yöne sevkedilmesi, şüphesiz önümüze yığılan birikimlerin ciddi tahliliyle mümkün olacaktı. Henüz bu girişimlerin başındayız; azmimiz ve perspektifimiz var ama gıpta ile bakmamız emredilen/empoze edilen bir din-tarih-kültür yumağı da, devletin marjinal ve etikten yoksun ideolojisinin saldırılarının yarattığı zihinsel/düşünsel buhranın üzerine tuz-biber ekmeye büyük bir hevesle devam ediyor. Yaşanılan bunalımlar, tıpkı bir-bir buçuk yüzyıl evvelinde olduğu gibi, müslümanları da sürekli aynı yöntemlerle konuşmaya/düşünmeye/yargıda bulunmaya itiyor. Kemalist ideoloji mensuplarının hücumları, yarım yüzyıl evvel ya da daha ötesinden gelen bir takım savunulara yeniden sarılmayı, bir takım kavramları o günlerin muhayyilesinden bile uzak bir komplekslilik, yanılgı, saptırılmışlık içerisinde tartışmayı getiriyor. Müslümanlar, jakoben zihniyet sahiplerine cevap yetiştirir-eleştiriler sunarken, elli yıl öncesinin dahi kalitesini ya da temkinliliğini yakalamaktan uzak görünüyorlar. Gerek geleneksel, gerekse modern kavramlar-düşünüş biçimleri, yeniden ama bir o kadar da ucuz ve bayağı bir şekilde tartışmaların odağına yerleştiriliyor. Bunda şüphesiz modernleşme/globalizasyon süreçlerinin yarattığı siyasi-kültürel etkinin payı da çok büyük.

Kısır tartışmalar bir yana, entelektüel düzlemde bizleri tatmin edici, soru sordurucu, sahici ve gerçekçi arayışlardan o kadar uzağız ki. Geçmişte sahip olunan birikimlerin, gerçekçi metotlarla geleceğe taşınamaması, sahici sorular sormaya korkan "erdem" sahibi insanların, endişelerinin hangi düzlemde seyrettiğini de açıklamayı zorlaştırıyor. Özellikle yavan bir kavramsallaştırmaya tabi tutulan, ancak hiç şüphesiz 80'li yılların neslinden daha bunalımlı bir dönem geçiren "98 kuşağı", bu yüzden midir bilinmez, okumuyor/araştırmıyor, daha da önemlisi fazla sorgulayamıyor. Kısır, geleceği karanlık tartışmaların ve pratiğin dayattığı yoğunluğun da etkisiyle, neyi-nasıl sorgulayacağının da tam bilincinde değil. Baskı mekanizmalarına karşı anlık/günübirlik geliştirilen tepkilerin üzerine, soru sordurtması gereken "erdemliler"in kafa karıştıran, zihni bulanıklıklar yaratan soyut-içeriği kof-yüzeysel ama entelektüel nidalarla süslü gündemleri eklenince, sorgulamanın sınırları da daha muğlak bir hal alıyor. Şüphesiz bütün bunları aşmak, aşmak kelimesinin verdiği huzur-tatmin-umut kadar kolay olmayacak. Ancak adanmışlığın verdiği sabır, adanmışlığın verdiği olumlu endişeler, sisli gibi görünen geleceğin ancak tevhidi bilinç sahibi kesimlerce aşılabileceğini şimdiden teyid etmektedir. Önemli olan husus, bu gerçeğin altını defalarca çizmeye aday insanların/kitlelerin çoğalması, ayakta kalmanın sahiciliğine inananların kendi geleneklerini kavileştirmeye aday olmalarıdır. Ne yapılacaksa bu altyapı ve bilinç üzerinde olacaktır. Nitekim, düzenin entelektüel boyuttaki birikimi, tükenmişliğin sosyolojik/felsefi ve siyasi boyutlarını gözler önüne sermiştir. Tehlike, düzenin ürettiği ve sahiplendiği kavramlardan ziyade, düzene karşı köklü/şuurlu bir muhalefete aday olmayanların ürettikleri sözde eleştirel, çıkış yolu arayan ama aynı oranda eklektik/uzlaşmacı/öykünmeci üretimlerinde yatmaktadır. Bunların medyatik oluşu, işi daha da açmaza sokmakta, bir kördöğüş ortamı oluşmakta ve günübirlik-havanda su döven düşünüş biçimleri etrafı kasıp kavurmaktadır. Sözde entelektüel ve siyasi ahlak adına, bugün üretilenler yarın unutulmakta, ama yaratılan kafa karışıklıklarının hesabını kimse vermeye yanaşmamaktadır. Bedeller ödemekten kaçan "bilinçli" kesimler, sırf bu yüzden bir çekim merkezi oluşturamamakta; bütüncül/ortak bir iradenin oluşumu böylelikle engellenmektedir. Bunda elbetteki, müslümanları temsil iddiasıyla yola çıkan kesimlerin  kofluğunun-sinikliğinin-pasifliğinin de büyük bir rolü var. Hele hele buna bir de aynı kesimlerin, düzenin nefsine yaranmaya çalışan çabaları, çizmeye çalıştıkları "daha demokrat", "daha cumhuriyetçi", "daha Atatürkçü", "daha bayrakçı-vatancı-anıtkabirci" görüntüleri eklenince, iş daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Ama öyle değil. Olmaması da gerekiyor. Ellerinin-kollarının bağlanması sürecini yaşayanlar, kalp ve akıllarının gözlerine vuran ışığıyla yollarına devam edebilecekleri bir basireti kuşananlardır. Bu ise sürecin büyüsüne rağmen, hedeflerine yürüyenlerin yapıp-etmelerini daha da zenginleştirmeleriyle mümkün olur. Bu şuna benzer: Eğer hedefiniz iktidar olmaksa ve bu hedefe kilitlenmiş iseniz, sırf bu yüzden ağzınıza ve elinize kilit vurulmuşsa, işiniz bitmiş demektir. Çünkü hedefinize varabileceğiniz tüm yollar tıkanmıştır. Üstelik sırf bu hedefe ulaşmak için, savunduğunuz pekçok ilkeyi terkedebilir ya da bir takım zeminlerde uzlaşma arayışı içerisine girebilirsiniz; çünkü tek bir hedefiniz var ve bunu başarmalısınız. Ama hedefiniz tek bir yöne kilitli değil de çok boyutlu, çok yönlü, dünyevi kaygıları da aşan bir çerçeveyi haiz ise, o halde yapıp-etmelerinizin dinamizmine kimse darbe vuramaz. Çünkü dünyevi kaygılarınız bile, bu ulvi hedeflerle bir anlam kazanmaktadır.

İşte bu bunalımlı süreçte, şiar olarak benimsememiz gereken çerçeve budur. Siyasi boyuttaki güçsüzlüğümüze rağmen, tezlerimizin gücü ve ilkeli/erdemli pratiğimizin de verdiği azimle, tartışmalarımızın boyutlarını genişletmeli, başta akidevi konular olmak üzere, kendi tarihi-düşünsel-kültürel mirasımızı oluşturmaya aday olmalıyız. Bu psikolojiyi yaygınlaştırmalı, pratiğin dayattığı-vakit çalan gündemler, bu psikolojiyle aşılmalıdır. Bunun için çaba sarfetmek; pratikten kopmak, pratikten kopuk tezler üretmek ve bunların tartışıldığı hayattan kopuk ortamlar yaratmak değildir. Bilakis bu çaba, bizi de kuşatan tarihi-siyasal-kültürel illüzyonlardan kurtulmanın, bunlara yukarıdan bakmanın zeminini temin etmeli, sol-sağ-muhafazakar yorumların birikimlerini aşma amacına matuf olmalıdır. Bu çaba bizleri, her konuda söz söyleme, her alanda tezi olma gibi bir kompleksliliğin içerisine itmekten çok, kendimize ait olanı muhkemleştirme ve net/kalın çizgilere sahip bir gelenek oluşturma hedefine götürmelidir. Kendi birikimimize dayalı bir "biz bilinci" üzerinde, kendi tarih felsefemiz/bilincimiz, kendi edebiyatımız, kısacası kendi kültürümüz oluşturulmalıdır. Şüphesiz bu bir süreç işidir. Ama bu sürecin nitelikli bir seyir izlemesi, ancak "bize(yani bu coğrafyaya)ait olduğu iddia edilen"den medet ummadan, gerçekten "bize ait olan"ın inşası yolunda çalışmakla mümkün olabilir. Yoksa üretilmiş olan "kurgusal din", üretilmiş olan "kurgusal tarih bilinci", üretilmiş olan "kültürel çerçeve"nin "biz"i yokeden entelektüel ve pratik büyüsüne kapılanlardan ayrışmak, ancak bu vasatta mümkün/anlamlı kılınabilir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR