1. YAZARLAR

  2. Ahmet Murat Kaya

  3. İslamcılık Eleştiriye Kapalı mı?

İslamcılık Eleştiriye Kapalı mı?

Eylül 2020A+A-

Son dönemde, siyasi iktidarın kültürel kimliği ile ilgili olarak İslamcılık eleştirileri çokça yazılıyor. 31 Temmuz 2020’de Birikim dergisi internet sitesinde Hüseyin Padır imzalı bir makale yayımlandı.1 İslamcı düşüncenin tıkanmasında iki ana sebebe dikkatleri çekiyor yazar. Eski fikir üreticilerinin entelektüel çerçevesini aşamamanın bir kısırlığa neden olduğu ve buna bağlı olarak da kendini kamusal alanda özgün bir şekilde ifade edememe olarak iki ana başlıkta toplamış yazısını. Gerontokrasi (yaşlıların yönetimi) ve agorafobi (kamusal alan korkusu) olarak kodladığı bu eğilimleri mercek altına almış.

İyi bir analiz, iyi bir gözlem ikna edici bir dille kaleme alınmış. Makaleye göre biz İslamcılar hep bir abiler ve kanaat önderlerinin kelimeleri ile konuşuyor, bu referans dilini terk edemiyoruz. Sohbet ve cemaat olguları bizlerin birey olmasını engelliyor, bundan dolayı çözümleyici analizler yapamıyoruz.

Öte yandan, fikir kümesi içinde kalma güdüsü, sürüden ayrılma korkusu da bunu besliyor. Üstelik bu düşünsel kümeler, sözlü kültüre dayalı; ne kümeye giren neyi kabul edip girdiğini biliyor ne de çıkanlar yazılı bir eleştiri verip ne ile aralarına mesafe koyduklarını belirtiyor. Düşünsel çerçevesi belli olmayan, hiyerarşisi gizli yapılara sahibiz ve bu yapıların ürettiği insan modelinin de bilgi ile ilişkisi sorunlu ve ahlaki zaaflar taşıyor.

Yazılı olarak içinde bulunduğumuz durumları izah edemememiz sonucu diyalektik bir düşünme modeli geliştiremiyor, özeleştiri veremiyor, analiz yapamıyoruz. Gerek ölmüş gerekse halen hayatta olan düşünce insanlarının da beslediği bu iklime, bir de bu üstatlar baskısı da eklenince son derece kısır bir entelektüel üretim ortaya çıkıyor.

Kim Bu İslamcılar?

İslamcılık hakkında ne yazılırsa, hangi cümle kurulursa kurulsun olumsuz bir ifade ile sonuçlanmalı, eğer nadiren olumluluk ithaf edilecekse mutlaka olumsuzluklarına vurgu yapılmalı.” diye bir kanun var olmalı ki son dönemde bu konuda yazanların tümü bu kurala harfiyen riayet ediyorlar. Her kötülüklerin anası, başımızın belası yaftası takılan bu kavramı neredeyse kimse sahiplenmiyor, “İslamcı değilim, Müslümanım!” gibi ergen kurnazlıkları ile hemen topu taca atıyorlar.

Peki, bu makalede İslamcılar diye isimlendirilmiş düşünce kümesi ile tam olarak kimler kast ediliyor? Yazarın konusunu ettiği Soğuk Savaş sonrası ve Özal dönemi İslamcılığından bugün ayakta ne kaldı? Bugün bu sıfatı bir avuç insan sahipleniyorsa, kim bu İslamcılar? İstediği ihaleyi ya da atamayı sağlayabilmek için her siyasi renge bürünen tarikatlar değildir sanırım. 1970’lerden bu yana oluşmuş tüm entelektüel çabayı yığınla insanın katili Esed ve İran’ın emrine verenler mi Fethullahçılara verenler mi? Siyasi alanda faaliyet gösteren ama her fırsatta laiklik ve Atatürkçülüğe biat tazeleme taleplerine koşarcasına cevap veren siyasi partiler de değil. Üstelik Erdoğan, Babacan, Davutoğlu ve Karamollaoğlu bu sıfatı kendileri için hiç kullanmadılar, kullanana itiraz ettiler.

İslamcılık tanımı halen düşünce insanlarının dikkatini çekiyor, çünkü oluşan sosyal siyasal iklimin İslamcılık ile bir bağı olma imkânı gözlemcilerin dikkatine takılıyor. Başta Suriye olmak üzere hükümetin dış politikası ve içerde Kemalizm ile cephe açma stratejisi bu tür yorumlara neden oluyor.

Bunun yanında, sahadaki çok az aktörün bu sıfatı sahiplendiği ve dolayısı ile İslamcılık hakkında yazılan eleştirileri üstlendiği de bir vakıa. İslamcılık eleştirilerini üzerine alan, değerlendiren, eleştirileri analiz etmeye çalışan düşünce kümesinin bu eleştirileri hak edecek vasıflar taşıyıp taşımadığı da bir tartışma konusu.

İslamcılık eleştirileri başlığı altında yapılan her eleştiri de aynı değil. Bazıları son derece yüzeysel ve gündem ile sınırlı olurken, nadir de olsa entelektüel derinliğe sahip eleştiriler gündeme geliyor. Birikim dergisindeki Hüseyin Padır imzalı makale de bu sağlam eleştiriler arasında yerini alacak.

Eleştirenin Adresi ve Değeri

İslamcı camia olarak entelektüel bir üretim zorluğu yaşadığımız muhakkak. Bu gerçeği 28 Şubat’ın savurucu etkisi ya da Suriye’de oluşan durumun tüm enerji ve zamanımızı emmesi ile gerekçelendirebilir, acil ve yakıcı sorunlarımız arasında derin ve uzun çalışmalara fırsat bulamadığımız gibi başlıklar ile izah edebiliriz. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Kelimenin tamanlamıyla can alıcı sorunların arasında kitaplar ve kütüphanelere ayrılan zamanın giderek azalması ne kadar olağan görünse de düşünce dünyamızın fakirleşmesi ve giderek kendini tekrar eden bir hamasete yerini bırakmasına da şahit oluyoruz.

Karşı karşıya olduğumuz vakıayı aşabilmek için derinlikli stratejilere, saha tecrübesini entelektüel bir altyapı ile buluşturmaya ihtiyacımız var. Bu alandaki eksiklikler her gün başka bedeller ile karşımıza çıkıyor, çıkacak. Ama en önemlisi, mazlumlara umut olabilecek parlak bir gelecek tasavvurunu kaybeden yeni neslimiz olabilir. Bu yüzden, bardağın boş tarafını gösteren ve bizi kendi gerçekliğimiz ile haberdar eden çalışmalar yapmalı, bu çoraklığın sorumluluğunu üstlenerek işe başlamalıyız.

Bu noktada, eleştirinin geldiği öbek ya da kimliğin de bir değeri oluyor. Çuvaldızın hep bizim payımıza düştüğü ama modern baskıcı ve sansürcü entelektüel kimliklerin bir iğneden bile nasibini almadığı adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz. Bu adaletsiz durum var diye kendimize dönük eleştirileri ertelemek akıllıca mı olacak?

Bu noktada görünen sorun, aynı eleştiri aynı kelimeler ile İslami camiadan birisi tarafından yapıldığında, iyi niyetli özeleştiri olarak algılanırken, eleştiriyi yapan eğer rakip kültür sahasından ise hemen savunmacı pozisyon almaktır. Bu bağlamda her düşünce gibi, İslam ve İslamcılık da eleştiri ve değerlendirmelere açıktır. Gelen her eleştiri sahibini “yerli oryantalist” olarak algılayan bir tutum,2 karşı karşıya olduğumuz sorunları çözmediği gibi, eleştirileri gündemden kaldıramayacaktır. Bu durum sadece bizim algılarımızı yavaşlatır ve reflekslerimizi azaltır.

Bu bakış açısı, İslami mahalle içindeki eksikleri sadece İslami mahalle sakinleri görebilir demektir. Başka bir deyiş ile kendi mahallemiz hakkında yapılan eleştirinin, gerçek olabilmesi için, yine bizim mahalle sakinlerince yapılması gerekir diye bir sonuca varıyoruz. Oysa bu, yanlış bir çıkarımdır.

Tartışma Ortamımız

Elbette toplumsal kültür ve davranış kalıplarının en önemli etkenleri arasında dinî değerleri sayabiliriz. Dinî çevrelerin, kanaat önderlerinin görüşleri ve önerileri azımsanamayacak bir ölçekte toplumun reflekslerini belirliyor. İçerik tartışmalarından önce, bu etki gücünün iyice görülmesi elzem. Zira sınırlı entelektüel çevreler dışında, kırsala kadar uzanan, toplumsal tahrik ve tepkilerin niteliği ve içeriğini belirleyebilen bir güce sahip dinî çevreler.

Bu açıdan baktığımızda, yazarın kamusal alan korkusu (agorafobi) olarak tanımladığı kalıplara ne kadar uyuyor? İçine kapalı bir zihinsel ortam olarak tarif edilse de bugün hemen her gündem başlığında son derece açık ve transparan bir tartışma ortamına tanık oluyoruz. Modernizm ve gelenek tartışmalarından selefiliğe, en batıni, gnostik akımlardan siyasal İslami model tartışmalarına kadar her alanda bir tartışma ikliminde yaşıyoruz. Bu rakip İslami kültürel ekoller, sosyal medyayı iyi birer araç olarak kullanıyorlar. Üstelik konvansiyonel medyanın da dikkatini çekecek şekilde, televizyon ve gazetelerde de büyük reyting başarıları ile yerlerini alıyorlar. Zaman zaman rakip ekollerin karşılıklı doktrinel, usuli tartışmaları da halkın gözü önünde gerçekleşiyor. Bu tartışma ortamı artık birçok insan tarafından sıkıcı ve rahatsız edici bir gürültü olarak değerlendirilme aşamasına ulaşmış durumda.

Öte yandan, İslamcı ithamı yakıştırılan Recep Tayyib Erdoğan yönetimi, başka İslami referanslara sahip Gülenci yapı tarafından yok edilmek istendi ve Erdoğan’ın başarısı ile saldırı püskürtüldü. Bu mücadelede askerî, siyasi operasyonlar kadar, İslami terminoloji de kullanıldı. Dolayısı ile yapılagelen usuli tartışmaların son derece somutlaştığı alanlara da şahit olundu. Yine örnek vermek gerekirse, Suriye’de yaşananlar İslami entelektüel duruşların kırıldığı, somutlaştıkça daha çok afişe olduğu bir usuli tartışmanın kolları olarak yaşandı. Entelektüel bir tıkanma olgusunun ötesinde mevcut entelektüel birikimlerin sınandığı ve gözden geçirildiği dinamik bir düşünme eylemi de eş zamanlı yaşandı, yaşanıyor.

Tüm eksik, çözümsüz ve sonuçsuz tartışma eleştirilerine rağmen, kamuoyu önünde herkesin kendi tezini savunabildiği bir ortam yine bu İslami entelektüel akımlarca destekleniyor. Tartışılan gündemlerin sığ ya da gereksiz bulunması ya da asıl sorunlarımızın ıskalandığı eleştirileri ise büyük oranda sübjektif kendi kültürel kampımız ile alakalı durumlar. Sonuç olarak her insan ve camianın öncelikleri ve çözüm adresleri farklı.

Bu türden kamuya açık tartışmaların ana eksenini büyük oranda usuli tartışmalar belirliyor. Müslüman entelektüellerin modern duruma cevap verecekleri kurumlaşmış yapıları var. Fıkıh, içtihat, tefsir gibi sıralanabilecek bu ilmî kurumların da uzun bir tarihî kökeni ve tecrübesi var. Bütün bu kurumsal tecrübeyi yok sayarak zihinsel bir üretime girmek de tartışılabilir tabii ancak bu kurumların tecrübesi ile yelken dolduran bir söylemin etki gücü muhakkak ki fazla olacaktır. Bu noktada, seküler aydınların bu kurumsal birikime kategorik ve dışlayıcı bir tutum ile yaklaşıyor olmasını da gözden kaçırmadan değerlendirmek daha adil olacaktır. Başka bir deyişle, İslamcı entelektüeller kendi kelime ve zihinsel kodları ile konuştuklarında daha az enerji ve zaman harcayarak daha etkili sonuçlara ulaşabilme imkânlarını kullanıyorlar. Hayati sorunlarımıza (kelimenin tam anlamı ile hayati) acil çıkış yolları bulabilmek gibi bir derdimiz olduğunda, neden bu klasik enstrümanları kullanmayalım ki? Eğer bu sorunun cevabı, “Sekülerler dilimizi anlamıyorlar!” ise bu bir süre ertelenmeye değebilir.

Yaşlı ya da ölmüşlerin fikrî hegemonyasını ima eden eleştiri başlığı da bu kurumsal ilmî gelenek ile anlaşılmalıdır. Dini anlama modellerinin son derece sert tartışmalar yaşadıklarına hep beraber şahit oluyoruz. Bu alandaki eleştiri dili, bırakın modern dönem İslamcı entelektüelleri, klasik dönemdeki öncülerin eleştirisine kadar uzanmış bir hal almıştır. Bu durumu olumsuz bulanlar var elbette ama tartışılabilir bir dil ve ortam olması bile İslami entelektüel üretimin algılananın aksine son derece cesur olduğuna örnek verilebilir.

Önemli işlere öncelik vermek her bireyin hayatına uygulamaya çalıştığı bir ilkedir. Ama hangi “şeyin” önemli ve öncelikli olduğu konusu ise içtihadi bir durumdur. Modern kavramlar ile ifade edecek olursak, önem ve öncelik sıralamasını farklı yapabilmek demokratik bir haktır. Bu açıdan bakıldığında, süregelen tartışmaları cedel ve polemik diye mahkûm etmek yerine, her İslami anlayışın kendi pozisyonunu açıkça ifade edebilme imkânı olarak okuyup daha olumlu bir paradigma takınabiliriz.

Esas Sorunumuz

İçinden geçtiğimiz bu dönemde zaman oldukça hızlı ilerliyor. Üstelik her geçen saniye zamanın hızı da artıyor. Üretilen bilgi ve teknolojileri takip edebilmek bile uzmanları dışındaki insanlar için giderek zorlaşıyor. Sosyal bilimlerden astronomiye, biyolojiden arkeolojiye kadar her alanda inanılmaz bir bilgi üretimi var. Eğer bir akademisyen veya amatör bir ilgili değilseniz bu bilgi üretiminin hızını anlamak çok zor. Ancak hayatımıza dokunan bazı teknolojik gelişmeler ile durumu hissedebiliyoruz.

Hemen hemen bütün müktesebatı modern dönem öncesi kaleme alınmış bu ekolojide Müslümanlar ise ya bu modern parlak olguya kenetleniyor ya da kendi masalsı arkaik tarihleri ile bir ruh çağırmayı anımsatan ilişkiler kurarak var kalmaya çaba sarf ediyor. Üçüncü bir seçenek olarak vakıa içinde, kendi kültürel değerlerini muhafaza ederek cevap arayan ve bunda çözümleyici ve yapısalcı analizci yöntemler kullananlar da var elbette. Ancak bu son kümede emek verenler son derece az ve altında ezildikleri ağır kargoları taşımakta zorlanıyorlar.

Olayların ve gündemin her gün hızlı ve sert değiştiği bu ortamda, anlayabilmek için aktörlere dikkat kesiliyoruz. Fakat bir süre sonra bu aktörlerin düşünce kalıplarının yani zihniyetinin belirleyici olduğunu, asıl olanın bu zihniyet formu olduğunu kavrıyoruz. Başka bir deyişle, paradigmalar aklı, akıl bireyi ve birey ise olayları doğuruyor. Bu açıdan Müslüman zihni harekete geçirip diri ve üretken kılan ya da tam tersi atalete ve verimsizliğe iten etkenler konjonktürün ötesinde zihnimizin çalışma modeli ile ilgili.

Somuttan soyuta, olaylardan zihniyetlere olan bu anlama biçimi tatmin edici gibi görünüyor. Ama sadece anlayabiliyor. Üstelik bu anlama soyut alana taşındıkça daha bir şüpheye ve istisnalara açık hale geliyor. Nihayetinde şiddet, silah ve baskının yaygın olarak ve uzun zamandır kullanıldığı bir alan olarak Müslüman coğrafya, bu zihinsel kodları tartışacak bir konforu ya bulamıyor ya da yakıcı sorunlar karşısında acil olana dikkat kesilip olası bir entelektüel üretimi erteliyor.

Bunun gibi felsefi arka planı yüklü tartışma konularının değişken ve etkenleri çok çeşitlidir şüphesiz. Ama giderek daha hızlı içine düştüğümüz entelektüel çoraklığı aşabilmek adına, içe dönük ve derinlikli tartışma başlıkları üretmek, konuşmak, yazmak gerekiyor.

Eleştirinin Otoriter Dili

Eleştiri önemli ve güzel bir şeydir. Bireyleri olduğu gibi, cemaatleri ve kültürel öbekleri de geliştirir, güçlendirir. Aynı durum geleneksel kalıplar için de modern kalıplar için de geçerlidir.

Hüseyin Padır’ın söz konusu makalesinde, sol yapıların örgüt içi tartışmaları örnek verilerek tartışmaları yazma alışkanlığının doktrinel çerçeveleri netleştirdiği, bireyin oluşumunu desteklediği ve örgütlerin polarizasyonunun göründüğünün aksine verimli bir entelektüel iklimi beslediğine dikkat çekiliyor. Hemen önümüzde duran, bir gerçekliğe bu denli farklı bir algı ile bakmamız tuhaf. Zira Müslümanlar okudukları yada öğrendikleri “bilgi”yi somut, pratik alanda hayata taşımak için bir araç olarak görürler. Bu anlamda, solun içinden çıkılmaz ve her koşulda bölünme ile sonuçlanacak örgüt içi tartışmalarını, kelimeler ile süslenmiş bir polemikten ibaret görme eğilimindedirler.

Eğer bilgiyi sadece bir akademik birim olarak görecek isek, hayatın gerçekliği karşısında bizim ne işimize yarayacak? Solun ne işine yaradı? Birikim dergisi, Suriye’de yaşanan katliam ve bunun failleri hakkında entelektüel açıdan ne düşünüyor mesela, neden görünür olamıyor ve ‘idealar’ını hayatlaştıramıyor? Türkiye sol geleneğinin onca yazılı müktesebatı ve tartışma ortamları sonuçta Esed ve Rusya tarafından devşirilmedi mi?

Yazarın, “Bu zihniyet değişmediği sürece İslâmcı camia cüssesi kocaman ama başı küçücük bir mahluk olarak yaşamaya yazgılıdır.” şeklinde sıfatlandırdığı İslami camialar yorumunu ise çok genellemeci ve yazarın otoriter zihniyetini açığa vuran bir ifade olarak görüyoruz. Makale, akademik kelimelerle süslenmiş bir şekilde akıp giderken, son paragrafta ne adalete ne de nezakete sığacak bir üslup ile bitiveriyor. Bu durumun bizim yazgımız olduğu konusu ise çok daha derin. Yazgı konusunda yazarın Hegelian bakış açısını çok aşan, insanların ve toplumların değişim gücünü ortaya çıkaran bir dinin mensupları olarak görür İslamcılar kendilerini. Karakter ve alışkanlıkları tarihî tecrübe ve coğrafya ile sınırlamayan, içerden dışarıya, bireyden topluma değişimi mümkün gören bir fikir kümesidir İslamcılık.

İslamcıların enerji ve zamanlarının büyük kısmı Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan mazlum insanların temel ihtiyaçları için harcanıyor. Daha öncesinde, 28 Şubat gibi teorik tartışmaların son derece lüks kaldığı bir süreçte de direnişe harcanmıştı. Bu anlamı ile entelektüel alanda 1990’lardaki karizmalarını kaybetmiş olsalar da gerçek hayata dokunma fırsatları yakaladılar. Sadece Türkiye’de de değil, Tunus, Mısır ve Suriye’de eş zamanlı yaşandı hepsi.

Son olarak ifade etmek gerekir ki Suriye’den Mısır’a, Filistin’den Tunus’a kadar İslamcı perspektif, kendi imkânları ölçüsünde, hem yerel hem de küresel güçlerle mücadele veriyor. İslamcılık son dönemde sivil itaatsizlik alanında olduğu kadar devletin bürokratik işleyişi konusunda ciddi tecrübeler yaşadı. Bu tecrübeler her İslami camia içinde az ya da çok tartışılıyor. AK Parti’den İhvan-ı Müslimin’e, Nahda Hareketi’nden Hamas’a kadar her tecrübe dikkatli gözlerle değerlendiriliyor.

İslamcılığın, entelektüel ve akademik alandaki boşluğun farkında olan ve entelektüel çalışmaları önemseyen bir zihinsel iklime sahip olduğu da gözden kaçmamalı. Kendi boşluklarını dolduracak bir insan unsurunu doğurabilecek fikir havzalarına sahip. Sonuç olarak İslamcılar, öncelik sıralamasını doğru yapabildiğinde, hamasetten uzak bir dil ve akademik miyopluğu aşabildiğinde, entelektüel üretim için daha fazla zaman ve enerji harcayabildiğinde, özgün fikrî üretimini ortaya koyuyor, koyacaktır.

 

Dipnotlar:

1- https://www.birikimdergisi.com/guncel/10224/islamci-zihinsel-tikanmanin-kulturel-kokenleri-uzerine-bir-deneme

2- https://www.yenisafak.com/yazarlar/ergunyildirim/islamciliga-yapilan-neo-oryantalist-elestiri-2055899

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR