1. YAZARLAR

  2. Nehir Aydın Gökduman

  3. Hayatı Tanı Artık

Nehir Aydın Gökduman

Yazarın Tüm Yazıları >

Hayatı Tanı Artık

Ocak 2007A+A-

Melo, denizi görünce büyük bir çığlık attı:

-Buraya ne çok su dökmüşler! dedi. Dünyanın bütün suları burada mı birikmiş ne!..

Annesinin onu dinlemediği, dalgın gözlerle martıları seyretmesinden belliydi. Melo bir denize baktı, bir uçuşan martılara. Martıları denizin sahibi sandı. Bu kadar suyu gagalarıyla taşımış olmalılar diye düşündü. Çok yorulmuşlardır ama değmiş. 

Derken vapur, düdüğünü öttürerek iskeleye yanaştı. Anne-kız kalabalığa karışarak çıkışa yürüdüler. Az sonra bir caddeye geldiler. Melo şaşkın bakışlarını etraftan alamıyordu.  Kocaman binalar, vızır vızır arabalar ne kadar da çoktu… Dikkatli olmazsa yanından geçen insanlara çarpabilirdi. Bu kadar kalabalıkta ilk kez yürüyordu çünkü.

O sırada kaldırıma dikilmiş kocaman bir şey çarptı gözüne Melo'nun.

-Aa ne büyük bir çiçek, dedi. Dibine çok mu su dökmüşler bunun!

Annesi dudak ucuyla gülümsedi.

-O çiçek değil Melo! dedi. Bir ağaç, a-ğaç!

Sonra adımlarını hızlandırdı. Ve küçük kızın kolunu çekiştirdi.

Bir caminin önünden geçiyorlardı.  Melo, zınk diye duruverdi. Başını kaldırıp:

-Büsbüyük bir kalem dedi. Bu kalemin ucunu hangi kalemtıraşla açtılar acaba?

-O bir minare, dedi annesi. Mi-na-re… Melo sana anlatmıştım minarenin ne olduğunu.

Melo minareyi hatırlayamadığına üzüldü. Ama artık unutmayacağı kesindi. Adımlarını biraz daha hızlandırdılar.

Az sonra kaldırımlar okuldan çıkan çocuklarla dolunca, Melo hayretle küçük bir çığlık daha attı:

-Çocuk gardiyanlar! diye bağırdı. Anne! Çocuklardan gardiyan olduğunu anlattığını da söyleme sakın!

Annesi, elini dudağına götürerek şişşt yaptı.

-Onlar gardiyan değil. Okullu çocuklar, dedi.

-Ama hepsi aynı giyinmiş bunların, dedi Melo. Gardiyan teyzelerle, amcalar gibi…

-Onlar öğrenci Melo. Öğ-ren-ci!

-Okul nasıl bir yer?

-Okuma yazma öğrenilen yer.

-Okuma yazma ne işe yarar peki?

-Hayatı tanımamıza yarar…

Küçük kız,  ben okuma yazma bilmiyorum öyleyse hayatı tanımıyorum diye düşündü. Hemen okuma yazma öğrenmeli ve hayatı tanımalıyım. Hımm hayat ilginç bir şey olsa gerek. Yoksa bütün çocuklar hayatı tanımak için böyle aynı renk, aynı şekil giyinmezlerdi. Hımm hayatı anlamak için acele de etmeliyim galiba. Zira hayat çikolata gibi bir şeyse bana kalmayabilir. Paltoma benziyorsa eskiyebilir. Hele süt bardağım gibi camdansa, şangırt diye kırılabilir… Hımm…

Hava kararmak üzereydi. Annesi adımlarını biraz daha hızlandırdı. Küçük kızın kolundan biraz daha çekiştirdi. Caddeden bir ara sokağa saptılar. Önlerinden dört ayaklı tüylü bir şey geçti koşarak. Gözleri ışıl ışıl, bir çığlık daha attı Melo.

-Bunu biliyorum, dedi. Anlattığın masaldaki canavarlardan biri. Peki ama masaldan buralara nasıl kaçmış?

Annesi, bezgin söylendi:

-O sadece bir kedi Melo! Ke-di…

Melo alacakaranlıkta kaybolan kedinin ardından kıkırdayarak baktı. Kedinin bu sıcak yaz gününde niye o kadar yünlü giyindiğini anlayamadı. Kedinin annesi abartmış olmalı diye düşünüyordu. Kediciği kısa kollu giydirseydi de hasta olmazdı canım…

Sokak giderek tenhalaşıyordu. Sokak lambaları tek tek yandı. Küçük kız başını kaldırıp parlak ışıklara baktı.

-Aa bu yıldızların upuzun sapı var, dedi. Kim takmış acaba?

Annesi yorgun bir gülümsemeyle:

-Onlar yıldız değil, dedi. So-kak lam-ba-sı…

Küçük kız ben de annemin yıldızıyım, diye düşündü. Ranzada birlikte uyuduğumuz o uzun gecelerde hep yıldızım diye sevmez miydi beni.

Az sonra bir apartmanın önünde durdular. Annesi başını kaldırıp üst katlardan birine baktı. Melo da başını yukarı kaldırdı. Ama onun gözleri sapsız yıldızları aradı.

-İşte, geldik dedi annesi. Evimiz burası.

Melo'nun kalbinden bir kuş havalandı. Sonra birlikte apartmana girdiler.

Annesi titreyen parmaklarla kapıyı tıklattı. Melo annesinin elinin niye titrediğini anlayamadı. O da kedicik gibi üşüyor galiba, diye düşündü. Annesinin eline uzandı. Dudaklarına götürüp hohladı. Hoh hoh…

-Isındın mı anneciğim?

Kapının önünde beklerlerken birden bakışları apartmandaki diğer kapılara kaydı küçük kızın. Telaşla peş peşe sordu:

-Bu koğuşta kim oturuyor, anne? Şu koğuşta kim oturuyor anne?

Annesi elini yine dudaklarına götürdü.

-Şişşt onlar koğuş değil, dedi, da-i-re!

-Uçan daire mi?

-Uçmayan daire… Uf Melocuğum hayatı tanı artık…

Küçük kızın içinden hayata karşı bir öfke yükseldi. Her yerde karşısına çıkan şu hayat ne yüzsüz şeydi. Hem kendini tanıtmıyor, hem de herkesin kendini tanımasını istiyordu. Galiba hayat, bayat bir ekmekti. Onun için insanlardan kaçıp duruyordu. Bayat ekmeği kim severdi ki!

Derken kapı açıldı. Kapıda ihtiyar bir adam göründü. Yüzü çizgilerle doluydu. Kara çerçeveli bir gözlük takmıştı. Ve elinde yeşil ciltli kalın bir kitap tutuyordu. Aa, bu annesinin de sık sık okuduğu kitabın tıpkısıydı. Küçük kız ihtiyarı ilk görüşte sevdi.  Bu, hayat olamaz canım diye düşündü. Hayat bence insan değil. Acı bibere benzer bir şey…

Annesi ihtiyar adama doğru bir adım atarak, boğuk bir hıçkırıkla eline kapandı. Melo hayran hayran ihtiyarı süzüyordu. Utanmasa çenesine yapıştırdığı o upuzun pamuğun ne işe yaradığını soracaktı…

O sırada annesinin kısık bir sesle:

-Cezam bitti baba, içeriden bugün çıktık, dediğini işitti. 

Küçük kız ceza kelimesiyle irkildi.  Doğduğu günden beri annesinin yanında, hapishane denen o kapalı yerde büyüyüşünün acısını duyumsadı. Ancak annesinin suçlu olduğuna hiçbir zaman inanmadı Melo. Hayatla tanıştığında bile!

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR