1. YAZARLAR

  2. Zehra Ç. Türkmen

  3. “Hayat Kitabı Kur’an”da Yaratılış ve Kadın

Zehra Ç. Türkmen

Yazarın Tüm Yazıları >

“Hayat Kitabı Kur’an”da Yaratılış ve Kadın

Eylül 2008A+A-

Mustafa İslamoğlu'nun “Hayat Kitabı Kur'an / Gerekçeli Meal-Tefsir” adlı çalışması 2008 Haziran ayında okuyucuyla buluştu. Düşün Yayınları’nın neşrettiği eser, İslamoğlu’nun 15,5 yıldan bu yana her hafta Pazar günleri gerçekleştirdiği tefsir derslerinin temelini oluşturan Kur’an’ın bir anlamda mealleştirilmesi ve mealle ilgili bazı konu ve kavramların da kısa açıklamalar şeklinde iki kapak arasında düzenlenmesiyle oluşmuş iki ciltlik bir çalışma.

Uzun soluklu bir gayretin ürünü olan bu meal/tefsirin giriş bölümünde İslamoğlu, hiçbir tercümenin aslının yerine geçemeyeceğini vurguluyor. Ayrıca bu hususun gözetildiğinde yorum alanının genişleyebileceğini, yorum alanı genişleyince buna bağlı olarak sorumluluk bilincinin de aynı oranda büyüyeceğini belirtiyor. Bu yüzden de Türkçe Kur’an olamayacağının ancak Kur’an’ın Türkçe mealinin olabileceğinin altını çiziyor.

Yazarın mini bir tefsir niteliği de taşıyan bu çalışmasının tamamını bir yazıda değerlendirmek tabiatıyla güç bir iş olacaktır. Belki tüm meal/tefsirin değerlendirilmesi önemli konuları tasniflenerek ve kavramsal açılımlar gösterilerek müstakil bir inceleme kitabına vesile olabilir. Bu nedenle biz burada daha ziyade birbiriyle ilintili gördüğümüz  ‘yaratılış’  ve ‘kadın’  konularını seçerek Mustafa İslamoğlu’nun bu konulara yaklaşım biçimini irdelemek istedik.

1- Göklerin, Yerin ve İnsanın Yaratılışı:

 a- “O, gökleri ve yeri yoktan var edendir…” (Şura,  42/11)

“İslam Felsefesi” denilen Helen ve Hint felsefesinin Arapçaya çevrilmesiyle üreyen “sudûr/taşkın” anlayışı, -hâşâ- evreni bir nevi Allah’ın doğumuyla izah etmektedir. Nur-u Muhammedi ve Nur-u Âli anlayışı da bu cahili şirk düşüncesinin bir uzantısı olarak dindar kitlelerin arasında yer bulabilmiştir. Dolayısıyla ayetin “yoktan var eden” vurgusu önemlidir. Lakin müfessirimiz En’am Suresi’nin 101. ayetini “Gökleri ve yeri, örneksiz yaratandır.” ifadeleriyle meallendirmeyi uygun bulmuş. Ancak ayette geçen “el-Bed‘u”, İbn Manzur’un Lisânu’l-Arab’ına göre inşa ve ilk defa icat etmek demektir. Râğıb el-İsfehani’nin Müfredat’ında ise el-ibdâ’ kökü, herhangi bir kimseyi taklit etmeksizin ve izlemeksizin bir sanatı ortaya koymak olarak tanımlanmaktadır. Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’ya ait olan Manar Tefsiri’nde ise el-ibdâ’ kökünün Yüce Allah hakkında kullanıldığında bunun bir şeyi âletsiz, maddesiz, zamansız ve mekânsız olarak yoktan var etmek anlamına geldiği belirtilmektedir.

b- “…Gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri altı aşamada yarattığımız, fakat bize asla bir yorgunluk arız olmadığını (bilenler için)…” (Kâf,  50/38)

İslamoğlu, ayette geçen ‘altı gün’ kavramının yaratılış aşamasını ifade ettiğine ve nüzul sürecinde âlemin altı evrede yaratıldığına işaret eden ilk ayet olduğuna dikkat çekmektedir. ‘Yevm’ kelimesinin bağlamına göre Kur’an’da değişik vurgulara sahip olduğunu söyleyen yazar, yevm kelimesinin bu ayette bildiğimiz güne işaret etmediğinin, çünkü henüz gök ve yerin oluşumunun tamamlanmış olmadığının altını çizmektedir.

c- “Üstelik onları iki aşamada yedi gök olarak var etti, her bir göğe kendi görev yasasını yükledi. Nihayet biz en yakın göğü ışıklarla süsledik ve bir güvenlik sistemi oluşturduk…” (Fussilet, 41/12)

Ayette geçen yedi kat gökler ve yer ibaresinin “bütün kâinat” manasına geldiğini söyleyen yazar, Kur’an kozmolojisini üç başlıkta tasnif etmektedir:

1- “Dünya seması”veya “en yakın gök” adını verdiği kuşların da boşluğunda uçtuğu gök. Bu atmosfer içi göktür. Belirlilik takısıyla es-sema biçiminde geldiği yerler de çoğunlukla “çıplak gözle görülen” göğe delalet eder.

2- “Seb’a semâvât”(yedi kat gökler) formuyla ifade edilen gök. Bu bağlamına göre ya güneş sistemini ya da âlemimizin/uzayımızın oluşturduğu sonsuz âlemleri/uzayları ifade eder.

3- ‘Semâun’formunda belirsiz olarak geldiği yerler: Bu, ‘uzay’ anlamındadır. Bağlamına göre bazen kâinatın tümünü, bazen arzdan arşa kadar bütün bir varlık mertebelerini ifade eder. 

Ayrıca ayetteki “güvenlik” (hıfzan) sisteminin yeryüzünün zehirli güneş ışınlarından, meteor serpintilerinden ve çekim dengesini saptırıcı unsurlardan korunması anlamına da gelebileceği işaret edilmektedir.

d- “İnkârda ısrar eden o kimseler görmezler mi ki; gökler ve yer başlangıçta bitişik iken Biz onları ayırdık ve (hareket edebilen) her canlıyı sudan var ettik…” (Enbiya,  21/30)

İslamoğlu, ayetin açıklamasında ‘ratk’ kelimesi ile “âlemin varoluş öncesi potansiyel hali”, ‘fetk’ kelimesi ile de “fiili varlık olarak ortaya çıkma hali” kastedilmiş olabilir demektedir. “Her canlıyı sudan var ettik.” mealinde kullanılan ‘su’yun metinde belirlilik takısı ile kullanıldığını belirten yazar, bunun metne “herkesin bildiği su...” şeklinde de yansıyabileceğini ifade etmektedir.

e- “Doğrusu biz insan türünü, bir nevi konsantre bir balçıktan yarattık.”(Mü’minûn,  23/12) 

İslamoğlu, insanın balçıktan yaratılmasının hem elementer hem embriyolojik hem de doğduktan sonraki biyolojik varlık süreçlerinin tamamını toprağa borçlu olduğu anlamına geldiğini ifade temektedir. Çamurun toprakla suyun bileşimini temsil ettiğini, insanı besleyen tüm bitkisel ve hayvani besinlerin toprak ve suyun bileşiminden elde edildiğini, toprakta mevcut olan elementer ve minerallerin insanda da yaklaşık olarak bulunduğunu söyleyen yazar, bu ayetin aynı zamanda, insanın ilk canlıdan son canlıya kadar yeryüzündeki serüveniyle, anne karnındaki spermadan doğuma kadarki serüveni arasında bir paralellik olduğunu da belirtmektedir.  

f- “O insanı bir damlacık atık sudan yaratmıştır. Fakat o da ne! O sonunda bilinçli bir (biçimde Allah’a karşı) kendini savunan biri olup çıkar. (Nahl, 16/4)

İslamoğlu’nun mealinde ayette geçen ‘nutfe’, insanın kendisinden yaratıldığı “özsu”, yani sperm ve zigot anlamına gelmektedir. Dolayısıyla İslamoğlu sperm veya zigot ile başlayan ve insanlaşmayla sonuçlanan hayat yolculuğunun Allah’a izafe edilmesinin, bütün bu sürecin yasalarını koyanının Allah olduğuna bir atıf olduğunu belirtmektedir. Ve yazar insanın yaratılış sürecindeki basitten mükemmele doğru gelişen tekâmül sürecine dikkat çeker, böyle bir şaheserin “amaçsız” olamayacağının ima edildiğini söyler.

g- “Doğrusu biz insanı süzme, kurumuş, ses veren bir balçık türünden; özgün bir biçim almaya elverişli, tabiatı değiştirilmiş, koyu ve yoğun çamur nevi bir şeyden yarattık.” (Hicr, 15/26) 

İslamoğlu, tefsirinde insanın yaratılışını irdelerken ayette geçen ‘salsal’ kelimesinin “kuru ve ses çıkarmaya elverişli bir şeye vurularak elde edilen ses” anlamını içerdiğini söyleyerek, akustik kabiliyetinden yola çıkarak çanak, çömlek, küp gibi kurutulmuş çamurdan yapılan nesnelere de ateşte pişirilmeden önceki haline ‘salsal’ adı verildiğini belirtmektedir. Ateşte pişirilme süreci, “ke’l-fahhâr” gibi ilave bir ibareyle ifade edildiği için “ses veren çamur”, zımnen “düşünen ve konuşan, yani akıl sahibi olan bir varlık yarattık” anlamlarına geldiğini belirten İslamoğlu, üçü bu surede (26, 28, 33), biri de 55. surenin 14. ayetinde olmak üzere Kur’an’da dört yerde geçen kelimenin yer aldığı tüm ayetlerde karışık ve aynı zamanda muhteşem bir inşanın eseri olan insanın yaratılışının, biyolojik kökeninin basit ve sıradanlığına dikkat çekilmek istendiğinin vurgusunu yapmaktadır.

İslamoğlu ayrıca Kur’an’da insanın yaratılışının toprak ve toprak cinsinden olan değişik maddelerle irtibatlandırılmasının bir başka nedenini de, insanın yeryüzündeki yaşamını ve gelişimini toprak ve onun üzerindeki organik ve inorganik elementlere bağımlı olarak sürdürmek zorunda oluşuyla izah etmektedir.

2-Kur’an’da Kadının Yaratılışı ve Konumu:

a- “Ey insanlar! Sizi bir tek canlı varlıktan yaratan, ondan da eşini var eden ve her ikisinden de birçok erkek ve kadın üreten Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Kendisi adına birbirinizden (hak) talebinde bulunduğunuz Zat’a ve bu insanlık bağına karşı sorumluluk duyun. Kuşkusuz Allah üzerinizde daimi bir gözetleyicidir.” (Nisa, 4/1)

Geleneksel din anlayışının cahili kültürden devraldığı ataerkil veya saltanatçı birikim, kadın konusunda düşünce ve kültürleri büyük ölçüde etkisi altına almış, Rasulullah (s)'ın tüm örnek uygulamalarına rağmen kadını fitne olarak görmüş; kadınlara danışmak ama söylediklerinin aksini yapmak gerektiğini, kadınlar olmasaydı erkeklerin cennete gireceklerini, cehennemin çoğunu kadınların dolduracağını, kadının aklının ve dininin eksik olduğu gibi birçok mevzu hadisleri bir tür din olarak topluma kabul ettirmeye çalışmıştır.

Nasıl ki sahih kabul edilen hemen hiçbir hadis kitabında geçmediği halde halk arasında yaygınlaşan âlemin Hz. Muhammed’in nurundan yaratıldığı telakkisi Hz. Muhammed hakkında yanlış itikatlar ve anlayışlar oluşturuyorsa; kadınla ilgili vahyi bütünlükle ve mütevatir sünnetle çelişen rivayetler de Kur'an’dan anlaşılan İslam kültüründeki kadın tasavvurunu zedelemekte ve sapmalara yol açmaktadır.

Bu geleneksel anlayışın en temel varsayımlarından biri de kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış olması düşüncesidir. Müfessirlerin çoğu Nisa Suresi 1. ayeti delil göstererek kadının erkeğin bir parçası olduğu yorumunu yapmaktadırlar.

İslamoğlu, ayette geçen “ondan da eşini yarattı” ibaresini “onun cinsinden” şeklinde yorumlamaktadır. Yani eşin de aslı olan elementer kökenin bölünerek çoğalmasına tekabül ettiğini vurgulayarak, geleneksel tefsirlerin bu ibareyi Eski Ahid ışığında okuduklarını ve bu yüzden de Âdem’in eşinin Âdem’in bedeninden yaratıldığını ileri sürdüklerini, bunu da mecaz olduğu açık olan “Kadın erkeğin kürek kemiğinden yaratılmıştır.” (Buhari, Enbiya, 2) rivayetine dayandırdıklarını söyleyerek geleneksel yorumlara eleştiri getirmektedir.

“Kadın erkeğin kürek kemiğinden yaratılmıştır.” ifadesine böyle yaklaşmanın sıhhati bir yana ama M. Abduh ve R. Rıza da Nisa Suresi 1. ayeti özetle şöyle açıklamaktadırlar:

Hz. Âdem, bütün insanlığın atası olsa da, olmasa da bu ayetteki “bir tek canlı varlık/nefisten”  maksadın, Hz. Âdem olmasına ters düşer. Kendisinden çoğalmanın gerçekleştiği belirtilen “bir nefis” ayette “nekre” (belirsiz) olarak zikredilmiştir. Yani buradaki nekrelik, nefisten doğrudan doğan kişiler hakkında önemlidir. Bu da nefisten “çok sayıda erkek ve kadın yaydı ve onlardan da diğer insanları yaydı”  şeklinde anlaşılmalıdır.

Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği gibi insan olma bakımından, dinî açıdan kadın ve erkek aynı haklar ve imtiyazlara muhatap olmalarına rağmen, cinsler arasında mutlak bir eşitlikten söz edebilmek mümkün değildir. Zira Hucurat Suresi 13. ayette Rabbimiz "Ey insanlar ailesi! Elbette sizi bir erkekle bir dişiden yaratan Biziz; derken sizi kavim (şu’b) ve kabileler (kabâil) haline getirdik ki tanışabilesiniz. Elbette Allah katında en üstününüz, O’na karşı sorumluluk bilinci (takva) en güçlü olanınızdır.”buyurmaktadır. Bu ayetteki farklılıkların insanlık ailesini oluşturan unsurların birbirine tahakküm ve üstünlük gerekçesi değil, “tanışma” gerekçesi olmasına dikkat çeken İslamoğlu, buradaki takva konusunu da şu şekilde izah etmektedir: “Takva, kişilerin kendi akıl ve iradeleriyle yaptıkları bilinçli tercihi ifade eder. Bu şu manayı içerir: Ne kadar sorumlu davranırsanız, o kadar üstün olursunuz!”

Tabi ki kadınlar erkeklerden farklılık gösteren fizikî, psikolojik ve biyolojik yapıya sahip bulunmaktadırlar. İslam her cinse ait olan ayırt edici fonksiyonları ve farklılaştırıcı rolleri, cinsler arasındaki bu farklılıkları dikkate alarak tayin etmiştir. İslam, fıtrata ters düşmeden eşitliğin mümkün olduğu yerde iki cins arasında eşitlik kurar ve yine fıtrata uygun olmayan durumda iki cinsin arasını ayırır.

b- “O sizibir tek canlı varlıktan yaratmış, ondan da eşini meydana getirmiştir. O sizi annelerinizin karınlarında üç kat karanlığın göbeğinde birbirini izleyen yaratma aşamalarından geçirerek halk etmektedir.” (Zümer, 39/6) 

İslamoğlu, ayette geçen ‘nefs’ kelimesinin Âdem olduğunu söylemenin yoruma açık olduğunu, dolayısıyla ondan yaratılan ‘eş’in Havva olduğunu söylemenin de aynı şekilde yorumlandığını belirterek Arapça’da ‘zevc’ kelimesinin her iki cins için de kullanıldığına dikkat çekmektedir.

‘Nefs’kelimesinin ise manevi/dişil bir kelime olduğunu söyleyen İslamoğlu, Yahudi kültüründen Araplara geçen “Kadın kaburga kemiği gibidir, zorlarsan çabuk kırılır.” anlayışının nüzul ortamında yaygın kabul gördüğünün ve atasözü haline gelmiş bu sözün aslının Yahudi kültürüne ait bir söz olduğunun bilgisini verir. Ayrıca İslamoğlu “Kadın kaburga/kürek kemiğinden yaratılmıştır.”(Buhari, 64: 2, 3153) rivayetini reddetmek yerine, bu sözün kadının hassas ve nazik yaratılışına bir atıf olarak kullanıldığını belirtir. Rasulullah’tan rivayet edilen bu sözün “İnsanoğlu acelece bir yaratılışa sahiptir.” (Enbiya, 21/37) ve “Allah sizi güçsüzlükten yaratmıştır.” (Rum, 30/54) ayetlerindeki ifadelere benzer bir kullanım arz ettiğini ve elbette mecaz olduğunu vurgular.

Ayetin sonunda geçen “annelerinizin karnında üç kat karanlık…” ifadesinin ise embriyolojik açıdan rahim içinde olup cenini saran ve “amniyon, koriyon, decidua” denilen üç koruyucu zarfı ifade ettiğini belirtmektedir.

c- “Doğrusu Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve nihayet (işini) Allah’a havale eden kadının başvurusunu kabul etmiştir; zira Allah ikiniz arasında geçen konuşmayı işitiyordu…” (Mücadele, 58/1)

İslamoğlu, bu ayette “zihar yemini” ile kocası tarafından hakkı gaspedilen Müslüman kadının Rasulullah (s) karşısında hakkını aramasına ve Müslüman kadının kimlik ve kişiliğine işaret ederek, şöyle demektedir: “Ayet, Allah Rasulü’nün terbiye ettiği nesle mensup bir kadının, hak ve hukuk konusundaki tavizsiz duruşu ve destanî özgüveninin ifadesidir.”

d- “… Ve eğer borçlu aklî ve bedenî bakımından yetersizse ya da kendisi kaydettirecek durumda değil ise, o zaman onun velisi borcunu adil bir şekilde kaydettirsin! Ve erkeklerinizden iki kişinin şahitliğine başvurun! Eğer iki erkek bulunmazsa, bu durumda doğruluğundan emin olduğunuz kimselerden bir erkekle iki kadını şahit tutun ki ikisinden biri şaşırır, unutur, yanılırsa diğeri ona hatırlatabilsin! Ve şahitler de çağrıldıklarında kaçınmasınlar!..” (Bakara, 2/282)

İslamoğlu’na göre,ayette geçen bir erkekle iki kadın ibaresi sanıldığı gibi iki kadına karşılık bir erkeğin denk sayılması anlamını içermemektedir. Aksine ayetteki bu ibarenin haksızlığı önleyip adaleti ikame etme konusunda titizlik gösterilmesinden kaynaklanmış olabileceği söylenerek bu ibarenin kadının ticaret ve ticari anlaşmalar konusundaki bilgisizliğinden kaynaklanabilecek muhtemel hataları önleyici bir tedbir içerdiğinin altını çizmektedir.

‘Tadılle’kavramı “unutma, yanılma, şaşırma, haktan sapma” gibi anlamları içermektedir. Bu anlamlardan da yola çıkarak İslamoğlu sözgelimi iki kadından biri unutmuşsa, doğal olarak şahit ikiden teke düşecek, sonuçta şahitlik yapan iki kadın değil tek kadın olacaktır, yorumunu yaparak Kuran’ın şahitlikte nisap olarak bire iki oranını belirlemediğini, zira Nisa Suresi 15 ve Nur Suresi 4–8. ayetlerde zina davasında cinsiyete bakılmaksızın dört şahit istendiğini ve Talak Suresi 2. ayette de boşanma için iki şahit istendiğinin altını çizmektedir. Hatta adil yargılamayı sağlamak için bazı durumlarda cinsiyete bakılmaksızın erkeğin değil, sadece kadının şahitliğinin kabul edildiğini söyleyen İslamoğlu, ayetteki ifade şeklindeki maksadın şahitlik yapacak kimsenin cinsiyeti değil, hatta şahitlik bile olmadığı, asıl maksadın vadeli borçlanmalardaki mağduriyeti önlemek olduğunu ifade etmektedir.   

e- “Erkekler kadınların koruyup gözeticisidirler; çünkü Allah erkeklerle kadınları farklı alanlarda üstün yeteneklerde donatmıştır; bir de erkekler servetlerinden harcama yapmaktadırlar. Dürüst ve erdemli kadınlar hem (Allah’a) itaat eden, hem de Allah’ın koruduğu (iffeti eşlerinin) yokluğunda da koruyan kadınlardır. Sadakatsizlik etmelerinden çekindiğiniz kadınlara gelince: Onlara önce öğüt verin, sonra yataklarında yalnız bırakın, (ille de dövecekseniz) bunlardan sonra dövün. Bundan böyle yola gelirlerse onları incitmekten sakının. Allah, gerçekten yücedir, büyüktür.” (Nisa, 4/34)

Müfessirler ayette geçen ‘kavvamun’ kelimesine çeşitli yorumlar getirmişlerdir. Ancak geleneksel tefsirlerin çoğunluğu kavvamun kelimesine daha ziyade erkeğin kadından bir derece önde olması, kadının erkeğe itaat etmesi gerektiği, erkeğin kadından daha üstün yaratıldığı gibi anlamlar yüklemişlerdir.

İslamoğlu ise; kavvamun kelimesine erkeklerin kadınların koruyup gözeticisi oldukları, Allah’ın erkeklerle kadınları farklı alanlarda üstün yeteneklerle donattığı şeklinde yorum getirerek, kavvamun kelimesinin “kadını gözet”, “kadının geçimini üstlendi” anlamlarını içerdiğine dikkat çekmektedir. Ve bu gözetme ile ayetin işaret ettiği noktanın erkeklerin servetlerinden eşleri için yapabilecekleri harcama olduğunun altını çizmektedir. “Niçin erkekler?” sorusunu ise; erkeklerin servetlerinin kadınlardan daha fazla olmasıyla açıklamaktadır. Evin geçiminin erkeğe yüklenerek yine Nisa Suresi 11. ayetteki miras konusunda da erkeğe kadının payının iki katı düşmesini erkeğin kavvam olmasına bağlayan İslamoğlu, ayrıca bu kavvamlığın sadece geçim sağlamaya indirgenemeyeceğini, burada fıtratın da temel gerekçe olduğunun altını çizmektedir.

Ayette geçen ‘nüşuz’ kavramı “çıkıntı, tümsek” anlamlarına gelen ‘naşiz’den gelmekte olup, “isyan, başkaldırı, geçimsizlik” anlamlarına gelmektedir.

İslamoğlu, Nisa Suresi 34. ayette geçen kadının nüşuzu ile yine aynı surenin 128. ayette geçen erkeğin nüşuzunu da kapsayan anlamının da buna dâhil edilerek yorumlanması gerektiğini söyleyerek burada geçen nüşuz kavramını “sadakatsizlik” olarak ifadelendirmektedir. Ve yine Nisa 19. ayette geçen nüşuzun da açık bir fuhuş olmadığı ancak “eşler arası sadakati zedeleyip şiddetli geçimsizliğe yol açan davranışlar” olabileceğini vurgulamaktadır.

Ayette kadının nüşuzunun öne çıkartılmasını ise neslin emniyetinden kadının sorumlu olmasına bağlamakta ve yine ayetten kalkarak kadının dövülmesinin caiz olduğunu ifade eden yorumlara karşı İslamoğlu burada geçen ‘darabe’nin alternatif anlamıyla kullanıldığına dikkat çekerek “ayırın”, yahut “ısrarcı olun” anlamını içerdiğini belirtmektedir. Lakin İslamoğlu darabe’nin alternatif anlamından bahsetmesine rağmen ayetin meal/çevirisini “bunlardan sonra dövün” şeklinde vermesini açıklamamıştır. Yine Kur’an’da vurmanın tüm türevlerinin yer almasına rağmen, bunların hiçbirinde darabe fiili ve türevlerinin kullanılmadığını örnekleriyle göstermektedir. Bu bağlamda darebe Kur’an’da “getirmek, gezmek, mühürlemek, itmek, mahkûm etmek” anlamlarında kullanılmıştır.

Ayetin devamındaki “onları incitmekten sakının…” ibaresine de dikkat çekerek Allah’ın burada muhataplarına daha iyi ve insani olana sevk eden bir öneride bulunduğunu söyleyen İslamoğlu, dolayısıyla ayette eşiyle arasında sorun yaşayan erkeğin aklına gelen ilk şeyin dayak olmayıp, daha insani çözümlere başvurması gerektiği önerisinin vurgulandığı, ayrıca bu yollardan biri olan kadının yatağında yalnız bırakılmasının kadına değil ancak erkeğe ceza olduğunu ve bu ayetteki önerilerin amacının, ataerkil Arap toplumunda kusurlu görülen eşine karşı ilk tepkisi dayak olan erkeklerin kadınlarına şiddet uygulamalarının önüne geçilmek istendiğini belirtmektedir.

f- “Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir hanım gibi değilsiniz; tabi ki eğer Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olursanız. Şu halde işlevi bir edayla konuşmayın, sonra kalplerinde hastalık bulunanlar yersiz bir arzuya kapılırlar; ama güzel ve düzgün konuşun! Evlerinizde (dahi) ağırbaşlılığınızı koruyun, kadim haddini bilmezlik döneminde olduğu gibi dişiliğinizi ön plana çıkarmayın…” (Ahzâp, 33/32–33)

Kurra (kıraat alimleri) ayette geçen ‘vekarne’ kelimesinin okunuşu hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Ayette geçen kelimeyi vekarne şeklinde okuyan bazı kurra’ya göre “evlerinizde oturun, evlerinizde karar kılın” şeklinde yorumlanırken, kelimeyi ‘vekırne’ şeklinde okuyanlara göre ise ayet “evlerinizde vakarlı ve ağırbaşlı olun” manalarına gelmektedir.

İslamoğlu da ikinci okunuşu yani vekırne’yi tercih ederek, ayete “evlerinizde göz aydınlığı olun” şeklinde yorum getirmektedir. Ayrıcamüminlerin annelerine evlerinde dahi vakarlı bulunmalarını emreden bu ayeti, Arabistan’ın sıcak ikliminin ev içi kadın giyimine yansıyan rahatlığıyla beraber düşünmek gerektiğini belirtmektedir. Dolayısıyla Peygamber mescidine açılan bu evlerde sık sık ziyaretçilerin ağırlandığını hatta Cuma namazlarında mescidin yetersiz kaldığı zamanlarda cemaatin bu odalara kadar taştığını söyleyen İslamoğlu, “içinde vakarınızı koruyun” veya “oturun” denilen evlerin iki şekil evler olduğunu belirtmektedir:

1- Allah’ın ayetlerinin anlaşılmak ve yaşanmak için okunduğu evler.

2- Okunanlardan hikmetin damıtıldığı evler.

İslamoğlu’na göre bu nitelikleri taşımayan evlerde oturmanın da başkalarını oturtmanın da ayetin maksadıyla bir ilişkisi yoktur.

Ayrıca ayetin devamında‘teberrüc’, “dişiliğinizi ön plana çıkarmayın”ifadesi yer almaktadır.

Yaşadığımız toplumda evrensel kültüre ve yaşam tarzına hakim olan küresel kapitalizm, hayatı erkek egemen bir kültürle okumakta ve insanları ‘yalnız bireyler’ olarak kendi tüketim pazarında bir meta olarak görmektedir. Ne yazık ki kadın, bu pazarda en fazla metalaştırılan estetik, zarafet ve kışkırtma aracı olarak görülen bir unsurdur. Küresel kapitalist sistemde kadın ya bir haz objesidir ya da erkeğin biçtiği kalıpları yerine getiren koşuya geç başlamış bir yarışçıdır. Böyle bir kuşatma içinde kadın, genellikle kadınlığıyla birlikte özgün bir şahsiyet olarak algılanmaz.

İslam, kadının düşünsel, insani, kültürel, ekonomik, siyasi ve şahsiyetle ilgili ilişkilerinin genel ve sosyal hale gelmesini istemiştir. Kur’an-ı Kerim, bugün kapitalizmin, dün feodal ilişkilerin istismar ettiği kadının özel ve mahrem yaşamıyla alakalı yanına, genel ve sosyal fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için bazı ölçüler koymuştur. Bu da el, yüz ve ayaklar hariç kadının dişiliğini örten tesettürdür. Erkek için de kadın için de her örtü, tesettür demek değildir. Tesettür giyim tarzıyla birlikte özel ve mahrem olanı kamulaştırmamak demektir. Bu konunun ölçüsünü ise bizim doğamızı bir ölçü ile yaratan Rabbimiz en iyi bilendir ve bildiğini de bizlere tesettür ayeti ile bildirmiştir.

Tesettür, kadını sosyal hayattan tecrit etmek için değil, sosyal alanda özgürlüğünü garanti altına almak, onun şahsiyetini ve insanlığını ön plana çıkartmak içindir.

İslamoğlu da ayette geçen “dişiliğinizi ön plana çıkarmayın” ifadesini karşıt cinsle iletişim kurarken estetik bir yapıya sahip olan kadının dişiliğini değil, kişiliğini ön planda tutması, cinsiyetini kişiliğinin önüne geçirmeden vakarıyla davranması gerektiğini ifade etmektedir.

g- “Rableri de onların dualarına şöyle icabet etti: Erkek olsun kadın olsun, çaba gösteren hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım; sizler karşılıklı birbirinizi tamamlayan parçalarsınız. Kötülükten ve kötülük diyarlarından hicret edenlere, yurtlarından sürülenlere, yolumda eziyet çekenlere, savaşanlara ve öldürülenlere gelince: Onların kötülüklerini mutlaka örteceğim ve elbet onları Allah’tan bir ödül olarak içinden ırmaklar akan cennetlere sokacağım; zira ödüllerin en güzeli Allah katındadır.”(Âl-i İmran, 3/195)

İslamoğlu, ayette geçen “ba’dukum min ba’d” deyimsel ifadesinin en ikna edici açılımı olarak “Sizler karşılıklı birbirinizi tamamlayan parçalarsınız.” ifadesini tercih etmekle Tevbe Suresi 71. ayette geçen “İnanan erkekler ve inanan kadınlar (da) birbirlerinin dostu, koruyucusudurlar…”  ifadelerine de tekabül eden güzel bir açıklama yapmıştır.

Mustafa İslamoğlu, uzun yıllar kesintisiz sürdürdüğü tefsir çalışmasını 29 Haziran 2008 tarihinde “Hitâmuhu Misk” programı ile nihayetlendirdi. Hayat Kitabı Kur’an meal-tefsir çalışması bu programa yetiştirilmek üzere hızla hazırlandı; ama baskıda bazı mizanpaj ve tashih hataları oluştu. “Hayat Kitabı Kur’an”ın 2. baskısının elden geçirilerek söz konusu eksiklerden arındırılacağını düşünüyoruz. Yazara, açıklamalarıyla hayat rehberimiz olan yüce kitabımız Kur’an’ın anlamları ile araştırmacı okuyucuyu buluşturduğu için teşekkür ediyor ve  “Hayat Kitabı Kur’an” adlı meal/tefsir çalışmasını vahiyle inşa olmaya ve hayatı vahiyle inşa etmeye aday olan herkese tavsiye ediyoruz. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR