1. YAZARLAR

  2. Hacı Çolak

  3. Güneydoğu’da Müslüman Avı

Güneydoğu’da Müslüman Avı

Temmuz 1994A+A-

Son dokuz aydan beri rejim, doğu ve güneydoğuda müslümanları avlamakla meşgul oldu. Sanki rejim için bölgedeki en önemli tehlike müslümanlardı; sanki PKK egemenlik problemini gündeme getirmemişti; sanki Avrupa ve Amerika tarafından rejimin bölge politikaları dışlanmamıştı; sanki başka hiç bir ayrılıkçı güç yoktu da sadece müslümanlar vardı. Ve sanki bu memlekette bütün faili meçhulleri müslümanlar yapmış gibi ezeli bir düşmanlık hissi ile müslümanlar toplanmış ve akla hayale gelmeyecek işkencelere tabi tutulmuşlardı. Öyle işkenceler ki mağduru delirtecek işkenceler; öyle işkenceler ki mağduru dahi anlatmaktan hicab ediyor, öyle işkenceler ki Yahudiler Filistinlilere reva görmemektedirler.

Rejim uzun süredir gerek kendisinin işlediği veya gerekse işlettirdiği faili meçhullerden ötürü büyük bir baskı altında idi. Bu baskıyı biraz azaltmak zorunda idi. Halk ve basın bu faili meçhullerin hemen hemen tümünün ya kontra, ya da Hizbullah örgütünün yaptığına inanıyordu. Bu iki örgütün üstüne gidilmesini istiyordu. Rejimin baskıyı biraz da olsa azaltması gerekiyordu. Çok enterasan olan da şudur ki rejim, "Hizbullah" örgütünün üstüne gittiğini ve yüzlerce militanını yakaladığını iddia etmektedir. Halbuki son dokuz aydır yakalanan müslümanların çoğunun, halk arasında bilinen Hizbullah'la ilişkileri yoktu ve rejim avladığı bu müslümanları zararlı ve yok edilmesi gereken müslümanlar olarak algılamaktadır. Bunun için bu müslümanlardan onlarcası için gıyabi tutuklama kararı almış durumda.

İlk av Diyarbakır'da başladı. Dokuz aydan beridir kesintisiz olarak müslümanlar gözaltına alınmaktadır. Kimileri bir ay, kimileri iki, kimileri üç ay sonra bırakılmakta. Diyarbakır'da operasyonlar halen devam etmektedir. Bununla da kalmamaktadırlar. Her bir müslüman kesintisiz olarak polisin takip, tehdit ve tacizi ile karşı karşıya gelmektedir. Tabii ki bu da hayatın tabii bir parçası haline gelmiştir.

Polis baskın yaptığı müslümanların evlerinde günlerce karakol kurmuş ve gelen giden her kim varsa gözlem altına almış ve ev halkına her türlü hakareti yapmışlardır.

Diyarbakır'ın dışında Batman, Van, Muş, Adıyaman, Kahta vs. yerlerde de müslümanlar rejimin avından nasibini almış durumdadırlar. Bu illerde halen onlarca müslüman cezaevinde tutukludur. Şimdi bu müslümanlardan sadece birisine kulak verelim:

Mehmet Yaşasın:

Ben bir ay boyunca işkencehanede kaldım. Kaldığım bu süre içerisinde o kadar iğrenç muamelelere maruz kaldım ve o kadar iğrenç manzaralara şahid oldum ki, gerçekten bunu ifade etmek, hem haya ölçülerime sığmaz ve hem de kalem bunu yazmaktan aciz kalır. Hani derler ya, görmekle duymak bir olmaz! Bu durumun da tasvirini yapmak mümkün değildir. Orada aklıma hep, duyduğum ve okuduğum İsrail, Mısır ve Sırp işkencehaneleri geldi. Hep onlar gözlerimde canlanıyordu. Gece ve gündüzün belli olmadığı, ne zaman kapının bir zebani tarafından açılacağı belli olmadığı karanlık kodeslerde kaldık. Kaba demir kapı büyük bir gürültüyle çekilen demir süngü, insanı gayr-ı ihtiyari ürpertiyordu. Çünkü her kapının açılışında elinde göz bağı olan bir zebani demekti. İşkence odaları izole edilmiş ve insanlık dışı muameleler için gerekli malzemelerle donatılmış özel yerlerdi. Ve insanı insanlıktan çıkaran ne kadar çok yöntem keşfedildiğini orada müşahede ettim.

Değişik askı türleri (Filistin askısı, uçağa bindirme, ayaklardan asma vs.). Askıdayken insanın içini parçalayan elektrik verme fasılları, elektrikli özel iz bırakmayan coplar... Testislerin insan tahammülünü aşan sıkma fasılları... Vücutta sigara söndürme... Ondan sonra ikinci fasıla hazırlamak için tazyikli su banyosu ve daha söylenemeyecek mide bulandırıcı nice yöntemler... Kısacası Amerikalılar veya Siyonistler tarafından iyi eğitildikleri gayet iyi anlaşılan, işinin erbabı, İnsanlıktan çıkmış, yılların tecrübesine sahip iğrenç yaratıklar... Gerisini siz düşünün! Orada hiç bir zaman eksik olmayan, irade dışı çıktığı açıkça belli olan yürek yakıcı çığlıklar... Ve insana ölümü kurtuluş saydıracak şiddette iğrençlikler... Günde dört beş kez ölüm derecesine getirilirsiniz. Ölüm derecesine geldiğinizde, zorunlu istirahatiniz başlar. Bu kez psikolojik işkence başlamıştır. Çünkü aynı anda bazen bir-iki veya üç ayrı kişiden çıkan, kulak zarlarını yırtan beyinleri zonklatan o dayanılmaz çığlıkları dinlemek zorundasınız. Gerçi odalar izole edilmiş ve sesi son şiddetiyle açılmış radyo ve teyp var ama nafile!... O çığlıkların şiddeti bu engellerin hiç birini dinlemeden hepsini yırtıp geçebilecek şiddettedir çünkü... Ve bir de bakmışsınız belli bir süre sonra, yani saatler sonra sesler kesildi; sevecen {!), cana yakın (!), size yapılan zulümden sözüm ona çok üzgün olan başka sorguçlar... Ne kadar yardımsever insanlar olduklarını, sizi bu işkencelerden kurtarmak için ne kadar çaba sarf ettiklerini, ağız dolusu süslü cümlelerle ifade ederler. Şunları şunları söyle, bunları bunları kabul et, seni kurtarmak da benim boynumun borcu, benim için şeref meselesidir. Ve bir de istediğini verdin mi, bir süre istirahatı hak edebiliyorsunuz. Maalesef şeref ve boyun borcu buraya kadar. Ondan sonra daha fazlasını tedrici alma yöntemleri... Yani sil baştan.

24 saatte lütfedip yarım somun ve beş-altı adet kuru zeytin... İlk bir hafta on gün onu da yiyemiyorsunuz ya! Eğer hesaplarına gelirse, 24 saatte iki kez çok kısa süreli tuvalet ve su içme imkanı lütfediyorlar. Tabii tuvalete kadar yürüyebilecek durumda olanlar için bu lütuf.

Bu anlattıklarıma, tüm işkencelerin ve işlemlerin, üzerinde tek parça elbise almadan yapıldığını, çoğu zaman dinlenme fasıllarının bu şeklide kelepçelerle koridordaki kalorifer demirlerine veya kodes kapılarının demir halkalarına kelepçelenerek ayakta geçirildiğini ilave etmeye gerek var mı, bilmiyorum. Bu arada nöbetçi zebanilerin gidip geçtikçe üstünüzü sulaması veya bilmediğiniz bazı cisimlerle vücudunuzun herhangi bir yerine vurma zevkini de giderdiğini ilave etmekte fayda var. Ve yine hatırlatayım ki bütün bu durumların hepsi, insanın dünyasını kararttığı gibi içini de karartan sıkı sıkıya bağlanmış göz bağının bağlı oluşu da bir türlü.

O kapıdan girince insanlık biter, kapının dışına bırakılır tabir caizse... Ve şeffaflık iddiasında olan, adaleti mülkün temeli sayan düzenin şefkatli ve merhametli, aynı zamanda emin ellerine emanetsiniz. Adaletlerinin şaşmaz terazisinde tartılmak üzere orada bir ay ağırlanıyorsunuz. Ve bir ay sonra özellikle son bir kaç gün yara berelerin kapanması, izlerin fazla belli olmaması için istirahat var. Sonra da DGM'ye çıkarılıyorsunuz.

DGM bir başka alem... Çünkü adaletin şaşmaz terazisi orada kurulu. Ve bu terazide kural, suçsuzluğunuzu ispat edinceye kadar suçluluğunuzun kesin olduğu hükmü üzeri ne çalışan bir terazi.

Son olarak şunu söyleyebilirim ki, Allah'a dayanan, kendine güvenen müslüman, bütün bu iğrenç, insanlık dışı muamelelere dayanacak ve bu tezgah ve komploları boşa çıkaracak güçtedir. Selam Allah'ın dinini yüceltmeye azmederek mücadele eden erlere... Bu erlerin mücadelesi Allah ve İnsanlık düşmanlarını acze düşürecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR