1. YAZARLAR

  2. Ahmet Örs

  3. Emek Veren İnsanların Trajedisi

Emek Veren İnsanların Trajedisi

Eylül 2006A+A-

Emek vermeyen üzülmez, kırılmaz. Emeğini esirgemeyenler, emeğinin her bir damlasının karşılığını bir şekilde görmek isterler. Bu kesinlikle kendi yararlarına olacak bir karşılık değildir. Esasen emek verilenin yararınadır, onun muzafferiyetini, nihayetinde onun huzurunu hedefleyen bir beklentidir. Hayal kırıklığını kaldırabilecek bir esnekliğe asla sahip olmayan bir duygu hâlidir ki tarifini anlamak yaşamayanlar için fevkalade güçtür.

Hayata bir anlam katmayı temel hedef, temel uğraş olarak belirleyenlerin türlü yol ve yöntemlerle ortaya koydukları çabaların karşılıklarının oluşmaması sonucu ortaya çıkan hayal kırıklıklarının yol açtığı tahribatı dikkatli bir biçimde gözlemlemek ve onlardan birtakım dersler çıkarmak oldukça önemli bir eylem olacaktır. Çevremizde yer alan hareketliliklerde bu durum benzer şekillerde kendini göstermektedir. Sorumsuzluğu kabullenemeyen, sahip olduklarını iddia ettikleri inancın gereğini mutlak surette icra etmeye çalışanların elbette ki bütün beklentileri, bütün amaçları gerçekleşemeyecektir ama en azından kazandıkları insanlarla sürekli bir birlikteliği, dostluğu pekiştirmek onların asgari hedefleridir. İşte bu asgari hedef türlü nedenlerle tutturulamadığı zamanlarda emeğini esirgemeyen insanların trajedisi, yalnızlığı başlamaktadır.

Belki hareketliliklerde/çabalarda merkez değil de çevre dolayımında varlığını sürdüren şahıslar yaşanan hayal kırıklıklarını bahse mevzu ettiğimiz kişilikler kadar derinlemesine hissetmediklerinden onları aşırı kırıcı, aşırı kuşatıcı, dayatıcı gibi bazı ifadelerle yargılayacaklar, kendilerince onları mahkum edeceklerdir.

Peki bu nasıl bir fotoğraf, nasıl bir halet-i rûhiyedir ki herkesin kavraması fevkalâde güçtür, sadece emek veren insanları sarıp kuşatmaktadır? Bir insanın çocuğundan bekledikleriyle karşılaştığı sonuç arasında oluşan derin uçurumdur bu. Bu uçurum insanların birbirine hoşgörüyü esirgemelerine neden olan bir uçurumdur; şefkati sınırlayan, oluşan yaraların tedavisini neredeyse imkânsız hâle getiren bir uçurum… İnsanların evlatlarını kalplerinden silmelerini düşünün bir kez. Hangi öfke, hangi hayal kırıklığı böyle ileri, uç bir kararı kişiye aldırttırabilir? İşte anlatmaya gayret ettiğimiz resim tam da bu çerçeveye oturan bir resimdir.

Zaman akıp gitmekte, tasarlananlar yeterince gerçekleştirilememekte, bel bağlanılan birlikteliklerin bir kısmı çökmekte, ideal olandan her geçen gün uzaklaşılmakta iken emek verenlerin trajedisi, hayal kırıklıkları katlanmaktadır. İnsanoğlunun ahde vefada göstermeye yanaşmadığı özen verilen emekleri en azından dünya hayatı ölçeğinde berhevâ etmektedir. Sosyal hareketler insan temellidir, uzun soluklu olması gerekir, uzun yıllara yaslanması zorunludur. Toplumsal dönüşümlerin yasalarını bilenler bir hareketi inşa etmenin ne kadar yorucu, ne kadar zorlu olduğunu bilir, takdir ederler. İşte tam bu noktada insana yaslanan bir çaba terk edilmelerin yalnızlığına düştüğü anda insan olmanın verdiği tabii zafiyetlerle malul olmanın bir neticesi olarak emek verenler hırçınlaşabilmekte, münasebetleri daha çabuk kesebilmekte ve herhangi bir affı bile düşünmeden artık geçmişi yok sayabilmektedirler.

Emek verenin vefasızlık, itaatsizlik sonucu ortaya çıkan bu olumsuzluklara verdiği tepkiyi kabul ya da red etmek gibi bir tercihi, tavrı haklılaştırmak elbette ki bu yazının hedefi değildir. Herhangi bir toplumsal çabada yeterince sorumluluk üstlenmeyip, emeğini bu alana hasretmeyen insanların yazı boyunca bahsetmeye çalıştığımız kişi-tutum ilişkisini kavrama; dolayısıyla da bu durumu yeterli bir şekilde tahlil etme şansları yoktur. Hareketlerin merkezinde değil de çevresinde dönenip duran, emeğini bir ihsanda bulunuyormuşçasına, zorla, hareketin küçük bir aşamasına katıp kendisini en önemli eleman addeden bu halkanın sosyal hareketlerin tabiatını kavraması, en nihayetinde de yaşanan bu kişi-tutum ilişkisini sağlıklı bir şekilde değerlendirmesi mümkün değildir.

Emek veren insanlardan beklenen bir Eyüp sabrıdır, bir Yunus aceleciliği değil. Ancak peygamberlerin bile düştüğü darlıklar, açmazlar ortadayken sıradan insanların emeklerinin ihanete uğrama düşüncesi karşısında belki de yapabilecekleri pek bir şey yoktur. Mutlaka nefsler kontrol altında tutulmalı, her an bir muhasebe bilinci içinde yaşanılmalıdır. Bununla beraber bahse mevzu çevre dolayımında hayatiyetini sürdüren şahsiyetler de hadiseleri, sosyal hareketliliklerin bireysel ve toplumsal karakterlerini kavrama noktasında daha hassas, daha gayretkeş ve bu birlikteliklerde elbetteki sabırlı ve kadirşinas olmalıdırlar.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR