1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Başörtüsü Düşmanlığı Cephesi Genişliyor

Başörtüsü Düşmanlığı Cephesi Genişliyor

Eylül 2006A+A-

Türkiye'deki egemenlik anlayışının baskıcı ve totaliter yüzünü en çok açığa vuran toplumsal sorunların başında gelen başörtüsü yasağı, giderek genişliyor ve her yeni uygulama ile birlikte, zulmün sınırları zorlanıyor. AİHM'in Leyla Şahin davasıyla ilgili olarak almış olduğu son kararın, bu yasağa hukuki zemin kazandırdığı düşüncesi yayılırken; zorbalığa kulluğu meslek edinen İlhan Selçuk ve benzeri medya mahlukları ise, başörtüsünün "insani bir hak" olamayacağını söyleyerek başlattıkları kampanyayı, plajlarda hortlayan "irtica" canavarı haberleriyle, yavuz hırsızın ev sahibini nasıl bastırmaya kalkışabileceğini gösteriyorlar.

Medya cephesinde, karalama ve içinde "türban" geçen ama özünde tesettüre ve İslam'a yönelik hakaretlerin yer aldığı en aşağı ve bayağı haberler, gündemi yalan yanlış meşgul ederken; akademik cephe de yasakçılıkta yeni mevziler kazandı. YÖK ve ÖSYM, başörtüsü konusunda üniversite sistemini, sınav başvurusundan kampüslere kadar tam bir kışlaya dönüştürürken, imam-hatip liselerinin önüne koyulan katsayı ve alan engeli yetmezmiş gibi, son olarak da ilahiyat fakültelerine bağlı eğitim veren İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümlerini eğitim fakültelerine bağlayarak, başörtülü öğrencilerin yöneldiği bir alana daha yasak getirdi. Böylece, "din"in içini kendi ideolojisiyle doldurmaya çalışan sistem, eğitimi bu konuda oldukça işlevsel bir aygıt olarak gördüğünü bir kez daha ortaya koydu.

Diğer taraftan, köşk cephesi, başörtüsünü siperden karşılayan uygulamalarına uluslararası bir boyut da kattı. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının açılış törenine gelen Gürcü, Azeri, Rus, Kazak devlet yöneticilerine de "eşsiz" davetiye gönderen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, başörtüsüne karşı geliştirdiği "tek kişilik davetiye" formülü ise bu konuda örneklik teşkil eder oldu. AKP hükümeti, Şemdinli'nin karanlık gölgesi altında kalan tartışmaları aydınlatma ihtiyacı dahi hissetmeden, "jet" bir kararla, Org. Büyükanıt'ı Genelkurmay Başkanlığı'na atarken; Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı olarak ilk kez ev sahipliği yaptığı 30 Ağustos Resepsiyonu'na TBMM Başkanı Arınç, Başbakan Erdoğan ve diğer bakanları "eşsiz" davet ederek, başörtüsü konusundaki tavrını daha ilk uygulamasında açıkça ortaya koydu.

AİHM'in Leyla Şahin kararından sonra, Danıştay'ın "Anayasaya göre, çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan düzenin, laiklik ilkesinin göz ardı edildiği bir ortam olmasının mümkün olmayacağı" vurgusu yaparak, sokakta başörtüsü takan bir öğretmeni "kötü örnek" göstermesinden sonra, yasakçı cephe, bugüne kadar bulamadığı "yasal kılıfı" da yasağa uydurmuş oldu.

Danıştay'ın açık öğretim liselerine yönelik aldığı son karar ile, arkası karanlık kalacak Danıştay saldırısının faturasını, ortaya çıkan onca kirli ilişki ve çete bağlantılarına rağmen, "başörtüsü"ne kestiğini gösterdi.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliği'nin bazı maddelerinin yürütmesini durdurarak, serbest kılık kıyafet uygulanan açık lisede okuyan kız öğrencilerin "başı açık" sınavlara girmesini istedi. Yönetmelikteki "Öğrenci sınavlara rahatlıkla tanınmasını sağlayacak şekilde girer." ibaresini yeterli bulmayan Danıştay, örgün eğitimden sonra yasağın yaygın eğitimde de uygulanması gerektiğine hükmetti. Bu kararın diğer bir boyutu ise başörtüsü yasağından ötürü İHL, yüksek okul ya da üniversite okuyamayan kız öğrencilerin, açık lisedeki kimi bölümlere yönelmesinin de engellenmesiydi.

Başörtüsünden vazgeçmeden eğitim almak isteyen öğrencilere karşı, hiçbir açık kapının ya da alternatifin kalmaması için yoğun çaba harcayan başörtüsü düşmanları, bu konuda kendilerine yandaş ve yardakçı bulma konusunda da güçlük çekmiyor.

Kamu kurum ve kuruluşlarını kapsayan kamusal alan, artık sivil toplum örgütlerini de içine çekerek, yeni cepheler açıyor. Hatırlanacağı gibi, Danıştay saldırısının akabinde, Türk Eğitim Vakfı burs vereceği öğrencilerde okul dışında da baş örtmeme ya da peruk takmama şartı aradığını açıktan ilan etti. TEV'in bu alandaki en büyük destekçilerinden biri de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği oldu. Dernek başkanı Türkan Saylan son yaptığı açıklamada "Türban kapısı yasal olarak kapanmıştır. Türbanlı öğrenciler okuyamazlar." diyerek, faşizmin tetikçisi (!) sözde sivil toplumculuk anlayışının, çirkin yüzünü de göstermiş oldu.

Başörtüsü yasağına, bilim cephesinden, kimsenin pek fark etmediği ince bir destek de TÜBİTAK'tan geldi. TÜBİTAK, orta öğretim öğrencilerine yönelik proje yarışmaları için hazırladığı kitapçıkta yer alan başvuru formunun fotoğraf hanesine "başı açık, öğrenciyi tanıtabilecek şekilde" ibaresini eklemeyi ihmal etmedi!

Başörtüsü yasakçılarının oluşturduğu ve her geçen gün genişleyen cephenin en faal askerlerinden son zamanlarda karşımıza çokça çıkan isimlerden biri de KESK. KESK'e bağlı sendikaların, özellikle AKP karşıtlığı ve laiklik vurgusu üzerinden izlediği siyaset, son zamanlarda, Müslümanlara yönelik açıktan ve genel bir muhalefete dönüşüyor. Daha önceki dönemlerde çeşitli basın açıklamalarının arkasına gizlenen bu eğilim, gelinen noktada asıl niyetini ortaya döken bir pratik kazanırken; sivil toplum örgütü olması gereken sendikanın, devletin ideolojik bir aygıtı olarak nasıl bir göreve soyunduğunu gösteriyor. "İktidar karşıtı bir cephe örgütlemeyi" hedefleyen KESK'in, mücadelesinin temelde AKP hükümetine değil, halkın İslam'ın inanç ve değerlerine bağlılığına karşı olduğu net bir biçimde ortaya çıkıyor.

Haziran ayı ortalarında, KESK Merkez Yönetim Kurulu tarafından son şekli verilen 2006 yılı sonuna kadar sürdürülecek mücadeleye ilişkin Dönemsel Mücadele Programı açıklandığında, şu ifadelere de yer verilmişti:

"AKP hükümetinin; son dönemde giderek belirginleşen muhafazakâr kimliği, gerici kadrolaşmayı yoğunlaştırması -tabanına mesaj vermek için de olsa-  İslami retoriği, politik malzeme olarak daha sık kullanır hale gelmesi, başka bir gerilim noktasını oluşturuyor. Cumhurbaşkanı seçimi tartışmalarıyla başlayan, Cumhuriyet Gazetesi ve Danıştay'a saldırılarla yoğunlaşan gelişmeler laik-anti laik saflaşmasını körüklüyor.

Siyasal alanda; halkın günlük yaşamındaki sorunları için söyleyecek sözü olmayanların, siyasal stratejilerini 'rejim tartışmaları' üzerine kurmasının da bu gerilimde önemli rolü vardır. KESK tam da bu ortamda; Türkiye'de hiç kimsenin kimliği, kültürü, inancından dolayı mağdur edilmediği, dinin devleti yönetme girişimlerinin olmadığı, devletin de hiçbir dini ve mezhebi finanse etmediği, demokratik bir ortamda bir arada yaşamı savunmaya devam edecektir."

KESK, "siyasal stratejilerini 'rejim tartışmaları' üzerine kuranlar" diyerek kimi kast ettiğini açıkça söylemiyor. Fakat, genel metin ve tavır dikkate alındığında; askeri değil, siyasi aktörlerin anlatılmak istendiği gibi bir durum ortaya çıkıyor. Mücadele programında yer alan "hiç kimsenin kimliği, kültürü, inancından dolayı mağdur edilmediği" ifadelerinin ise, aslında Müslüman kimliğini ya da İslam inancını kapsamadığı, hem açıklamanın bütünü incelendiğinde, hem de yaşanan son gelişmelere bakıldığında, daha iyi anlaşılıyor. Üstelik, "laik-anti laik" saflaşmasının körüklendiğinden bahseden KESK, kendisine bağlı sendikaların, bizzat bu körüklemeye hizmet ettiği gerçeğini de göz ardı ediyor.

"Türkiye'de eğitimin gericileşmesini" önlemek için kendisine durumdan vazife çıkaran KESK'e bağlı Eğitim-Sen'in son hamlesi, kendi internet sitesinde, "Sendikamızdan bir hukuk zaferi daha" şeklinde değerlendirilen Danıştay kararı oldu. Eğitim-Sen'in açık öğretim lise yönetmeliğinin kılık kıyafet düzenlemesine ilişkin itirazını yerinde bulan Danıştay, yönetmeliğin yürütmesini durdurma kararı verdi ve gerekçesinde "Özellikle kız öğrenciler için, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin Yönetmeliğin 12. maddesinde öngörülen şekliyle başı açık ibaresinin yer alması gerektiğini" ifade ederek, açık liselerde de başörtüsü yasağı uygulanmasını isterken, Eğitim-Sen, başörtülü öğrencilerin eğitim haklarının ellerinden alınmasını zafer olarak niteledi.

Eğitim-Sen'in bu utanç verici tavrının hemen ardından, KESK'e bağlı bir diğer sendika olan Haber-Sen de, TRT'de başörtülü stajyerler çalıştırıldığına ilişkin ihbarlarıyla gündeme geldi. Daha önce TRT'de "Dini içerikli program sayısı her geçen gün artıyor ve yayınlarda şeriat propagandası yapılıyor." diyerek kamuoyu oluşturmaya çalışan ve "laik bir TRT" talep eden Haber-Sen, "TRT halkındır." derken, son çıkışı ile hangi halkı ya da nasıl bir halk kitlesini de kastettiğini göstermiş oldu. Cumhuriyet Gazetesi'nin 16 Ağustos 2006 tarihli sayısında yer alan haberde, Haber-Sen Genel Başkanı Baki Çınar, TRT'de laiklik kavramının tartışılmaya açıldığını ve kamusal alanın kurallarına riayet edilmediğini ileri sürerek laik rejimin teminatı olan TSK'ya İlhan abisi vasıtasıyla durumdan vazife çıkardığını ispat ediyordu.

Bazı stajyerlerin kurum içinde başörtüsü taktığı, "TRT Ankara Televizyon Müdürlüğü'nün Aktüel Kamera Servisi'nde bir, Seslendirme Müdürlüğü'nde üç, Belgesel Programları Müdürlüğü'nde bir, Televizyon Dairesi Başkanlığı'nın Yurtdışı Yayınlar Müdürlüğü'nde de bir kişi olmak üzere toplam dört birimde altı türbanlı stajyerin görev yaptığı öğrenildi." şeklinde istihbari raporlar tanzim eden Haber-Sen Başkanı Çınar, kamusal alanda uyulması gereken kuralların TRT içerisinde bir bir "ezildiğine"' işaret ederek, başörtüsü ve İslam düşmanlığını da açıkça ortaya koydu.

Son gelişme gösteriyor ki, önümüzdeki süreçte KESK'e bağlı sendikalar, "Laiklik elden gidiyor, şeriat geliyor!" ve "Gericilik, adım adım ve sinsice ilerliyor!" cephesinde üstlendiği görevi, kılık-kıyafet yönetmeliklerinde bulunan mevcut boşlukları ya da kendi birimlerindeki görev alan "başörtülü" kadınları ihbar ederek ya da bürokratik oligarşiye jurnalleyerek yerine getireceğe benziyor.

Tüm bu gelişmeler karşısında başörtüsü sorununu küçümseyen, pişkin açıklamalarla yasakçılara karşı uysallık biatlarını tazeleyen AKP hükümetinin kurmaylarının sergilediği bu tavır, yasağa karşı çözümün vekillerden değil ancak asıllardan gelebileceğini gösteriyor. Gelinen son nokta itibariyle; yasak karşıtı inisiyatif geliştirecek, başörtüsü yasağının asıl kaynağına karşı bir muhalefet izleyecek, tutarlı ve istikrarlı platformların eylemliliklerine daha çok ihtiyaç duyduğumuz ortadadır.

Başörtüsü, yasakçıların gündeminden düşmezken, bizim bu sorunu gündemimizin alt sıralarına itmemizin izah edilebilir bir tarafı olamaz. Başörtüsünü, temel bir hak kabul etmek, bu hakkı gasp edenlerin asıl karşıtlıklarının sadece "başörtüsü" olmadığını, dolayısıyla başörtüsü yasağına karşı izlenecek siyasetin de Türkiye'deki diğer toplumsal sorunlardan ayrı düşünülemeyeceğini ortaya koymak, öncelikli bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi ve yasakçıların her geçen gün genişlettiği başörtüsü zulmünün, cepheden göğüslenmesi artık ertelenemez ve kaçınılamaz bir vazifedir.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR