1. YAZARLAR

  2. Anna Therese Day

  3. El-Kaide İle Akşam Yemeği

El-Kaide İle Akşam Yemeği

Kasım 2013A+A-

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da çalışan bağımsız bir Amerikalı gazeteci olan Anna Therese Day, Batılı eğitim almış dört radikal savaşçı ile Suriye’de süren savaş ve Washington’un politikalarına dair görüşleri hakkında söyleşi yaptı.

Elimdeki çayı az kalsın deviriyordum. Suriye’nin kuzeyinde bulunduğumuz evin dışından gelen patlama sesi ile sarsıldım. Fakat benimle birlikte iftar yapmakta olan biri Pakistanlı, biri Kuveytli ve ikisi Suudi savaşçı hiç etkilenmiş görünmediler. Birisi “Anna, eğer iman etmiş olsaydın, bu kadar korkmazdın!” dedi.

Bu dört genç adam IŞİD diye kısaltılan ve el-Kaide ile irtibatlı olan Irak-Şam İslam Devleti örgütünün üyeleriydiler. Suriye krizine giderek daha fazla dâhil olan ABD’nin temel açmazlarından birini oluşturuyorlar. Şöyle ki, kendi halkına karşı kimyasal silahlar kullanmakla suçlanan lanetli Esed rejimini nasıl devirmek gerektiğini tartışan Washington’un bir yandan da iktidarın -ve tabi ki bu tür silahların da- IŞİD gibi radikal cihadçıların eline geçmemesi kaygılarıyla kıvrandığı biliniyor. Kendi açılarından, bu gençler beni davalarında haklı olduklarına ikna çabası içindeydiler.

Bu gençlerin dördü de içlerinden birisinin ifadesiyle “Şii maymunlara karşı Suriye cihadına katılmak için” ülkelerini terk edip gelmişler. Hepsi küresel cihad yolunda şehit olmaya hazır olduklarını söylüyorlar. Aramızdaki pek çok farklılaşmaya rağmen, ortak üç yönümüz bulunuyor: Hepimiz 30 yaşın altındayız; hepimiz Batılı eğitim almış kişileriz ve tümümüz akıcı bir İngilizce konuşuyoruz.

22 yaşındaki Eymen “İngilizceyi öğrenmeye Amerikan çizgi filmleriyle başladım, fakat bilahare Boy Meets World’u çok sevdim.” diyor. İri kahverengi gözleri ve düzensiz sakalıyla yanındaki abisine ve sert simalı arkadaşlarına nazaran çok genç gözüküyor.

Halep’in savaş ortamından sadece birkaç mil uzaklıkta bulunduğumuzu bilmeyen birisi yemek sohbetimizi akranlar arasında sıradan bir gevezelik ortamı olarak algılayabilir. Bu genç insanlar ailem, eğitimim ve medeni durumum hakkında sorular soruyorlar. Kanada ve İngiltere’deki kolej günlerinden söz ediyor ve bir gün Suriyeli bir gelin bulmayı ümit ettiklerini belirtiyorlar. Neden Suriyeli? Çünkü “En güzel Müslüman kızlar Suriyeli ve Lübnanlı oluyorlar”mış.

Fakat çok ilginç bir şekilde bu dünyaya ilişkin tasarladıkları gelecek hesapları ile intihar eylemleriyle şehit olup ulaşmak istedikleri cennete ilişkin hayalleri iç içe geçiyor. Konuşurken gözleri parlayan Muhammed “bu bir rüya” diyor. 24 yaşındaki Kuveytli mühendis intihar eylemi için seçilmenin kolay olmadığını belirtiyor ve bilhassa Ramazan ayında “şehit olma”nın “Allah’ın bahşettiği daha büyük bir lütuf” olduğunu söylüyor. Son operasyonlarından birinde IŞİD, muhaliflerin eline geçen kuzey Suriye’deki Minniğ Havaalanı eylemi sırasında intihar saldırıları düzenlemişti.

Londra’daki IHS Jane’s Terrorism and Insurgency Center’dan analist Charles Lister, değerlendirmesinde, “IŞİD, askerî birikimini ülke geneline yayma, kritik noktalarda cepheler açma ve güçlü organizasyon yapısını alanda siyasal kontrol ve etki mekanizması kurma noktasında başarılı bir biçimde uygulayabildiğini kanıtladı.” diyor. Suriye muhalefetini oluşturan çok sayıda örgüt içinde IŞİD en büyüklerden biri değil. Mamafih, bir zamanlar meşhur Ebu Musa ez-Zerkavi tarafından yönetilen on yıllık Irak İslam Devleti tecrübesi hem uluslararası mali destek hem de gerilla savaşı tecrübesi sağlayarak onları yerel Suriyeli gruplardan daha öteye taşıdı.

IŞİD’e katılmadan önce Eymen ve abisi Ahmed Cephetun Nusra grubu içindeymişler. Ahmed “Burada bir tür özel kuvvet gibiyiz.” diye övünüyor. Irak İslam Devletinin lideri Ebu Bekir el-Bağdadi Nisan ayında iki grubun birleştiğini ilan edince IŞİD’e yönelmişler. Birleşme bilahare hem Cephetun Nusra lideri Ebu Colani hem de Pakistan’da bulunduğu sanılan ve merkezî el-Kaide yapısının lideri olan Eymen ez-Zevahiri tarafından reddedildi. Bununla birlikte, zaman zaman yaşanan ufak tefek sürtüşmeler dışında iki grup Halep, İdlib, Rakka ve Deyr ez-Zor kentlerinin dâhilinde ve çevresinde operasyonlarını diğer muhalif güçlerle birlikte koordineli biçimde sürdürüyorlar.

Lister, “IŞİD ve Cephetun Nusra temelde dost sayılabilecek rakipler ve her iki örgüt de kendilerini Suriye’de el-Kaide’nin temsilcisi olarak görüyor.” diyor ve ekliyor: “Siyasi açıdan iki grubun bakış açıları arasında tali farklılıklar var. Genelde Cephetun Nusra Suriyeli kimliğini öne çıkarır ve hedeflerini Suriye ile sınırlı tutarken, IŞİD daha evrensel bir perspektife sahip.”

24 yaşındaki Pakistanlı Faraz’ı IŞİD’e yaklaştıran şey de bu evrensel boyut. İngiltere’de yedi yıl yaşamış Faraz, İslam dünyasında Batı’nın yol açtığı insan hakları ihlallerinden öfkeyle söz ediyor. Pakistan’a “Amerikalıların yürüttüğü insansız hava araçları savaşı”nda Pakistanlı kardeşleriyle dayanışma için döndüğünü söylüyor. Pakistan’da geçirdiği iki yıldan sonra Suriye’ye gelmiş çünkü “burada bütün İslam dünyasına karşı ABD, İsrail, Avrupa ve İran tarafından açılmış fiilî bir savaş” olduğunu düşünüyor. İran’da hâkim mezhep olan Şiiliğe bağlı olanları Müslüman olarak kabul etmiyor. Bilindiği üzere Suriye’deki Esed rejimi genelde Alevilere dayanıyor, el-Kaide ve diğer Sünni aşırı gruplar bunları sapkın olarak görmekteler.

Kimliklerinin açıkça belirtilmemesi şartıyla bir Amerikan medya organıyla görüşme yapmayı kabul eden bu gençlerin her biri sahip oldukları görüşlerin Batı kamuoyuyla paylaşılmasını arzu etmekteler. Bu açıklık hem IŞİD hem de Cephetun Nusra örgütlerinin yaklaşımlarından farklılık içeriyor ki, bu örgütlerin Batılı gazeteciler ve yardım görevlilerinin kaçırılmaları eylemleriyle irtibatlı oldukları sanılmakta. Suriye krizinin başlamasından bu yana onlarca gazeteci rehin alındı ve bu sayı giderek artmakta. En-Nusra ve IŞİD aynı zamanda anlaşamadıkları muhalif unsurların kaçırılmasından da sorumlu tutulmaktalar.

Muhammed net bir şekilde bu suçlamaları reddediyor ve “Biz sadece casusları; rejimin casuslarını, Batılı casusları ve İran casuslarını gözaltına alıyoruz. Bu bir savaş ve Şiilere karşı gereken güce kavuşabilmek için ne gerekiyorsa yapmak zorundayız.” diye vurguluyor.

Eymen “Eğer tutuklananlardan tek bir tanesi bile gerçekten gazeteci olsa, çok üzülürüm.” diye omuz silkiyor. “Fakat bugüne kadar milyon gazeteci Suriye hikâyesini yazdı, ne değişti? Eğer dünyayı uyandıracağı düşünülen bir makale ile güvenliğimiz arasında bir tercih yapacak olursak güvenliğimizi önceleriz. Biz Suriye rejimini destekleyen medya ordusuna, İran’a, CIA’ye ve İsrail’e karşı mücadele ediyoruz, buna mecburuz.” diyor.

Konuşmalarımız boyunca ABD ve müttefiklerine karşı düşmanlıklarını belirtmelerine rağmen, bu dört genç de Washington’un muhaliflere gelişmiş silahlar sağlaması gerektiği düşüncesindeler. Ama son görüşmede sözlerinin tonu Batı’nın Suriye’ye müdahalesi konusunda giderek daha büyük bir güvensizlik ve korkuyu yansıtıyordu.

Faraz, elindeki kaleşnikofunu göstererek, “Buna sahip olamasam dahi, Amerikalılardan asla istemezdim!” diyor. “İsrailliler bunların elimizde patlaması için ellerinden geleni yaparlar herhalde. Amerikalılar bugünlerde müdahale için bazı gerekçeler buldular ama bunlar insani gerekçeler değil.” diyor. Ve ardından ABD’nin İslam dünyasında gerçekleştirdiği müdahalelerin uzun bir listesini yapıyor ki, bu müdahaleler çok az hayat kurtardı ve genelde ölüm ve yıkım getirdi.

Muhammed keskin bakışlarıyla “Eğer ABD bu topraklara ayak basmaya cesaret edecek olursa, onları Suriye’den söküp atacağımızı bilmeli!” diyor. “Eğer bizimle yeni bir savaşa girmeyi arzuluyorlarsa biz hazırız, Afganistan’da olduğu gibi, Irak’ta olduğu gibi. Eğer ABD Suriye halkını düşünmüş olsaydı, 100.000 Müslümanın ölümünden evvel bir şeyler yapardı.” diyor.

Ve Faraz ekliyor: “Amerikalılara de ki, Müslümanları öldürmeye devam ettiğiniz müddetçe sizinle savaşacağız. Siz savaşa hazır olduğunuzda biz de hazırız!”

 

Daily Beast / 13 Eylül 2013 / Çev: Hasan Soylu

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR