1. YAZARLAR

  2. Ayşe Gül Çetin

  3. Direniş Güncesi -2

Direniş Güncesi -2

Aralık 1997A+A-

1 Kasım 97

Hiç şüphesiz Allah, kendi yolunda bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever (Saff/4)

Direniş Sürüyor:

Hafta sonlarımız artık değerlendirmeler yapmakla geçiyor. Her birimizin zihninde gecenin karanlığını ve zulmü parçalamak için birleşen kararlı adımlar, ellerde taşınan meş'aleler, her birimizin dudağında, yürekte bestelenen ve kelimelere dökülen yarım kalmış marşlar var.

Bir avuçtuk biz, göklere sığmayan/Bir avuçtuk biz cennete susayan

Ey Peygamber, onurla yükseltiyoruz sancağını, onurla takip ediyoruz bize açtığın o kutlu yolu... Mekke'de kâfirlere meydan okumaya yöneldiğinde ashabın yüreklerinde ne varsa, aynısıyla taptaze o var yüreklerimizde.

2 Kasım 97

"İnsanlar sadece iman ettik demekle sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?" (Ankebut. 2)

Sınanıyoruz, bazıları ilk rüzgârda düşüyor dalından, bazılarımızda daha da bir sıkı sarılıyor köklerine-dinine. Bazen siyahlar oluyor beyazları görmeye yarayan. Bugün direnişin başından itibaren birlikte olduğumuz bir arkadaş geldi. Saatlerce konuştuk. Neredeyse "Ey zalimler topluluğu korkun! direniş Sümeyyelerini doğuruyor" diye haykıracaktım. İslami duyarlılık çizgisini bilinçle kalınlaştıran bu güzel insana, dua ile karşılık veriyoruz. "Rabbim ayaklarını, ayaklarımızı sabit kılsın" diye. Direniş sürecinde yaşadığı iç çekişmelerini, gördüğü çelişkilerden ulaştığı sonuçları aktarıyor. Uzlaşmacı, sığınmacı tavırları eleştirirken, baskılara yasaklara karşı Rabbimizin bizden istediği kimlikle-onurla tavır koymalıyız. Başörtüm tanımını buldu, diyor. Başörtüm İslami kimliğimin sembolü, meydan okuyuşumun adı.

Saflar netleşiyor. Onu uğurlarken, bileylenen bilincini koyuyoruz heybesine. Ve umutla bakıyoruz göğe; çoban yıldızının karanlığı delen ışıltısına.

3 Kasım 97

Bu meydana yönelen her adımımızla, inancımızı işliyoruz yollara, insanlara ve Beyazıt'ın tarih yapraklarına. Bugün Tavşanlı'dan destek için gelen kardeşlerimizle daha da bir onurlandık. Kur'an'a açılan savaşa, Kur'an ve bir kalemi zincire vurarak sembolize etmişler. EVET zincire vurulmak isteniyor Kur'an. Ama patlayan bir bomba gibi zincirleri parçalayacağımızı görmüyorlar. Görmüyorlar tatlı hükümranlıklarının acı bir zehir olup yok olacağını. "Zalimler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini görecekler" (Kuran-ı Kerim, 26/227)

Bazen yetmiyor kelimeler, bazen yetmiyor dualar. Destek adına her gelenin alkışlanması, demokrasi masallarının onaylanması midemizi bulandırıyor. Gerçeğe gözlerini kapatanlar için dualar yetmiyor. Ama gene de dua ve iknadan başka yol da görünmüyor. Allah'ım bize Kur'an'la düşünüp amel etmeyi, Kur'an'ı TÜM MÜSLÜMANLAR için referans kılabilmeyi nasip et. Çünkü bulanıklığın tek nedeni kendimizi nasıl tanımladığımız ve bu tanımın gerektirdiği tavır.

4 Kasım 97

Yaşa ve gör! İlk defa yaşadıklarımız, ilk defa gördüklerimiz, bir yanıyla hıncahınç büyütürken öfkemizi-bilincimizi, bir yanıyla da soruları hücum ettiriyor zihnimize. Bekleyişin gergin saatlerini atlatmak için okuduğum kitabın adı kendiliğinden değişiyor. "Dikkat Komisyon Var"

Biz çoğunluğun söylemleriyle farklı hesaplar yapanlara, çoğunluğun değil, inanmış ve nitelikle az topluluğun önemli olduğunu anlatmak için zamana davetiye çıkarıp, yaşayın ve görün demek zorunda mı kalacağız?

5 Kasım 97

Slogan bakışlarımızla meydandayız gene. Her an bir ayet gibi yaşamakta yarışıyoruz. Her sabah evlerimizden çıkarken hayırda yarışmayı öncelikli hedef olarak koyuyoruz. Hayrı sadece cami-çeşme yaptırmakla sınırlandırmıyoruz. Hayrı, vahyi hayatımıza, hayata hakim kılma çabası olarak tanımlıyoruz. Hayırda önde olma çabasında olanlara konulan başka isimlerde türedi bugünlerde... Bazılarının literatüründeki kavramları gözden geçirmesi gerekiyor sanırım...

Bugün İstanbul'un hiç bilmediğim caddelerinde dolaştım. Öyle çok şey var ki yüreğimde. Ne için uğraşıyoruz biz? İnsanlar umarsızca koşturuyorlar, her birinin kaygısı bambaşka. Kimi alışveriş yapıyor, kimi alması gerekenler için hesap. Birileri ay sonuna parasını denkleştirmek için çalışıyor, birileri o çalışanların sırtından yaşıyor. İnsanlara baktıkça her birinde ekonomik, sosyal, siyasal zulmün resmini görüyorum. Sağım solum sobe, sağım solum zulüm.

Umutsuzluk mu? Daha bir imanla sıkılıyor yumruklarım. Olumsuzlukları görmek, umutsuzluk değil, aksine "görmüş" olmak daha da arttırıyor sorumluluk bilincimi.

6 Kasım 97

Bugün YÖK'ün kuruluş yıl dönümü. Yüksek (!) Öğretim Kurumu adıyla öğrencilerin hayatına giren Cunta'nın kuruluş yıldönümü. YÖK'ü protesto ettik. Protesto için ne alana geldik, ne de derslere girdik. Anlamlandıramayanlar için şerh düşüyorum cümlelere. Çünkü sorunu sadece başörtüsüne konulan yasak olarak görmüyoruz. Başörtüsüyle okula girdiğimizde sorun bitecek mi? İki üç kez yapılan polis aramaları sona mı erecek? Üniversite'nin anlamına uygun olarak evrensel olanı özgürce ifade etmemiz mümkün olacak mı? HAYIR. Öyleyse zulmün her türlüsüne de hayır.

7 Kasım 97

Birileri planlarını insan sayısına göre yapıyor. Bizse yarını adanmış, ahdetmiş arkadaşlarla belirliyoruz. Rasul'ün çokluğa feda etmediği ilkeler paralelinde gerçekleşsin istiyoruz herşeyi "ilkeler mevcut şartlara göre mi belirlenmeli" tartışmasına hiç girmiyoruz bile. İlkeler 1400 yıldır belli. Asıl konuşmamız gereken bu ilkelerden çıkarılacak metodlar diye koyuyoruz noktayı.

10 Kasım 97

Menar! Artık yanmalı değil mi ışıklar? Bu denizde ışıksız yüzülmez ki...

Bugün nice aradan sonra okula girdim. Henüz yeni kimlikler gelmediği için problem çıkmadı. Afişler asılmış, günün anlamsızlığı ve önemsizliğine binaen. Genede bir yanıyla devam ediyor hayat.

11 Kasım 97

Bir ayı geçti bu meydanda varlığımız. Problemi kamuoyuna duyurmak diye belirlemiştik hedefimizi. Gerçekleştiğini düşünüyoruz. Mesajımızı iletmek istediğimiz kesime yeterince ilettiğimize inanıyoruz.

Artık bir şeyler olağanlaşıyor. Setler içerden yükseltiliyor. Fitne tohumlarıyla hiçbir ücret istemeyen ve hakkı hakim kılmaktan başka beklentisi olmayan insanların sesleri yarışıyor.

Sessizce oturalım öyle mi? Daha nereye kadar. Seslerimiz zalimleri sarsmıyorsa, direniyoruz diyebilir miyiz? Direnmek onurlu bir karşı duruştur. Direnmek boynu bükük bekleyiş değildir

12 Kasım 97

Tabular, "geleneksel anlayışlar önümüze engel olarak konmasa hiçbir yasak-baskı yıldıramayacak bizi. "Lailahe illallah" peygamberin dudaklarından dökülüp ulaşmıştı bize. Türk bayraklarıyla eylemimize destek vermek için gelen kalabalıktan bir sendikacı grubunun oturma eylemini sabote eden bir komut veriyor: İstiklal Marşı. Kime karşı kazanıldığı meçhul "İstiklâlin marşı". Neyin istiklâli? Hapishaneleri müslüman dolu olani başörtüme, dinime karşı apaçık savaş açılan bu coğrafyada nasıl bir istiklâl?

Çelişkinizi alın ve muhasebe edin diyerek ayrıldım, ayrıldık bir grup müslümanla...

Kelimelerimiz hızla değişiyor. Benden, biz'in anlamlılığına doğru yol alıyoruz. Saat 12'yi gösterdiğinde buradayız bir aydır. Konuşan iki kişinin yanında hemen biten sivil bir kulak, itiş kakış görüntü almak için (sadece görüntü almak, görüntüleri aktarmak için değil} uğraşan kameramanlar, her gün çevremizde artan polis çemberi, anlamlı ifadelerle sevindiğimiz basın açıklamaları kısaca müslüman kızlar olarak ilk defa yaşadığımız bir eylem süreci.

Neler Öğrendik, neler kazandık.

Vedduha, "andolsun kuşluk vaktine", ayetleri bir bayanın sesiyle yankılanırken, Kur'an'daki kadının hayata geçtiğine şahit olduk. Kur'anî düşünce birçok şeyi gün gün öğretti bize. Birçok arkadaş kazandık. Ve sonra bir yerlere rapor vererek direnişçileri mücadeleden uzaklaştırmak isteyen insanları gördük. Velhasıl teorilerle bildiklerimizi pratize ettik, pratiklerimizle teorilerdeki eksikliklerimizi giderdik. Kazandık dostum, herhâlûkârda kazanan biz olduk.

13 Kasım 97

Ve final...

Bizi ellerimizde meş'alelerle hatırla.

Saat eylemi gösterdiğinde her zamankinden daha heyecanla Beyazıttaydık. Beyazıt. Beyazıt... Mekânlar anlamını böyle buluyor. Güven Park bu yüzden Güven Park oluyor. Meydan dün geceki bitiş ilanından dolayı tıklım tıklım.

İlkin kalabalığın karmaşıklığından kaynaklandığını düşündüm, sonra netleşti sesler ALLAH'U EKBER! SAĞ-SOL DEĞİL İSLAM'A SALDIRI. Başlarından kanlar sızıyordu. Onlar ilk günden beri ortak tavır koyduğumuz müslümanlardı. Büyük demir kapıyı açtırarak çıktılar dışarı ve halka oldular. Yaptıkları açıklamayı yarım-yamalak işittim. Kampus içinde İslama hakaret eden bir grubun demir çubuklarla saldırısına uğramışlar. Onlara ulaşmaya çalışıyoruz. Açıklamayı aynısıyla bu meydanı dolduran müslümanlara da yapmalarını istiyoruz. Ne var ki kaskını başına geçiren polisin "biz onları sizden özellikle uzak tutuyoruz" sözleri ve iki sıra oluşturulan polis engeli... Off... Asıl içerden birilerinin "aman karmaşa olmasın" telaşıyla koyduğu engeller.

Hey işitmezler ve görmezler topluluğu!

"(Müslümanlar) Bir zulüm ve saldırıya uğradıklarında, birlik olup karşı koyarlar" (Kur'an-ı Kerim, 42/39). Aramızda polis engeli, aramızda tabularımızın, korkularınızın engeli olsa da, bilin ki biz İslam için mücadele eden o topluluktan ayrı değiliz, o toplulukta bizden ayrı değil.

Bugün son gün. Son günün ilk anlarında tansiyon yükseliyor. Eylemin son günü, mücadelenin değil. Sakarya Üniversitesinden bir grup öğrencide bugün burada. Önce ilk günden beri vurgu yaptığımız konular kısaca tekrar edildi.

* Amacımız sorunu kamuoyuna duyurmaktı, bundan böyle esnafıyla, işçisiyle, bürokratıyla herkesi ilgilendirmektedir.

* İslam'ı savunmak militanlıksa, hepimiz militanız.

* Parti anlamında değil ama tavrımız siyasidir.

* Saldırı, başörtüsü adıyla İslam'adır.

Destek için gelenlerin konuşmaları akabinde de önce Başörtü Komisyonu Başkanı sonra da öğrencilerin basın açıklaması okundu. Ardından da Sultanahmet adliyesine suç duyurusunda bulunmak için yürüdük.

Suç duyurusuna geniş güvenlik (!?) ve panzer eşliğinde gittik. Varlığımızı tehdit kabul edenler memurlarını harekete geçirmiş. Her şeyin bir ilki vardır. Adliyeye böylesi bir kortejle gitmenin de olur elbette.

Suç duyurusundan sonra dağıldık, mücadeleyi farklı ve daha güçlü bir şekilde sürdürmek üzere, direnişi kadınlı-erkekli haykırarak dile getirmek üzere.

Savaşa girdi kalbim, bin yara aldı beni / Nerde bir acı varsa aradı buldu beni / Seni bir bomba gibi taşımak bu göğüste / Bir Ebubekir kıldı, bir Ömer kıldı beni / Atıldık kurşun gibi şehrin alanlarına / Birkaç put ve taş gördü birden irkildi beni / Kurmak bizlere düştü kalbi sökülmüş çağı / Buyruk en ağır yükün altına saldı beni / Parça parça bir yürek delik deşik bir bağır / Bir beş değil sevgili bin kurşun deldi beni / Böyle çıktım alana ve yürüdüm yürüdüm / Ne görebildi kimse ne de anladı beni / Ve put alanlarından geçtim İbrahim gibi / Bir savaş bildi beni bir eylem bildi beni.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR