1. YAZARLAR

  2. İbrahim Turhan

  3. Din Anlayışı ve Müslüman Sorumluluğu

Din Anlayışı ve Müslüman Sorumluluğu

Kasım 1992A+A-

De ki: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve Yakub oğullarından türeyen kabilelere indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rableri tarafından verilene inandık; onlar arasında bir ayırım yapmayız; biz O'na teslim olanlar müslümanlarız." Kim İslam'dan başka bir din ararsa bilsin ki, ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır (3/Al-i İmran, 84-85)

İnsan iradesiyle hareket eden başka bir deyişle fiillerini kendisi belirleyen bir varlıktır. Yaşam süresince bireyler faaliyet içindedirler; bazı şeyleri yapar, bazı hallere girer, bazı şeyleri de yapmaktan kaçınırlar. İnsana bu davranış biçimlerini kazandıran; yapma/yapmama bir hale girme/girmeme tercihlerini belirleyen sahip olduğu değer yargıları sistemidir. Bu sistem ona iyi/kötü, doğru/yanlış, güzel/çirkin vs. gibi yargıları sağlar ve birey de bu yargıların sonucu olan eylemi iradesiyle tercih eder. Değer yargıları sistemi, böylece insan yaşamındaki ölçüyü oluşturur. Fakat hiç şüphesiz bu sistemi de belirleyen, merkezinde yer alan ve bütün bu yargıların kendisine göre belirlendiği bir değer vardır. Bir örnekle açıklayacak olursak değer yargıları sisteminin merkezinde yer alan temel ölçü bir insan için maddi ekonomik güç (ve bunun somut ifadesi olan para ve servet) ise bu insanın değer yargıları maddi ekonomik değerlere göre belirlenecek, hayatının temel amacı servetini arttırmak ve korumak olacaktır. Dolayısıyla bir fiil veya oluşu değerlendirirken kullanacağı kriter, söz konusu fiil ve halin iyi/kötü, doğru/yanlış vs. olması tamamen maddi ekonomik değer yargılarına göre belirlenecek; sonuç olarak bir şeyi yapma veya ondan kaçınma tercihi bu şekilde oluşacaktır.

Değer yargılan sisteminin merkezinde yer alan şey her ne ise, insanın hayatını belirleyen ve yaşam boyu "tatmin ve razı" edilmeye çalışılan, adeta "emirlerine uyulan yasaklarından kaçınılan" bir varlıktır. Bu varlığın İslami ıstılahtaki adı İLAH'tır. Yani insan hangi varlığı değer yargıları sisteminin merkezine oturtmuş ise onu ilah edinmiş olur.

İnsanın ilah edinebileceği varlıklar en temelde üç kategoride gruplanabilir:

1. Maddi varlıklar ve tabiat olayları

Güneş, ay, yıldızlar, dağlar, deprem, fırtına, bazı taşlar ve madenler, putlar vs. Böyle varlıkların ilah edinilmesi, bunlara gaybi kuvvet ve kudret isnad edilmesi tarih boyunca birçok insan toplumlarında söz konusu olmuştur. Kur'an'da geçmiş kavimlerin böyle sapmalara uğradıkları ifade olunur. Bu durum, insanoğlunun kendisinin bu varlıklar ve olaylar karşısında aciz ve basit kaldığını gözlemlemesinin sonucudur.

2. insanlar, insanlar tarafından üretilen maddi veya moral değerler, insanın kendi nefsi

Bazı siyasi ve toplumsal liderler, insan toplulukları tarafından ilah edinilebilirler. Bazı sporculara ve müzik piyasasındaki şahsiyetlere gösterilen aşırı bağlılık da bu manada değerlendirilebilir. (Gerçekten de böyle kişilere futbol ilahı, rock ilahi vs. gibi isimler verilmektedir.)

İnsanlar tarafından üretilen para, maddi-ekonomik güç gibi somut veya bilim, teknoloji, beşeri ideolojiler ve dinler, toplumsal beğeni, şöhret gibi soyut/moral değerler de ilah konumunda yer alabilirler. İnsanların tüketemedikleri, hayatları boyu tüketemeyecekleri ve somut, görünür manada ihtiyaç duymadıkları halde sırf kazanmış olmak için para kazanmaları; bazı durumlarda ihtiyaç duydukları halde ekonomik değerlerini harcamayıp devamlı biriktirmeleri böyle bir ilah edinmenin tipik bir örneğidir. Sırf şöhret uğruna bütün varlıklarını harcayan, meşakkatli ve tehlikeli tıbbi operasyonlar geçiren, en temel insani ihtiyaçlarından, aile, dostluk gibi değerlerden fedakarlık eden insanlar kavram olarak mücerret "şöhret"i ilah edinmişlerdir. Yine bazı beşeri ideoloji ve dinler için canlarını dahi feda eden insanlar vardır. Bilimi en hakiki mürşit olarak gören, teknolojiyi insan sağlığını hatta dünyadaki canlı hayatı tehlikeye soksa da baş tacı eden aydınlan maçı, evrimci-ilerlemeci, "pozitivist zihniyet de bu kategoride yer alır. Son olarak insanın kendi arzu ve isteklerini dünya görüşünün merkezine yerleştirdiği, hayatı hazlar-acılar diyalektiğinde anlamlandırdığı (enaniyet-egoizm-bencillik) durum nefsi ilah edinmek olarak ifade edilebilir.

3. İnsandan üstün olan (ya da olduğu var sayılan) varlıklar ve bu ilahi gücün temsilcisi konumunda olan insanüstü kişiler. Allah, melekler, cinler, şeytanlar, peygamberler, veliler vs.

İlah edinilen varlığın yarattığı değer yargıları ve bunun sonucunda ortaya çıkan fiil ve oluşlar insana bir yaşama biçimi oluşturur. Hayat ve irade üzerinde mutlak egemenlik, üstün sulta, külli otorite, bu otoriteye karşı gösterilen itaat söz konusu otorite itaat ilişkisinin sonucu ve gereği olarak ortaya çıkan, fikri ve ameli düzen; neticede, bütün bir hayatı kucaklayan genel davranış tarzını, yaşam felsefesini, olaylara ve insanlara bakış biçimini oluşturur. Bunun gerektirdiği yasalar ve ilkeler sistemiyle yargı ve ceza anlayışını da içeren bütün bu düzene de yine İslami ıstılahta DİN adı verilir.

İnsan sahip olduğu akıl, muhakeme gücü ve temyiz kudretiyle varlığına, yaşamına anlam kazandırmak ve bir amaç edinmek ister. Tarih boyunca insanoğlunda bu ihtiyaç var olmuş, ideoloji ve felsefe mektepleri bunun sonucu doğmuştur. Çevresinde kendi dışında işleyen bir düzen ve uyum gören insan, bu bütünlük içerisinde kendi varlığının anlam ve konumunu, yaşam amacını (belli bir zihinsel olgunluğa gelince) aramaya başlar. Yakın ve uzak çevresi, içinde yaşadığı sistem ve toplum ona kendi değerlerdi kazandırmaya çalışır. Bu süreçte birey de aklederek bu değerleri sorgular ve bir sonuca varır. Böylece kendisine ilah ya da ilahlar edinir ve dinini seçer. Dış etmenler ne derece güçlü ve kuşatıcı olurlarsa olsunlar son kertede nihai tercihi hür iradesiyle insan yaptığı için bu tercihinden ve doğacak bütün sonuçlarından da doğal olarak sorumludur. Şayet sorgulamasında selim akıl kullanır ve böylece aklederse; içinde yaşadığı evrene, topluma, madde ve insan gerçeğine bakar, böylece tefekkür ve tezekkür eder (öğüt alır) ise doğru yolu ve Hakk dini mutlaka bulur.

"Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. Üzerine gece basınca (İbrahim) bir yıldız gördü: 'Budur Rabbim' dedi. Yıldız batınca: 'Batanları sevmem.' dedi. Ay'ı doğarken görünce: 'Budur Rabbim' dedi. O da batınca: 'Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapan topluluktan olurdum.' dedi. Güneşi doğarken görünce: 'Budur Rabbim, bu daha büyük' dedi. (O da) batınca dedi ki: 'Ey kavmim, ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben yüzümü tamamen gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben O'na ortak koşanlardan değilim." (6/En'am 75-79)

İbrahim (a) kıssasında olduğu gibi insan kendisine ve çevresine bakarak, aklederek bu düzenin bir yaratıcısının olduğunu, kendisi de dahil her şeyin bir anlamla ve bir amaç için yaratıldığı sonucuna varabilir.

"Biz onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde (benliklerinde) ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kur'an)nun gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinizin her şeye şahit olması yetmez mi?" (41/Fussilet 53)

"Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz, ama onları bilenlerden başkası düşünüp anlamaz. Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda inananları cin bir ibret vardır." (29/Ankebut 43-44)

"Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlenmek için yaratmadık. Onları sadece hak bir sebeple (hikmetli bir gaye ile) yarattık. Fakat çoğu bilmiyorlar." (44/Duhan 38-39)

İnsanın yaratıcısı olması hasebiyle onu en iyi bilen Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'de çeşitli ayetlerle akletmemiz, düşünüp öğüt almamız için bize yol göstermiştir. Allah insanları kendi sözleriyle kendisine çağırmış, böylece bir anlamda İslam davetçilerine de davetle ilgili ışık tutmuştur.

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyıp giden gemilerde, Allah'ın gökten su indirip onunla ölmüş olan yeri dirilterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır." (2/Bakara 164)

"Taneyi ve çekirdeği yaran, şüphesiz Allah'tır. (O), ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır, işte Allah budur. O halde nasıl çevriliyorsunuz? Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran O'dur. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap (ölçüsü) yapmıştır. Bu, o üstün ve bilen (Allah)in takdiridir. O'dur ki karanın ve denizin karanlıklarında yolu bulmanız için size yıldızları yarattı. Gerçekten biz, bilen bir toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık. O'dur ki sizi bir tek nefisten inşa etti. Sizin için bir kalış ve bir emanet olarak konuluş yeri ve süresi vardır. Gerçekten biz, anlayan bir toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık. O'dur ki, size gökten su indirdi. Onunla her çeşit bitkiyi çıkardık, o bitkiden bir yeşillik çıkardık, ondan da birbiri üzerine binmiş daneler; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; zeytin ve nar çıkarıyoruz. (Bunların) kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Her birinin meyvesine bakın: Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman. Şüphesiz bu size gösterilenlerde, inananlar toplumu için elbette çok ibret vardır." (6/En'am 95-99)

"Ey insanlar eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz (bilin ki) biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra yaradılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra güç (ve kabiliyetlerinize ermeniz için (sizi büyütüyoruz). İçinizden kimi (henüz çocukken) öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına itiliyor ki, bilirken bir şey bilmez hale gelsin. Yeri de kurumuş, ölmüş görürsün. Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir. Bu böyledir. Çünkü Allah, tek gerçektir ve O, ölüleri diriltir ve O, her şeyi yapabilir." (22/Hacc 5-6)

"Andolsun biz insanı çamurdan bir süzmeden yarattık. Sonra onu bir nutfe olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra nutfeyi alakaya çevirdik, alakayı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir." (23/Mü'minun 12-14)

Bunlar ve benzeri, kevni hakikatler diyebileceğimiz ayetler Kur'an-ı Kerim'de çok geniş yer tutar. Genellikle belli bir bilince ulaşan müslümanlar ne yazık ki "nasıl olsa iman ettik" dercesine bu ayetlere -pek önem vermiyorlar ve atlıyorlar demeğe haşa cür'et edemiyoruz ama- gerektiği kadar eğilmiyorlar. Rabbimizin aynı hakikatleri tekrar tekrar döne döne ifade etmesinin ve dikkatimizi bu noktaya çekmesinin hiç şüphesiz birçok hikmetleri vardır.

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette sağduyu sahipleri (ulül-elbab) için ibretler vardır. Onlar ayakta, otu­rarak ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar (hatırlarlar, düşünürler, Allah'ın zikri Kur'an'ı okurlar), gökle­rin ve yerin yaratılışı üzerinde düşü­nürler (ve derler ki): Rabb'imiz; bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru." (3/AI-i İmran 190-191)

İslam'ın temeli, akidesinin özü, Allah'ın insanlara çağrısı, çağlar boyu elçilerin anlattığı hakikat, inananların, salihlerin ve şehidlerin uğrunda mücadele etlikleri ve bugün bizim de hayatımızın anlamını, eksenini oluşturan düstûr TEVHİD Kur'an'da işte bu hakikatlere isnad edilir.

Allah'ın; insanlığın tarih boyu üzerinde çeşitli vehimler ürettiği ve kendi vehim ve zanlarına tabi olduğu uluhiyet davasındaki teklifi tevhiddir: "La ilahe illallah." Yani "Allah'tan başka hiç bir ilah (ve ilahi vasıflara, ilahlık özelliklerine, ilahlık makamının yetki ve tasarruflarına kısmen bile sahip olan hiç bir uluhiyet) yoktur."

İnsan için yegane ilah ancak Allah olabilir. Çünkü O yaratan, yaşatan, öldüren, dirilten ve hesaba çekendir. Her şeyin sahibi, mutlak tasarrufu elinde bulunduran, varlığımızı ve hayatımızı kendisine borçlu olduğumuz tek varlıktır. İnsanın kendi ürettiği değerlere, maddi varlıklara, başka insanlara, insani yargılara ve kendisine tabi olması, bunları ilah edinmesi saçma ve şerefsizcedir; insan olma haysiyetine yakışmayan, insanı alçaltan, onursuz ve köleleştirici bir durumdur. Sonucu da helak ve ebedi azaptır. Bu apaçık hakikati Rabbimizin nasıl ifade ettiğini bu konuyla ilgili Kur'an'da yer alan pek çok ayetten birkaçını alıntılayarak inceleyelim:

"iyi bil ki, göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar dahi, gerçekte koştukları ortaklara uymuyorlar, onlar sadece zanna uyuyorlar ve onlar sadece saçmalıyorlar." (10/Yunus 66) (28/Kasas 62-63)

"Hiç bir şey yaratmayan, kendileri yaratılan şeyleri ortak mı koşuyorlar? (O putlar) ne onlara bir yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım ederler. Onları doğru yola çağırsanız size uymazlar. Ha onları çağırmışsınız, ha susmuşsunuz, sizin için birdir. Allah'tan başka taptıklarınız da sizler gibi kullardır, doğru iseniz, çağırın onları da size cevap versinler." (7/A'raf 191-194)

"De ki: 'Düşündünüz mü kendiniz hiç? Size Allah'ın azabı gelse, ya da o saat gelse, Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru iseniz söyleyin. Hayır, yalnız O'na yalvarırsınız; O da dilerse istediğiniz belayı kaldırır ve o zaman ortak koştuklarınızı unutursunuz." (6/En'am 40-41)

"Andolsun onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, elbette 'Allah' derler. De ki: 'O halde Allah'tan başka çağırdıklarınız gördünüz mü, şimdi Allah bana bir zarar vermek istese, onlar O'nun vereceği zararı kaldırabilir mi? Yahut bana bir rahmet vermek dilese onlar O'nun rahmetini durdurabilirler mi?' De ki: 'Allah bana yeter. Tevekkül edenler O'na dayansınlar." (39/Zümer 38)

Bunun dışında cinlerin (6/100-101) ve meleklerin (17/40,19/88-95) ilah edinilemeyeceği, Allah'tan başka herhangi bir varlıkta gaybi kuvvet ve kudret telakki etmenin yanlış olduğu, bunun Allah'a eş koşmak olacağı ifade edilmiş, Allah'ın peygamberleri ve salih kulları (2/116, 5/18, 9/30) dahi olsa hiç kimsenin kısmen bile uluhiyette ortak olamayacağı, "Allah'a yaklaşabilmek" gibi görünüşte iyi niyet içeren sebeplerle dahi Allah'tan başkasına kulluk edilemeyeceği (39/3, 4) ve kudsiyetin Kuddüs olan Rabbimize ait olduğu açıklanmıştır. Tevhid dini İslam'ın akidesi böylece "Allah'tan başka hiç bir ilah (ve uluhiyet) yoktur" ifadesiyle belirlenmiştir.

Allah'ı tek ilah kabul eden bir kişi değer yargılarını O'na göre belirleyecektir. Hakkı batıldan O'nun ölçüsüyle ayıracak, hayatını (O'nun dinine göre şekillendirecektir. Burada Allah ve O'nun dini hakkında nasıl bilgi sahibi olunacağı sorunu ortaya çıkar. Başka bir deyişle dinin kaynağı olacak bilgi nedir sorusuyla karşı karşıya kalırız.

Genel olarak bilgi bir şeyin varlığıyla (vücud) gerçekliğiyle (hakikat) özüyle (asıl) ve özellikleriyle (mahiyet) ilgili doğru veriler olarak ifade edilebilir. Bilgiyi oluşturan ve sağlayan şeyler de:

1. Duyular ve algı,

2. Akıl.

3. Olgu ve olgu hakkında doğru (sadık) haber

4. Öncül bilgi,

olarak sınıflandırılabilir.

Gerçekten daha önce de ifade ettiğimiz gibi insan, yaratıcının varlığını, bu yaratıcının "alemlerden müstağni ve münezzeh" (yani herhangi bir şeye ihtiyaç duymayan, yaratılmış şeylere benzemeyen, onların dışında, ötesinde olan ve olgunlukları, güzellikleri kendisinde barındıran; her türlü noksanlık, zaaf, çirkinlik ve kötülükten uzak olan) tek bir yaratıcı olduğunu, yaratmadaki tasarrufunun hala devam ettiğini de insan aklederek bulabilir. Ama buradan ötesini; örneğin bu yaratıcının zatı ve mahiyetini, vasıflarını, yarattıklarından neler istediğini, yaratıcı ile kul arasındaki ilişkinin nasıl olacağını, kısacası Allah'ı ve Allah'ın dininin itikad ve ahkamını sırf yalın akılla bulabilmek mümkün ve makul değildir. Bu alan insanın müşahade sahasının dışında, gayb alemi olduğuna göre duyumlar, algı ve sezgi de bir şey ifade etmeyecektir. Dolayısıyla Allah'ın yol göstermesine ihtiyaç vardır.

İnsanın selim akılla, açık kalple sahip olduğu duyu organları ve temyiz kudretiyle yapacağı muhakemede merhametlilerin en merhametlisi Erhamu'r-rahimin olan Rabbimiz onu yalnız ve yardımcısız bırakmamış, peygamberlerini müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndermiş, onlarla beraber içinde hakkı taşıyan; arınmak isteyenler, Allah'tan korkup sakınanlar için hidayet (yol gösterme) ve şifa (sorunlarının çözümü) olan kitaplar indirmiştir.

"İnsanlar bir tek ümmet idi. Allah peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere, içinde gerçekleri taşıyan kitabı indirdi. Oysa kendilerine kitap verilmiş olanlar, kedilerine açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskanç­lıktan ötürü onda anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle inananları onların üzerine ihtilaf ettikleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir." (2/Bakara 213)

Buradan Allah ve O'nun diniyle ilgili bilginin büyük ölçüde sadık habere dayanacağını ve diğer bilgi kaynakları olan duyu, algı, akıl ve öncül bilgilerin sadece bu haberi doğrulamakta ve anlamakta yararlı olabileceğini anlayabiliriz. Dolayısıyla bu konuda bize ancak Rabbimizin bilgilendirmesi yol gösterecektir.

Allah'ın zatı ve dinini bize bildirecek olan bilgi zanni, itibari (başka bir kaynağa atfen bilinen), izafi (kişiden kişiye, zaman ve zemine göre değişen) ve içtihadı (yorum sonucu ulaşılan) olamaz. Dinin esasına ve itikadına ait bilgi sübutu (varlığı, sabit oluşu) ve delaleti (neye işaret ettiği) kafi (kesin, açık), mütevatir (yalan olması mümkün olmayan, doğruluğu kesin) haber olmak zorundadır.

"Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise haktan hiç bir şey kazandırmaz." (53/Necm 28)

"(insanlar tarafından) kabul edildikten sonra, Allah(ın dini hakkın)da tartışanların delilleri, Rableri yanında batıldır. Üzerlerine bir gazab ve onlara şiddetli bir azab vardır. Allah (O) dur ki hak olarak Kitab'ı ve ölçüyü indirdi. Ne bilirsin, belki saat yakındır?" (42/Şura 16-17)

"Onlar (o putlar), sizin ve babalarınızın, (tanrı) diye isimlendirdiğimiz (boş, kavramsız) isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlara hiç bir güç indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerin alçak hevesine uyuyorlar. Halbuki onlara, Rab'leri tarafından yol gösterici gelmiştir." (53/Necm 23)

"Rabbin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, işitendir, bilendir. Yeryüzünde bulunan (insan)ların çoğuna uysan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zannediyorlar ve onlar sadece saçmalıyorlar." (6/En'am115-116)

Böylece dinin kaynağı olan bilginin yalnızca; Allah'ın indirip koruması altına aldığı (15/9), ayetlerini sağlamlaştırıp güzelce açıkladığı (11/1), ayetleri açıklanmış (41/3), anlaşılması için apaçık bir Arapça ile indirilmiş (12/2, 16/103, 19/97, 29/113, 26/195, 39/28,41/3, 44, 42/7, 43/2-3, 44/58, 46/12), öğüt alınsın diye kolaylaştırılmış (43/3; 44/58; 54/17, 22, 32, 40), önünden ve arkasından bir batılın bulaşamayacağı eşsiz (41/41-42), doğrulukça ve adaletçe tamamlanmış (6/115) ve hiç kimsenin değiştiremeyeceği (6/115, 18/27) vahyi, kitabı Kur'an-ı Kerim olabileceği ortaya çıkar. Çünkü Kur'an dışında hiç bir kaynak bu özelliklere sahip değildir.

İnsan varlık aleminde kendi konumunu, Allah'la ilişkisinin nasıl olacağını, yaşantısını nasıl sürdürmesi gerektiğini ancak Kur'an'dan öğrenebilir. Allah; insana yaratılıştan bazı özellikler vermiş, onu diğer varlıklar arasından seçmiş, yaratılmış olan her şeyi ona boyun eğdirmiş bunun ardından büyük bir görev ve ciddi bir sorumluluk yüklemiştir. Hayat insan için bir imtihan, varlık alemi de bu imtihanın alanıdır.

"Gökleri ve yeri altı günde yaradan O'dur. (Bunları yaparken) Arş'ı su üzerinde idi. Ki hanginizin güzel amel yapacağını denesin." (11/Hud 7)

"O hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır." (67/Mülk 2)

Bu ayetlerden hayatın anlamının bir imtihan olması olduğunu bütün evrenin yalnızca, imtihan olan hayatın sürdürülebileceği bir imtihan salonu olmak üzere yaratıldığını görüyoruz.

Hayatın imtihan olması dünyadaki bütün varlıklar arasından sadece insan içindir.

"Rabbin meleklere "Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti; melekler, "Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" dediler; Allah "Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi. Ve Adem'e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi. "Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin" dedi. Cevab verdiler: "Sen münezzehsin, öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen hem bilensin, hem Hakim'sin". Allah "Ey Adem onlara isimlerini söyle dedi. Adem isimlerini söyleyince, Allah "Ben gökler ve yerde görünmeyeni biliyorum, sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim, diye size söylememiş miydim?" dedi." (Bakara/2, 30-34)

Rabbimiz insanın yaradılışını diğer varlıklardan farklı ve üstün kılmış, diğer yaratıklara bahşedilmemiş akıl, muhakeme, temyiz gücü, irade, tercih edebilme yeteneği gibi meziyetlerle insanı donatmış, en güzel biçimde yaratmıştır [95/4). Böylece insan sorumlu kılınmıştır.

"O'dur ki sizin için o kulağı, o gözleri ve gönülleri inşa etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz. O'dur ki, sizi yeryüzünde yaratıp yaydı ve O'na götürüleceksiniz. O'dur ki yaşatıyor, öldürüyor. Gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun eseridir. Aklınızı kullanmıyor musunuz?" (23/Mü'minun 78-80)

"Doğrusu biz insanı, imtihan et­mek için karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici, görücü yaptık. Biz ona yolu gösterdik: (o) ya şükredici veya nankör olur." (76/insan 2-3)

"Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, on(un sorumluluğundan korktular; onu insan yüklendi; doğrusu o, çok zalim, çok cahildir." (33/Ahzab 72)

"İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır?" (75/Kıyamet 36)

İşitici, görücü; akıl, idrak ve anlayış sahibi olan insana Allah iki hedef (90/10) yani doğruyu/hakkı ve yanlışı/batılı göstermiş; yaratılışında her iki yöne de eğilim vererek (91/7-8) onu bu iki yol arasında serbest bırakmış, kendi iradesi ile karar verebilecek ve tercih yapabilecek gücü bahşetmiş (78/39,18/29) onun bu tercihi sonucu sorumlu olacağını (53/39-41; 22/10), kazandığıyla rehin alındığını (74/38) bildirmiştir.

Bu sorumluluğun mahiyetine baktığımızda; İnsanın varlık amacının, yaratılış gayesinin Allah'a kulluk etmek olduğunu Kur'an'dan (51/56) öğreniyoruz. Bu ifade; insanın maddeyle (üretim, tüketim, mülkiyet, tasarruf vs.) diğer insanlarla (hukuk, siyaset, ahlak vs.) ve kendisiyle (kişisel yaşantı, iman vs.) olan ilişkilerinin tamamen ve her yönüyle Allah'la ilişkisi çerçevesinde gerçekleşmesi ve Allah'la ilişkisinin bütün bu diğer ilişki biçimlerini kuşatıp belirlemesi gerektiğini bize anlatır, insanın yaratıcısı ve ilahıyla olan ilişkisi kulluktur. Müslümanın hayatının anlamı işte budur.

"Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, gerçek dine, doğruya yönelen ve puta tapanlardan olmayan İbrahim'in dinine iletmiştir" de. De ki: "Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, alemlerin Rabbi Allah içindir. (6/En'am161-162)

"Onlara bir musibet geldiğinde: "Biz Allah'ınız ve elbette O'na döne­ceğiz" derler." (2/Bakara 156)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR