1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Dergimize Kapatma Davası

Dergimize Kapatma Davası

Ekim 2000A+A-

Haklar ve özgürlükler konusunda koca bir yalanlar dünyası ile karşı karşıyayız. Bu yalanın adı küreselleşme. Tüm baskılar, sömürüler, hak İhlalleri ve yasaklar küreselleşmenin yükselen değerleri adına gerçekleştiriliyor. Muhalif sesler bazen baskı, yasak ve cezalarla susturulmaya, bazen de demokrasi ve çok kültürlülük söylemi içinde tuzağa düşürülerek değersizleştirilmeye çalışılıyor. Küresel kapitalizm her demokratik ortama bir 12 Eylül, her 12 Eylüle de bir Özalizm tasarlıyor. Her iki rolün aktörlerini bulmakta da zorlanmıyor. Şu anda Türkiye'de de Filistin'de de rol değişiminin sancıları yaşanıyor. Bir tarafta demokrasi bir tarafta barış (!). İnsanımız bu oyunun senaryosuna mecbur değil. Hayatın amacını algılamada ve pratiği belirlemede kendi değerleri ve alternatif kimliği var. Karşı çıkılan, korkulan ve saldırılan da bu alternatif kimliğin imkanları. Dergimizin gündem yazısı ve gündemle ilgili yazıları da Filistin direnişi, imkanlarımızın değeri, değerlerimize yapılan saldırılar ve geleceğimize kurulan komplolarla alakalı.

Türkiye egemenleri alternatif kimliğimize "irtica" diyor. Ve İslami değerler birinci öncelikli tehdit olarak algılanıyor. Filistin'de ise bu kimlik, başta Mescid-i Aksa olmak üzere tüm sembolleriyle birlikte bitirilmeye, İmha edilmeye çalışılıyor. Ancak İslami kimliği ile varolduğu ve değerlerine sahip çıktığı oranda yaşamın anlamlı olacağının bilincindeki Filistin müslümanları, özgürlüklerinin bedelsiz ve sığınmacı bir tavırla sağlanamayacağının idraki içinde egemenlerin senaryosunu bozuyor. İşgalciler, kutsal değerlerine ve özgürlüklerine sahip çıkan Filistin halkının çocuklarını bile "Dünya Çocuklar Günü"nde katledebiliyor. Filistin'deki "intifada" ateşi Batı'nın, vahşi, buyurgan ve sömürücü yüzünü maskelemek için demokrasi, özgürlük, insan hakları söylemlerini ne denli iki yüzlüce kullandığını apaçık ortaya döküyor. Filistin'de işgalci rejim yerleşik bir halkı katlederken dünya insan hakları kuruluşları susuyor, aktüel demokrasi havarileri ve özgürlük müdafileri susuyor. Ama Filistin çocukları susmuyor, hak ve adalet mücadelesi, özgürlük haykırışları susmuyor. İntifada gönlümüzde, bilincimizde rehberleşiyor.

Filistin'de Mescid-i Aksa'nın altı oyulurken, Türkiye'de de imam Hatip Liseleri'nin, Kur'an kurslarının, İslami kuruluşların altı oyuluyor. İnanç ve düşünce yasaklarıyla, yayın toplattırmalarla, hedef göstermelerle, operasyon tehdidiyle ve ağır cezalarla İslami duyarlılık sindirilmeye ve ilkesizleştirilmeye çalışılıyor. Ancak Türkiye'de de imkanlar ölçüsünde, yaşanan zulme karşı çıkılmıyor değil. Ama bu karşı koyuş bilinçli bir tavra ve sürekliliğe dönüşmüyor. Çoğu zaman zulüm kapıyı çaldığı zaman tavır alınmaya çalışılıyor ki o zaman da çözülenlerin veya sırasını bekleyenlerin katılımı sağlanamıyor. Gencecik İHL'li çocukların kişilik ve kimliklerine getirilen yasaklara direnmeleri yaşadığımız acılar içinde geleceğe taşınan umutları oluşturuyor; ama ülke sathında sıkılan yumruklar bütünleşemiyor.

Ülke sathında yaşanan atalet ve can sıkıntısı İslam coğrafyasının birçok yöresinde de geçerli. 1960'lı 70'li yıllarda grafiği yükselen İslami uyanışın etkisi 21. yüzyıla adım attığımızda aynı coşkuyu taşımıyor. Tabii ki Yeni Dünya Düzeni'nin gücünden, tek kutuplu bir dünyanın ekonomik, teknolojik, kültürel tekelleşmesinden bahsedilebilir. Ancak imkanlarımızı daraltan, dairemizi ufaltan sadece küresel kapitalizm değil. Bir taraftan da kazanımlarımızı geliştirememenin zaaflarını kendimizde aramalıyız. "Başınıza gelen musibet kendinizdendir" ilahi buyruğu bizi dışımızdaki şartlan tahlil ve analiz etmek kadar, kendi yanlışlarımızı, zaaflarımızı ve tarzımızın tutarlılığını da araştırmaya sevk edebilmelidir. Nasıl ki İslami uyanışın kazanımları bizi biz yaptı ve bizim tarihimizi oluşturdu ise, zaaf ve eksiklerimiz de kendini bu duyarlılık dairesi içinde gören her müslümana aittir. O halde sadece birilerinin iyi düşünmesi veya iyi gayretler içinde olması yetmez. İyiliğin ve doğruların İslami hareket dairesi içindeki herkes tarafından kavranması, geliştirilmesi ve taşınması gerekmektedir. O halde genel gidişatın durağanlığını ve imkansızlıklarını aşmak için ciddi durum değerlendirmelerine ve gelecek tasavvurlarına ihtiyacımız kaçınılmazdır. Bu sayımızda söz konusu ihtiyaca tekabül edeceğini düşündüğümüz bir tartışma başlattık. 'İslami Hareketlerin Bugünü ve Geleceği' ile ilgili bu tartışmamıza geniş tecrübelerini ve uzun yıllar içinde edinilmiş birikimlerini gözeterek katkılarını istediğimiz A. Müftüoğlu, R. Kaya, K. Sağlam, H. Yazgan ve B. Kavuncu yazılarıyla katıldılar. Konuyla ilgili N. Sıddıki'nin bir değerlendirme yazısının çevirisini de bu dosyaya ilave ettik. Konuyu tartışmak bizim için bir başlangıç. Bu başlangıcın dikkat çektiği alt başlıkları da gelecek sayılarımızda tartışmaya açmayı planlıyoruz.

Tabii ki imkanlar açısından geleceğin nasıl seyredeceği hakkında kesin ifadelerde bulunamıyoruz. Çünkü geleceği karartılan bir ülkede yaşıyoruz. Ama Allah'ın arzı ve insanlığın kullanabileceği imkanlar her zaman egemen şartlara tutsak değil. Yeter ki şartları zorlayacak aydınlık bir kalp intifadası ve vahyi ilkelerimizi her daim gündemleştirme azmi taşıyan bir iman tazelenmesi, kararlılığımızı yönlendirsin. Gözyaşlarımız kaybettiklerimiz için değil, Yakup'un özlem duyduğu Yusuf'u binlerce çoğaltmak için aksın. O zaman ne yasaklar, ne toplatmalar ve ne de yayını durdurma kararları bizi sınırlayabilir.

Demokrasi ve özgürlüklerden yeniden bahsedilmeye başlandığı bir süreçte de, imkanlarımızın en fazla daraltıldığı, inanç ve özgürlüklerimizin en fazla ihlal edildiği bir dönemi yaşıyoruz. "Umut Operasyonu" bahanesiyle birçok şehirde gözaltına alınan ve kimliklerini terk etmeleri yönünde baskı ve şiddete maruz bırakılan müslümanların mağduriyetlerini gündemleştirmeye fırsat bulamadan şimdi de "Malatyalılar" diye bir örgüt kurgulanarak farklı şehirlerde temayüz eden yüzlerce müslüman daha gözaltına alınıyor. Hukuki olarak varlığını sürdüren veya sürdürmüş olan yayınevi ve dergiler illegal örgüt yuvaları gibi takdim edilerek düşünce özgürlüğü ve muhalif kimlikler yargısız infaza tabi tutuluyor. İslami kamuoyu inanç ve özgürlüklerinden taviz vermeleri amacıyla bir korku sendromu içinde boğulmak isteniyor. Yasak ve baskılar İslami eğitim vermek için açılmış olan İHL'lere ve ilahiyat fakültelerine kadar dayatılıyor. Demokrasi havarisi olarak takdim edilen Cumhurbaşkanı Sezer, TBMM yeni dönem açılış oturumunda yaptığı konuşmasıyla MGK'nın ve Batı Çalışma Gurubu'nun "irtica" odakları olarak gösterdiği basın kuruluşlarını sayı vererek hedef gösteriyor ve düşünce özgürlüğünün sadece tek tip ideoloji İçin yani Kemalizm için geçerli olduğunu sistemin demokratik versiyonu boyutundan tekrar ortaya koyuyor. 28 Şubat travmasından kurtulmada kendisini şefaatçi gören muhafazakar kesimlere ise bu beyanlar karşısında yutkunmaktan ve yalancı mumlarla hayal kurmanın hüsranını yaşamaktan başka bir seçenek kalmıyor. Baskı ve yasaklar politikası, sistemin demokratik yüzü tarafından da savunuluyor.

Yukarıda, sorunlarımızı aşmak için gündemleştirmek ve tartışmak istediğimizi ifade etmiştik. Ancak imkanlarımıza da vurgu yapmıştık. Çünkü dergimiz ikide bir DGM tarafından toplatılmaya başlanmıştı. Ve son olarak F Tipi Cezaevi sorununun kapağa taşındığı Ağustos sayısı bu nedenle toplatılmıştı ve İstanbul DGM'de açılacak davayı bekliyorduk. Dava 312/2'den açılacaktı. Ama gelişme sadece bu kadarla kalmadı. Dava olağan olanın dışında açıldı. Ve İstanbul DGM Savcısı 312/2 yanında dergimizin 5680 sayılı yasanın Ek 2/1. maddesi gereğince kapatılmasını talep ederek bu davayı açtı. Yani dergimizin kapatılıp kapatılmayacağına karar verilecek bir dava. Mahkeme 18 Aralık 2000 tarihinde, 4 No.lu DGM'de başlayacak. Bu, susturmanın bir çeşidi. Zaten toplatmaya neden gösterilen yazılarımızdan birisi de "susturulan ülke" ifadesi ile başlamıyor muydu? Ya operasyonla, ya yasaklarla, ya işkenceyle ya da olmadı başka bir biçimde...

Ancak daraltılan ve sıkıştırılan gündemlere hapsedilemeyecek kadar bir gönül enginliğini yaygınlaştırabilmeli, basiret ufkumuzu büyültebilmeli ve sevdamızı derinleştirebilmeliyiz. Böyle bir azmin bağlısı olmak, zaten dualarımızın mihverini oluşturmuyor mu? Değerlerimizi güçlendirerek, yenileyerek ve imkanlarımızı kendimizi aşan bir inşa çabasıyla birlikte Rabbimizin razılığına sunarak yönelinen bir istikamet, kendini sistem içi araçlarla var kılmamış demektir. İnsanlara, kitlelere, kamuoyuna yönelen sesimizi kısmanın planları karşısında üreteceğimiz yeni araçları ve imkanları hiç bir zaman gündemimizden düşürmedik. Yasaklar, engeller, komplolar olabilir. Hayatın iniş çıkışları sünnetullah gereğidir. Ama her daim mesajımız ve söylememiz gereken sözümüz gündemde yer almalıdır ve alacaktır. Bize düşen geleceğin karanlığını kestirerek hayıflanmak değil, mesajımızla amel edebileceğimiz bir pratiğin ateşini yakabilmektir. Kur'an'ın aydınlığını sosyalleştirmek, geleceğin karanlığını da aydınlatmak demektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR