1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Bush Kazandı Amerika Kaybedecek!

Bush Kazandı Amerika Kaybedecek!

Kasım 2004A+A-

Tarık Ali "Sokak Savaşı Yılları" adlı kitabında, 1967 yılının başlarında Vietnamlı bir askerin savaşın geleceğine dair çarpıcı bir değerlendirmesini aktarır. Amerikan ordusunun Vietnam'da işlediği savaş suçlarını tespit amacıyla bir grup anti-emperyalistle birlikte bu ülkeyi ziyaret eden heyete, Amerikan saldırganlığının en acımasızca devam ettiği bir ortamda Vietnamlı asker şöyle der: "Amerikalıların zafer ve yenilgi arasında tercih şansları kalmadı. Ancak yenilgi ve bozgun arasında seçim yapabilirler."

Bu değerlendirme 2 Kasım günü yapılan Amerikan seçimlerine tam oturmakta. Bush'un başkanlığında tüm dünyayı savaş alanına çeviren "yeni-muhafazakar" çeteye bir dört yıl daha iktidar vizesi vermekle Amerikan toplumu kaybedilmiş bir savaşı ısrarla, vahşice ve umutsuzca sürdürmeyi tercih etti. Dünyaya sırtını dönmüş; kuşatıcı propaganda mekanizması tarafından aklı, mantığı ve vicdanı teslim alınmış; bizzat sorumlusu olduğu acıları, yıkımları ve bunların meydana getirdiği devasa tepki selini görmezden gelen insanların ülkesi Amerika. Ve tüm dünyadan yükselen ikazlara, itirazlara rağmen Amerikan toplumu yalan ve gözbağcılığı meslek edinmiş muhteris bir kadronun peşinde kendileriyle birlikte dünyayı bir felakete doğru sürüklediğinin farkında değil. Sığlık ve müstağnilik bu toplumu kör etmiş adeta.

Daha fazla kan dökerek, bombalayarak, zulmederek dünyayı kendileri için daha güvenilir kılacaklarını düşündüler. Oysa adaletin olmadığı yerde, barışın da olamayacağı, hiç kimsenin güven içinde bulunamayacağı gerçeğini kavramaları için yaşananlardan ders çıkartmaları gerekirdi. Kendilerine güvenlik vaat edenlerin dünyayı kaosa, kargaşaya sürükleyerek bu sonucu elde edemeyecekleri anlaşılmış olmalıydı.

Bir önceki seçimi tartışmalı bir biçimde kazanan Bush bu kez açık farkla ipi göğüsledi. Üstelik Amerikan sisteminin geleneksel zaaflarından biri sayılan katılım oranının önceki seçimlere oranla yükselmiş olması meşruiyet ve katılım tartışmaları bağlamında Bush'u daha da güçlendiren bir faktör oldu. Elbette Amerikan halkının tamamını Bush'un katliamlarına onay vermekle suçlamak mümkün değil. Rakamlar itibariyle 59 milyon Amerikalının Bush'a sürdürdüğü katliam politikasına devam yetkisi vermesine karşın, tam 55 milyondan fazla seçmenin ise Bush'un politikalarına onay vermeyip, rakip olarak gördükleri adaya oy verdikleri göz ardı edilemez.

Bununla birlikte somut siyasal netice açısından Amerikan toplumunun Bush'un sürdürdüğü katliamlarına devam etmesi yönünde irade beyan ettiği insanlık adına acı ve utanç verici bir gerçek olarak karşımızda. Benzeri bir manzaranın İsrail seçimlerinde de net biçimde ortaya çıktığı hatırlanmalıdır. İsrail yanlısı çevreler İsrail'in bölgenin biricik demokrasisi olduğunu iddia ederler. İşgalci bir güce "demokratik" sıfatının yakıştırılmasındaki garabeti bir kenara bırakacak olursak dahi, otoritesi altında tuttuğu insanların bir bölümüne her türden ayrımcılık uygulayan bir gücün demokrasi olduğunu söylemenin tutarsızlığı ortada. Mamafih Yahudi vatandaşları açısından İsrail sisteminin gerçekten de katılıma, temsile, örgütlenme ve muhalefet hakkına son derece açık olduğunu, bu yönüyle rahatlıkla Yahudi toplumu açısından "demokratik" sıfatını hak ettiği söylenebilir. Ne var ki, sorun da tam buradadır. Etnik-dini ayrımcılık temelinde örgütlenmiş sistemde Yahudi toplumunun özlem ve talepleri net biçimde yönetime yansımakta ve bu olgu Şaronları yönetime taşımaktadır. Ve İsrail "demokrasisi" bir "Şaron demokrasisi" olarak netleşmektedir. Yani özetle, İsrail sözkonusu olduğunda sorun nasıl Şaron sorunu olarak görülemezse, Amerika açısından da sorun Bush'a yada iktidardaki "yeni-muhafazakar" çeteye indirgenemez.

Bush ya da Kerry; Cumhuriyetçiler ya da Demokratlar

İşin gerçeği, Amerikan toplumuna sunulan seçenekler sınırlıydı ve yayılmacılık ve sömürüye son verme şeklinde bir tercihi zaten içermiyordu. Tercihler savaşı sürdürmekle, daha da alevlendirmek; sömürmeye devam etmekle, talan etmek arasında idi sadece. Barıştan, adaletten, insanlıktan yana bir tercih asla söz konusu değildi ve Amerikalılar çoğunluk itibariyle kendilerine sunulan kötü ile berbat arasında tercihlerini ikincisinden yana yaptılar.

Bush kaybedip, Kerry kazansaydı değişen bir şey olur muydu? Öncelikle emperyalizmin şahıslar, yöneticiler bağlamında değil, sistem temelinde ele alınması gereken bir olgu olduğunu akıldan çıkartmamak gerekir. Dolayısıyla ne Kerry'nin, ne de bir başkasının Amerikan yayılmacılık siyasetine tek başına yön vermesi gibi bir durumun mümkün olamayacağı açık. Kaldı ki, seçim kampanyası ve seçimlerden önceki tutumu itibariyle de Kerry'nin rakibine hiçbir temel itirazının olmadığı görüldü. Bilakis silik ve tutarsız tavrıyla Kerry inandırıcılık ve güven oluşturamadı.

Bush'a Irak savaşı dolayısıyla birtakım eleştiriler getirmekle birlikte Kerry'nin aslında neyi eleştirdiği hiç açıklığa kavuşmadı. Burada Kerry'den ziyade kaybedenin Amerikalı Demokratlar olduğu ortada. Başkan adaylarının belirlenmesi sürecinde Howard Dean gibi başından itibaren savaşa karşı çıkmış bir isim aday olarak Bush'un karşısına çıkarılmış olsaydı, şüphesiz seçim çok daha renkli geçecek ve Bush çok zorlanacaktı. Ne var ki, Demokratlar Bush'a rakip olarak 2002 Ekim ayında Meclis'te Bush'a savaş yetkisi verenler arasında yer almış Kerry üzerinde mutabakata varınca daha baştan ölümcül bir hata yaptılar. Dean karşısında savunmaya geçecek ve sürekli yıpranacak olan Bush, Kerry ile taarruza geçme fırsatını yakaladı.

Kerry Demokrat partide son dönemlerde artan sağ politikalara yönelme eğilimini yansıtan bir isim. Sadece savaş öncesinde saldırganlığa onay veren tutumuyla değil, diğer söylemleriyle de Bush politikalarına ciddi bir itiraz konumunda olmadı. Örneğin askeri harcamaların artırılmasını savundu; İran, Küba ve Venezuella'ya yönelik saldırgan bir söylem geliştirdi; İsrail'e açık destek verdi, hatta Bush'u İsrail'i yeterince kollamamakla eleştirdi; Batı Şeria'nın kolonileştirilmesine onay verdi; Uluslararası Adalet Mahkemesi'ni suçladı. Sonuç itibariyle Bush'a rakip değil, takviye işlevi gördü. Doğal olarak Amerikalı seçmen de aslı varken, kopyasını tercih etmeye yanaşmadı!

Amerikalı seçmenin tercihlerinin belirlenmesinde kaçıncı öncelik olduğu tartışılabilir ama dünya halkları açısından bu seçimin merkezinde Irak işgali (ve devamında gelebilecek başka savaşlar) yer almaktaydı. Bu yüzden neredeyse tüm dünya halkları adı savaşla özdeşleşmiş Bush'un seçimleri kaybetmesini ummaktaydı. Sonuçta değişen çok fazla bir şeyin olamayacağı herkesin malumuydu ama yine de en azından psikolojik açıdan kötü giden bir şeylerin değiştiği, değişebileceği; bir halkın tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden vahşete, katliama, barbarlığa daha fazla onay veremeyeceği görülmek isteniyordu. Olmadı!

Peki şimdi ne olacak? Amerikan emperyalizmi tüm dünya halklarına karşı sürdürdüğü savaşa daha fazla imkan ve silah aktararak devam edecek. İçeriden alınan onayla "yeni-muhafazakar" çete "Yeni Amerikan Yüzyılı" projesini gerçekleştirme planlarına hız verecek. Ama aynı zamanda uluslar arası teamülleri, kurumları, hatta müttefiklerinin uyarılarını dahi dikkate almayan bu başına buyrukluk politikası kaçınılmaz olarak ABD'nin daha da yalnızlaşmasını ve çaresizleşmesini getirecek.

Bush'un Galibiyeti ABD'nin Hezimetini Hızlandıracak!

Bu noktada Kerry'nin seçimleri kazanmasındansa Bush'un iktidarını devam ettirmesinin evla olduğu söylenebilir. Şöyle ki, Bush'un seçim galibiyetinin Putin ve Şaron gibi tescilli katiller haricinde neredeyse kimseyi memnun etmediği görülmekte. Bush'un başına buyruk siyaseti devam ettiği müddetçe ABD'nin Avrupalı, Kanadalı, Arap ve diğer geleneksel müttefikleriyle arası daha da açılacaktır. Oysa bunların en azından bir kısmının Kerry ile uzlaşabilme riski mevcuttu. Bu da Amerikan yayılmacılık ve işgal politikalarının daha "benimsenebilir" bir çerçevede sürdürülmesini doğurabilirdi.

Diğer taraftan Bush'tan temelde farklı bir şey söylemeyen Kerry'nin izleyeceği politikalar itibariyle Bush'tan daha kötüsünü yapma ihtimali belki yoktu ama Bush'a nazaran saygınlık kazanma riski vardı. Oysa Bush tüm dünyada sıfırı tüketmiş, yıpranmış ve nefret edilen bir konumda. Aynı şekilde Kerry'nin savaşı sona erdirmeye yönelik ne gücü, ne de niyeti vardı. Dolayısıyla savaşı bir biçimde sürdürmek zorunda kalacaktı. Bu da Amerikalı muhalif çevreleri bölecek, en azından bir kısmını savaş konusunda ikircikli tutumlara sürükleyebilecekti. Yani yıpranan savaş cephesi değil, savaş karşıtları olacaktı.

Oysa yeryüzünün geleceği açısından Amerikan saldırganlığının dozunun azaltılmasına, kamufle edilmesine, "kabul edilebilir ve uzlaşılabilir" bir konuma çekilmesine değil, topyekün bertaraf edilmesine ihtiyaç var. Buna da en açık olarak Bush ve çetesinin batağa daha da saplanması neticesinde ulaşılabilir. 

Bush yönetimi Amerikalı seçmenden aldığı onayla Irak'ta katliam politikalarına hız verebilir.  Felluce'ye yönelik operasyon bu tutumun somut bir yansıması. Ne var ki, savaşın sonucunu belirleyecek olan Amerikalı seçmenin tercihleri yada Amerikan ordusunun silah üstünlüğü veya sınır tanımayan gaddarlık düzeyi değildir. Irak'ta giderek tırmanan ve organize olan direniş Ortadoğu'nun işgal edilse dahi teslim alınamayacağını göstermiştir. Amerikan ordusu şimdi bir açmazla karşı karşıyadır: Felluce'yi yerle bir etmeye muktedirdir ama Felluce ruhunu bastırmaya güç yetirememektedir. Üstelik direnişi ezmek, bastırmak amacıyla gerçekleştirdiği her saldırı, vahşice gerçekleştirdiği bombardımanlar, katliamlar öfkeyi tırmandırmakta, direnişin kitle tabanını büyütmektedir. Sonuç aynen yukarıda sözü edilen Vietnamlı askerin değerlendirmesini yansıtmaktadır. Amerikan ordusu uluslar arası kamuoyunda, hukuk ve siyaset zemininde, insanlık vicdanında ve tarih önünde bu savaşı kaybetmiştir. Amerikan halkı asla kazanamayacakları bir savaşı inatla sürdürmekle yenilgiyi hezimete dönüştürmenin adımını atmıştır. Kim bilir belki de yeryüzünün geleceği için bu sonucun netleşmesi gerekmekteydi ve Rabbimizden Amerikan seçimlerinin bu sonucu hızlandırmış olmasını niyaz ediyoruz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR