1. YAZARLAR

  2. Nehir Aydın Gökduman

  3. Bir Yıldız Daha Kaydı

Nehir Aydın Gökduman

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir Yıldız Daha Kaydı

Mayıs 2008A+A-

 

Henüz on altısındaydı; ömrünün baharında…

 “Anne, Murathan vefat etti, cenazesindeyim, gecikeceğim!”diyordu oğlum mesajında. Kaç gündür inşallah ölmez diye dua ettiğim Murathan’ın acı haberiydi bu. Gencecik bir yavru, bir hiç uğruna, aramızdan göçmüş, adeta elimizden kayıp gitmişti demek…

Daha birkaç ay önce, “Anne dershanedeki sınıfımıza yeni bir arkadaşımız katıldı.” demişti oğlum. Adı Murathan’mış. Bir Anadolu Lisesi örgencisi… Biraz içe kapanık, naif ve kırılgan bir duruşu varmış Murathan’ın. Bazen dünyanın yükünü taşır gibi kahırlı, bazen sessiz, bazen paylaşımcı… Derslerinde azimliymiş. Gösterdiği başarıyla dershanenin proje sınıfına kadar yükselmiş. Zaman zaman konuşurlarmış oğlumla havadan sudan… Kaç net yaptın? Fizikten battım, kimya idare eder, biyolojiyi sorma gibisinden…

Oysa en az dersler kadar önemsediği başka bir derdi daha varmış Murathan’ın. Çoğumuzun bu yaşta da ne gereği var, diye karşı çıktığı, çocuklarımızı çaldırmaktan korktuğumuz; çağımızın o kronik dertlerinden biri; yani şu aşk dedikleri şey!... Hanidir aynı liseden okuyan bir kıza sevgi duyuyormuş. Kız da haberdarmış bundan. Zamanla bu durumu okuldan ve dershaneden bazı arkadaşları, hocaları da öğrenmiş. Hatta ailelerine kadar ulaşmış… Sonunda uzun süren bir gelgitin ardından ailelerin de devreye girmesiyle bu mesele bitirilmeye zorlanmış ve sonlanmış. 

Sonun başlangıcı da işte bu zorunlu vedadan sonra olmuş. Hayatta en kıymet biçtiği sevgisinin bir anda yok sayılması Murathan’ı hiçleştirmiş; kendini girdiği hiçbir ortamda avutamaz bir konuma getirmiş olmalı ki… Bir pazartesi sabahı sevdiği kızın yazdığı mektupları ve bir ekmek bıçağını çantasına koyup okula gelmiş. Kantinde kız arkadaşını bulup mektupları verdikten sonra, kaşla göz arası cebinden çıkardığı bıçağı kendi karnına saplayıvermiş. Ve bu dehşetin karesi okulda onlarca öğrencinin gözü önünde çekilmiş.

Sonrası tam bir dram. Kanlar içinde yere yığılan Murathan, o geçmek bilmeyen dakikaların ardından ambulansla hastaneye kaldırılmış. Yoğun bakıma alınmış. Doktorların ‘Müthiş kan kaybediyor!’ ikazıyla herkes kan bulma yarışına girmiş. Öğretmenleri, kan bulabilmek için saatlerce koşuşturmuşlar.

Oğlum o akşam eve geldiğinde, “Çok kan lazımmış. Çok kan bulundu aslında… Ama doktorlar yaşama şansı yok demişler yine de. Belki de çok az var demişlerdir. Çıkmayan candan umut kesilmez…” diye dalgın, düşünceli konuştu durdu. Yoğun bakımda geçen üç gün, duaya durdu bizim evdeki herkesin kalbi. Henüz on altı yaşında bir fidanın büyük bir hata uğruna yaşamını yitirmemesi için. Bir ara umudumuz büyüdü. Okuldan döndüğü ertesi gün, “Anne Murathan’ın bilinci açılmış. Solunum cihazına bağlı olduğu için konuşamamış ama bir kâğıda bir şeyler yazmış. Tövbe etmiş diyorlar, pişmanmış yaptığından.” dedi oğlum.

Fakat uzun sürmedi sevinç anaforu… Çok değil hemen ertesi gün Murathan’ın öldüğü haberi yankılandı. Murathan, geride dağ gibi bir hüzün bırakarak göçüp gitti aramızdan… Söylenecek yüzlerce söz varken ardından dillerimiz sustu… Gözyaşlarımız engel tanımaksızın aktı.

Akabinde öğretmenlerinden biriyle konuştum dershaneye giderek. Birkaç gün öncesinde gözüne bakarak ders anlattığınız, belki ‘Dersi iyi dinle!’ diye uyardığınız, belki düşük not aldı diye kızdığınız, büyük umutlarla sınavlara hazırladığınız öğrenciniz artık yok!...         Duyarlı bir öğretmen için hiç de kolay bir durum değildi. “Durumunu bilseydim daha yakından ilgilenirdim. Benimle düşüncelerini paylaşırdı.” derken öğretmeni acısını yeniden yaşıyor gibiydi…

Bizler olayı dışarıdan takip eden kimseler olarak bu kadar yıkılmışken kim bilir ailesi ne haldeydi? Bu acıyı göğüslemek için neler yapıyorlardı şimdi? İçimden sorgu ırmakları aktı Murathan’a doğru…

Ah Murathan, henüz ömrünün baharında, belki de bin bir özenle yetiştirilmiş binlerce evladımızdan biriydin! Fakat ölümün, bize hayatın harcı mercü içinde kendimizi gözden geçirmemiz için bir ayna tuttu yeniden. Birçok anne babayı bir korku heyulasına sürükledin. Gözümüz gibi bakıp büyüttüğümüze inandığımız evlatlarımızı yeterince tanıyıp tanımadığımızı sorgulattın bize… Büyütüp okullara gönderdiğimiz, derslerini eksiksiz takip ettiğimiz, “Ne yedin ne yemedin, bugün hangi vitamini eksik aldın, rengin niye solgun? Folklora gittin mi, satranç turnuvası ne zaman?” diye sorup soruşturduğumuz çocuklarımızın ruhuna da en az böylesine özenli davranmamız gerektiğini hatırlattın… Oğlum bile keşke yalnızca sınavları, cevap anahtarını, tanjantı, kosünüsü vs, değil de hayata dair düşüncelerimizi daha çok paylaşsaydık diye üzüldü ardından… 

Niceliğin gittikçe önemsizleştiği, sekülaritenin hemen her gün ağlarını genişlettiği çağımıza acı bir ibret oldu ölümün. Kendini daracık, kör ve asılsız dehlizlere hapsetmemiş hiçbir nefis, ölümü arzu etmez sen de biliyordun belki de... Fakat kalbini doldurması gereken asıl sevgiyi, sevgiliyi yeterince tanımıyordun. Yalnızca bugüne inanan, sonsuzluğa kulak tıkayan bir sistemin içinde ışığını çevresine ulaştıramayan sönük bir yıldızdın yalnızca… O yüzden kimse anlamadı seni. Çığlığın yeterince işitilmedi bile… ‘Liseli aşık dehşet saçtı… Liseli çılgın aşık sevgisini harakiri ile ispatladı!’ türünden manşetler attı gazeteler… Neden dehşet saçtın? Neden bir kör bıçakla kestin aortunu? Neden bir kan gölü içinde boğuldun?  Kimse sorgulamadı… Aşk için aşk!... Bu o kadar basitti onlara göre!

“Anne Murathan bilinci açıldığında tövbe etmiş. Allah onun tövbesini kabul eder değil mi?” diye ısrarla sordu durdu oğlum. Arkadaşını kaybetmiş olmaktan çok, onun ahiretini düşünüyordu. “Aşk için ölmeli aşk, o zaman aşk!” şarkılarıyla büyümüş bir neslin evlatlarından bu sorgulamayı duymak güzeldi elbet… Ne duruyorsun bu ışığı çoğaltmanın derdine düş dedim kendime. Çoğu zaman tapulu mülkün gibi gördüğün evladının, sana çok uzak olduğunu düşündüğün bir tabuya kurban gitmesini istemiyorsan aç gözünü! Özünü her zaman öncelemeyi mıh gibi aklında tut… Emanetine Rabbin istediği gibi sahip çık ki böyle acılar yanıbaşında da yaşanmasın!...

Evet ne yazık ki on altısında gencecik bir fidan toprağa düştü… Hem de kocaman bir hiç uğruna… Dilerim ardında bıraktıkları, pas tutmuş zihinleri uyarır, kararmış kalpleri aydınlatır, mü’min yürekleri kuşatır da herkes üzerine düşenden bir pay çıkarır… Lütfen gecenin karanlığında birbirimize ses verelim. Tehlike büyüyor (d)uyuyor musunuz?

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR