1. YAZARLAR

  2. Muharrem Baykul

  3. Bir “Tutku”nun Ardından

Bir “Tutku”nun Ardından

Haziran 2004A+A-

Sinema denen görsel aynadan yansıyan ile hakikat arasında çok nadir örtüşme görüldüğünü yazarak söze başlarsak hata etmemiş oluruz herhalde. Çünkü görsel olaya bakışımızı kendi kimliğimiz ve bakışımız belirler ve ona göre de yorumlamak olayın doğası gereğidir.

Mel Gibson 2002 yılı ortalarında bir basın toplantısı düzenleyerek Hz. İsa'nın son 12 saatinin anlatılacağı bir film yapacağını açıkladı. Enteresandı; çünkü Gibson, filmi şu an dünyada hemen hiç kimsenin kullanmadığı bir dil olan Aramca çekeceğini söylüyordu. Dini bütün bir Hıristiyan olduğu bilinen Gibson ve ekibi Kasım ayında önce Kiliseye gidip ibadet edildikten sonra çekimlere başladığında Musevi lobileri filmin senaryosunu merak edip araştırdılar. Ve çekimler bittiğinde Gibson, filmin İncil'e uygun olduğunu söylese de esas tartışma Yahudi-Hıristiyan hesaplaşması etrafında dönecekti.

Komşuda pişer bize de düşer misali film Türkiye'de de henüz gösterime girmeden birçok basın yayın organında arz-ı endam etmeye başlamıştı. Yukarıda da değindiğimiz gibi bu tartışmalar da ağırlıklı olarak filmde konusu geçen Yahudilerle alakalı bölümlere yönelikti. Film sinemalara gelmeden daha reklamını iyi bir şekilde yapmış oluyordu böylece. Nihayet film sinemalarda gösterilmeye başlandığında tartışmalar seyredilmiş bir görsel malzeme üzerinden devam etti. Dergimiz yayına hazırlandığı ana kadar gazete reklamlarından öğrendiğimiz kadarıyla film Türkiye'de 475 bin kişilik bir izlenme rakamına ulaşmıştı.

Bir filmi sinemaya gitmeye gerek kalmayacak kadar izlemiş gibi olmak da her filme nasip olmasa gerek. Mel Gibson'un "Tutku"sunu (The Passion Of the Christ) izlerken ben de filmin başından sonuna kadar sürekli işkenceye uğrayan Hz İsa kadar olmasa da büyük bir eziyet çektiğimi söyleyeyim öncelikle.

Filmin giriş sahnesinde Hz. İsa'ya atıfta bulunarak 'Bizim günahlarımız yüzünden yaralandı, adaletsizliğimiz yüzünden ezildi. Onun yaralarıyla iyileşiriz.' diyor. Haç, inanları için "hikmet, adalet, kurtuluş" demektir. Hz. Adem'in cennette yasak meyveden yemek suretiyle işlediği ve bütün insanlara sirayet eden ezeli günahtan kurtuluş ve nihayet, Hz. İsa'nın şeytani kuvvetlere karşı kazandığı zafer demektir. Yani o çekilecek tüm ezayı ve cefayı çekti, dolayısıyla diğer Hıristiyanları da kurtardı!".

Daha ilk sahnelerden itibaren Hz. İsa'nın insanüstü bir dayanma gücüyle son 12 saatlik yaşam kesiti geçiyor gözlerinizin önünden. Filmin de tüm sahnelerine yansıyan bir teslimiyet ve tepkisizlikte olduğu gibi, siz de gözlerinizin önünde her türlü işkenceye ve zulme maruz kalmakta olan bir peygamberi birşey yapamamanın verdiği eziklikle sadece seyrediyorsunuz.

Burada filmi seyretmeyenlere ayrıntılarına girip seyrettirmiş olmaktan ziyade film öncesi ve sonrası yapılan değerlendirmelere kısaca bir kaç alıntıyla değinmenin daha efdal olduğu düşüncesindeyim.

Bunlardan ilkinde tarihçi İlber Ortaylı; "Eğitimin geliştiği falan yok. Mel Gibson 17. asırdaki gibi düşünüyor. Filme isterseniz gidin ama anlatılanlara inanmayın. Anti semitizmi ve Yahudi düşmanlığını vurguladığı açık" demeyi de ihmal etmeden geçemiyordu. "Filmin İznik konsilinden daha etkili olacak; tarihi yönden ispatı mümkün olmayan olayları sergilemesi de yeniden milyonları tahrik edecek" diye devam ediyordu.1

"Bu filmi daha önce görmüştük sanki! diyen Radikal'den Hızır Tüzel ise filmin 1973 de çekilmiş versiyonuyla bugünkü hakkında med cezirlerde bulunuyordu. "1973 yılında Norman Jewison'un yönettiği Jesus Christ Super Star'ı (JCSS) nasıl yıllar sonra seyredebildiğini çünkü o yıllarda sansür yüzünden öyle İsa, Musa filmleri kolay kolay gösterime girmezdi Türkiye'de" diyordu. "Aslında din konulu filmleri sevmem, ne olursa olsun sonuç propagandadır çünkü" demeyi de ihmal etmiyordu.2

Bir başka ilginç yazı ise Ali Köse'ye aitti. "Müslüman İsa'ya sahip çık!" Köse yazısında, "İslam'da peygamber tasviri yasak. Ama Müslümanlar bu konuda kendi peygamberleri için hassas oldukları halde, Tutku filminde İsa'nın resmedilmesine neden tepkisiz kaldıklarını" sorguluyordu. "Yakın zamanda örneklerini görmüştük bunun. Eylül 2001'de Alman Bild gazetesine dünyayı dar etmiştik, Peygamberimizin resmini yayınladı diye. Şubat 2002'de Newsweek dergisi aynı akıbeti yaşamıştı. Reha Muhtar bile müdahil olmuştu olaya Der Spiegel de aynı hataya düşünce: 'Hz. Peygamberin resmi basılamaz, çünkü Hz. Peygamberin resmi basılamaz' diyerek meydan okumuştu Der Spiegel'e..." diye yazıyordu. Köse "Çağrı filminde Hz. Muhammed görünmüyorda Tutku filminde Hz. İsa neden tüm bedeniyle ortada diyen olmadı! diye soruyordu. Müslümanların Tutku filmine karşı çıkmak bir yana, bir aydan bu yana "Gelse de gitsek" diye filmin ezanı bekler gibi gösterime girmesini beklediklerini..." "Pek sevindiler, Yahudiler ele veriliyor diye. Hiç düşünmediler Peygamberleri için gösterdikleri hassasiyeti 'İsa Efendileri'nin de hak ettiğini" diyerek sapla samanı güzel bir argümanla bir birine karıştırıyordu. Filmde Hz. İsa'nın Yahudilere yönelik son sözlerini Müslümanlara ithaf ediyordu. "Baba, onları affet, ne yaptıklarını bilmiyorlar."3

Film gösterime girmeden önce ve girdikten sonra olmak üzere 2 hafta İskele Sancak programında tartışma konusu yapıldı. Programda, tarihi olarak, film enine boyuna katılımcılarla tartışıldı. Yapılan tartışmalarda adalet terazisinin kaydığına şahit olduk. Ama en ilginci ise sunucu Ahmet Hakan'ın şu söyledikleri olsa gerek. Ahmet Hakan; "Tutku filmini tartıştırıyor ve sözü şöyle bağlıyor; "Yahudiler böyle bir vahşeti yapmamışlardır, yapmış olsalar bile, tarihin bir döneminde bir grup Yahudi'nin yaptıkları dolayısıyla tüm Yahudileri suçlamak doğru değil..." Tartışma elbette film üzerinden geçmişe dönük yapılıyor. Fakat bugüne dair de bir söz söylense diye bekliyorsunuz.

Şimdi genel anlamda bu alıntıları yaptıklarımıza sorulsa "Yahudi düşmanlığına" karşı olduklarını, anti semitizmin kötülüğünü anlatacaklardır. Ama sormak lazım hangi anti semitizm diye? Her gün televizyonlardan izlediklerimizi nereye oturtacağız. Yapılan sadece bir ırkçılık mı yoksa apaçık bir "soykırım" mı? Biz iki bin yıl önce işlenen bir cinayetten söz etmiyoruz; bugünkü cinayetleri, katliamları, yargısız infazları, soykırımı da konuşmalı değil miyiz? Hem sonra bugüne kadar onlarca filmi, belgeseli izlemedik mi televizyonlardan, sinemalardan. Nazilerin Yahudileri nasıl soykırıma tabi tuttuklarına dair filmlerin sayısını bilen var mı? Şimdiye kadar Oscarlı filmler tarihine bakmamız kafi değil mi bunun için?

Filmin görselliği ve bunca tartışmaları yayında hiç şüphesiz bir kazananı var, o da Mel Gibson. Filmi çekmeye başlamadan şöyle diyordu Gibson; "Elbette ölü bir dille (Aramca) yapılmış bir film istenmez. Deli olduğumu düşünüyorlar. Belki de öyleyim. Ama belki de dahiyim" diyordu. Başta hiçbir Hollywood firmasının dağıtmayacağı düşünülen film kendini beşe, ona katlayarak olağanüstü bir gelir sağladı Gibson'a. Bu yıl ABD'de en popüler marka ise 'İsa'! Mel Gibson'ın 'İsa'nın Çilesi' filmiyle birlikte 'din motifli ürünler pazarı'nda patlama yaşandığını okuyoruz gazetelerden. Din üzerinden ticaretin 2003 yılı hacmi 4.2 milyar dolar. Sadece dini içerikli video oyunlarının pazarı 100 milyon dolar. Avrupalıların yüzde 40'ı kendisini 'dindar' olarak tanımlarken ABD'de bu oran yüzde 80'lere çıkıyor. 'İsa'yı paraya çevirenlerin Protestan Ahlakı'nın Kapitalizmin Ruhu'na nasıl teslim ettiklerini bir kez daha net görebiliyoruz.

"Kapitalist ruh ile dolu olan insanlar, bugün kiliseye tümüyle karşı olmasalar da kayıtsızdırlar. Cennetle ilgili dini can sıkıcılıklar, onların etkin yapıları için çekici değildir, din onlara, insanları bu dünyanın işlerinden uzaklaştıran bir araç olarak görünür. Onlara, bu durmak bilmeyen koşuşturmalarının anlamı, sahip olduklarıyla neden hiçbir zaman yetinmedikleri sorulduğunda, cevap verebilirlerse şöyle derler: 'Çocukların ve torunların bakımını düşünüyoruz.' Sürekli çalışmayı gerekli kılan işleri onların "yaşamlarının kaçınılmaz parçasıdır." Kapitalist ekonomik sistem de devamlılığını kendini böylesine para kazanma mesleğine adanmış insanlarla sağlar.4

Biz Müslümanlar ise başta dile getirdiğimiz gibi olaya kendi penceremizden baktığımızı belirtmeliyiz. Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi iddialarına en güzel cevabı Kur'an-ı Kerim vermektedir. Nisa suresinde; Orada, Hz. İsa'nın ne çarmıha gerildiği ne de öldürüldüğüne dair ifade var. Bu açıdan bakılacak olursa Kur'an'da verilen bilgilerle bu filmde anlatılanlar birbirine uymuyor. İslam'da Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi ve O'nun tanrı olduğu açık bir şekilde reddedilmektedir. Bizler için açık naslar bağlıyıcı olduğuna göre İlber Ortaylı'nın deyimiyle "seyredelim ama inanmayalım" değil, seyredelim ve dün ile bugün arasında değişmeyen bir hak-batıl mücadelesinin kıyamate kadar süreceğine olan inancımızı tazelemiş olalım.

Dipnotlar:

1- İlber Ortaylı, Milliyet Pazar eki, s: 2. 18-4-2004.

2- Hızır Tüzel, Radikal Sinema eki, s:11, 10-4-2004.

3- Ali Köse, Milliyet Popüler Kültür, s: 4, 18-4-2004.

4- Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Hil Yayınları, Haziran 1997.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR