1. YAZARLAR

  2. Asım Öz

  3. Bir Edebiyat Dili Olarak Kürtçe ve Mehmed Uzun

Bir Edebiyat Dili Olarak Kürtçe ve Mehmed Uzun

Kasım 2007A+A-

Kürt dili ve edebiyatının Anadolu'daki tarihine kısaca göz atarsak, 1923 yılına kadar Kürt dili ve edebiyatının merkezi durumunda olan Osmanlı topraklarının ve İstanbul'un Cumhuriyetin ilanından sonra derin bir sessizliğin içine gömüldüğünü görürüz. Kürtçe yasaklı bir dil haline getirilir ve bu yasaklamalar 1960 yılına kadar katı bir biçimde sürer. Türkiye'de Kürtçe'nin yeniden matbu ve yasal olarak gün ışığına çıkışı 1960'larda Musa Anter'in Kımıl adlı kitabında yer alan birkaç halk türküsü dizesiyle olur. Musa Anter, 1960'lı yılların ortasında Diyarbakır'da çıkardığı bir dergide, "Kımıl" adında Kürtçe bir şiir yayınlar. Ekinlere dadanan kımıl zararlısına halkın isyanını dile getiren ve politik hiçbir içeriği olmayan bu şiirin, tek 'zararı' Kürtçe kaleme alınmış olmasıydı, Cumhuriyet gazetesi olayı haber yaptı, haberin başlığı, "Diyarbakır'da, bîr dergi, anlaşılmayan sebeplerden, Kürtçe bir şiir neşretmiştir." şeklindeydi. Gazetenin çağrısı üzerine dergi toplatılır.

Kürtçe edebiyat alanının hem kuramsal çalışmaları hem de 1985'ten bu yana romanlarını Kürt dilinde yazarak bu dili hareketlendirme yönünde büyük bir çaba içerisine giren Mehmed Uzun, ardı ardına ürettiği romanlarının estetik düzeyiyle de hem Kürt romanının hem de Kürt dilinin meşruiyetini kanıtladı.

1953 yılında Şanlıurfa'nın 5iverek ilçesinde doğan Mehmed Uzun, 1977 yılında Rızgari dergisinin yazı işleri müdürüyken hakkında açılan davalar nedeniyle yurtdışına gitmişti. Mehmed Uzun, edebiyat çevreleri tarafından modern Kürt edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri olarak nitelendiriliyor. Çoğunlukla Kürtçe yazdı, ama Türkçe ve İsveççe de onun edebi dilleri arasında yer aldı. Yine de, Uzun'un ömrünü Kürtçenin bir edebiyat dili olarak yaygınlaşmasına adadığını söylemek yanlış olmaz. Yazı dili olarak Kürtçe'nin Kürtler arasında yaygınlaşmasını, enterne! görevi olarak gördü hep. Benzer durumdaki çoğu yazar gibi, sadece roman yazmadı. Romana kimliğinin yanında, yazdığı dille ilgili siyasal sorunlarla boğuşma, bu dilin edebiyatını tanıtma gibi görevler de edindi.

Kımıl davasının üstünden çok zaman geçti. Önyargıları parçalamanın, atomu parçalamaktan daha güç olduğunu söylemişti Einstein. Kürtçe ile yazmak, Cumhuriyetin ilk yıllarında beliren bir eğilimin, Türk milliyetçiliğinin şovenist bir vurguyla kendini göstermesinden itibaren Selim Temo'nun deyimiyle bir tür yeraltı edebiyatı olarak gelişti. Herkesçe biliniyor ki Cumhuriyet'ten önce Kürtler dilleri, kültürleri ve kavim kimlikleriyle tanınıyor, biliniyordu. Örneğin Evliya Çelebi, Seyahatname'sinde, Kürtçeden ve Kürtçenin lehçelerinden söz eder. Kürtçenin zengin ve kadim bir dil olduğunu; Farsça, ibranice ve "Derice"den ayrı olduğunu vurgular. Şemsettin Sami, Kamus'ül Alâm adlı eserinde, Ziya Gökalp de çeşitli makale ve demeçlerinin yanı sıra Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler adlı eserinde, Kürtçenin diğer dillere benzemediğini ve bağımsız, zengin bir dil olduğunu söyler. (Gökalp, 1992) Ancak Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, özellikle de 1924 Anayasası'nın yürürlüğe girmesinden sonra Kürt dili yok sayıldı. Uzun, Yitik Bir Aşkın Gölgesinde ve Kader Kuyusu adlı eserlerinde Cumhuriyetle birlikte sürgüne gönderilen Kürt aydınlarını ele alır. Bu romanlar Kürt aydınının 100 yıllık trajedisini de anlatır aynı zamanda.

Mehmed Uzun'un hayatı ve ölümü bu gerçeğin capcanlı kanıtıdır. Uzun'un vasiyeti üzerine cenaze töreninde konuşan Yaşar Kemal, bu gerçeğe işaret ederek, Mehmed Uzun'un kişiliğinin insanlığın zenginliği olduğunu şöyle belirtti: "Mehmed Uzun, bu iki halkın da dilini, sözlü ve yazılı edebiyatını öğrenmiş, kaynak yapmıştır. Başta İsveç olmak üzere dünya kültürlerini de özümsemiştir. Böylesine yalın bir dille yazabilmek ancak ustalara hastır. Betimlemeleri, göze batmadan, insanın haberi bile olmadan, destanlar gibi örülmüştür. Mehmed Uzun böyle bir dilin ustasıdır. Gelecek büyük Kürt romanının ilk temel taşını koymuştur. Mehmet'in romanı, kişiliği insanlığımızın zenginliğidir."

Onun yazarlığının dinamosu olabilecek duyguların başında bir angaje olma, yani bağımlı olma hali gelir. İşlenmemiş bir dilde yazmasının nedeni şan, şöhret, para, mal, mülk değildir. Eğer böyle bir yazarlık anlayışını seçseydi bunu daha iyi işlenmiş olan ve bildiği başka dillerle yapabilirdi. Kürtçe yazma eylemini daha çok ahlaki temellere oturtur, yalnızlığına rağmen Kürtçe bir roman anlayışı oluşturmaya çalışır. İşlenmemiş bir dille edebi ölçütler bakımından estetize edilmiş bir anlatı, rafine bir üslup, bir dil, hiçbir zaman değişmeyen o en temel insani duyguları anlatan temalar ve edebi haritaya yeni bir renk katabilmeyi başarmıştır. Türkçe ve İsveççe bilmesine rağmen romanlarını Kürtçe, öteki metinlerini zaman zaman Türkçe, zaman zaman İsveççe yazmasının nedenini şu ifadelerle belirgin kılar: "Kürtçeyi tercih etmemin birkaç nedeni var. Bunların en önemlilerinden birisi, Kürtçe benim anadilim ve yasaklanmış bir dil. Anadilime karşı benim ahlaki bir sorumluluğum söz konusuydu. Bir aydın olarak ben bu ahlaki sorumluluğu çok yoğun duyuyordum. Yasaklanmış ve yok edilmek için her şeyin yapıldığı bir durum söz konusuydu. Dili korumak, mümkünse bu dili geliştirmek, bu dille modern bir roman sanatına uygun modern bir dil yaratmak çok önemliydi. Tercih sebeplerimden en Önemlisi bu idî. Bir diğeri de Kürtçe benim çocukluğumun dili idi. Ben 7 yaşına kadar Türkçe bilmiyordum. Türkçeyle ilkokulda tanıştım. O zamana kadar benim hayatım hep Kürtçe geçti. Kürtçenin sesleriyle doğdum ve büyüdüm. Çocukluğumun seslerinden oluşan bir dille yazarlık yapmak daha ilginç geldi, daha şevk ve heyecan verici oldu benim için. Başka bir sebep de, Kürtçe'yle orijinal bir yazarlık yapacağıma inandım. Türkçe ya da İsveçce yazarsam büyük ihtimalle Kürtçedeki gibi orjinal bir yazarlık yaratamam diye düşünüyordum. Kürtçe yazdığımda her şeyimle yepyeni bir yazarlık yaratacağıma inanıyordum. Bu nedenle benim yazarlığım farklı bir yazarlıktır. Yani yasaklanmış bir dille yazıyorum, o dilin bana sunduğu imkanlarla yazıyorum." (Uzun, 2005)

Kürtçenin yıllardır yasaklı oluşu yüzünden yaratıcı yazıyla tanışmakta geç kalması, ona yapılmış en büyük haksızlık olmuştur. Kürtçe edebiyat, günümüzde siyasetle içli dışlı olma durumunu en üst seviyede yaşayan, diğer dillerin edebiyatlarına göre daha fazla sorunlar yaşayan ve baskın söyleminin seküler milliyetçilik olmasından dolayı da ayrıca üzerinde durulması gereken bir alandır. Bunun elle tutulur birinci nedeni olan somut ürünlerin sayısının son yıllarda nasıl arttığını görmemize olanak sağlayan antolojileri ve diğer edebiyat verimlerini okurken görüyoruz. Birde elbette Mehmed Uzun'un yazdığı, Anadolu'da oluşan modern Kürtçe edebiyatının romanları ve denemeleri var. Edebiyat dilinin Kurmanci olarak kabul edilmesi, bu lehçede yazan yazarların Türkiye'deki Kürtçe edebiyatı 'kıble' olarak gördükleri de bir vakıa. Bu dildeki edebiyatın varlık şartlarını savunmanın vicdani boyutu kadar seküler boyutunun ve ulusal tahayyüldeki yerinin de dikkate alınması gerekmektedir. Avrupa'da, Suriye'de, Irak'ta, İran'da, Kafkasya'da, Türkiye'de çeşitli boyutları ile üzerinde tartışmaların sürdüğü bu edebiyat sahası, özellikle diğer ulus edebiyatlarında olduğu gibi uluslaşma süreçleri ve edebiyat ilişkileri bakımından çok önemlidir. (Hassanpour, 2005} Bunun yanında Kürtçe'nin sorunları, lehçe farklılıkları, Kürtçe'nin Türkçe, Arapça ve Farsça ile ilişkileri, Kürtçe'nin edebi dilinin Kurmanci lehçesi üzerine biçimlenmesi, değişik devletlerin sınırları içinde yaşayan ve Arap, Latin ve Kiril alfabelerini kullanan Kürtçe yazan yazarların hangi alfabeyi kullanacakları gibi dil içi tartışmalar da bir yandan sürmektedir.

Geçtiğimiz yıllarda Diyarbakır'da düzenlenen Üçüncü Edebiyat Günleri'nde 'Kürt Dili ve Kürt Edebiyatı' masaya yatırılmıştı. Konuşmacıların, daha çok 'Latin Alfabesi' üzerinde durmaları Batı yönelimli bir tercihin ikrarı olarak önemliydi. Durumun nereden nereye geldiğini kısmen göstermesi bakımından Bağdat'ta 1933 senesinde Kürtçe olarak basılan Aladdin Secadi'nin Kürt Edebiyatı Tarihi önemli bir eserdir. Bu kitap 634 sayfalık geniş bir eserdir. Yazar, edebiyatı ve üslupların gelişimini safha safha incelemektedir. Ardından, 24 şairi geniş bir şekilde tanıtır ve Irak ile İran'ın tüm yaşamayan 212 şairin eserlerinden örnekler verir. Nesir yazarlarına yer verilmemiş, bu konu daha sonraki bir cilde bırakılmıştır. Bu çalışma tüm edebiyatçılar yelpazesinde din adamlarının geniş bir yer tutuğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu doğaldır ve kadim zamanlardan beri ve her yerde 'ulema' arasında öğrenim ve şiirin el ele gittiği bilinen bir gerçektir. Bu uzun listede şairlerin dini mensubiyetleri her zaman belirtilmemiş olmakla beraber, 50 molla, 31 şeyh, 5 mevlana ve 4 fakihin isimleri dikkat çeker. (Aksoy, 2005)

Modern bir Kürtçe edebiyatın yaratılabilmesinin ancak aydınlanmacı, devrimci ve demokratik modern bîr düşüncenin gelişmesiyle mümkün olduğunu düşünen Mehmed Uzun, Kürtlerin binlerce yıldan bu yana getirdiği gelenekler, görenekler ve normların baskıcı olduğunun altını çizer. Sol ve liberal düşünce ve normların çoğu yerde ciddi toplumsal bir modernleşme ve uygarlaşma hareketi yarattığını ifade etmesi ile aydınlanmacı söyleme yakın durur. Kürtlerin tanıştığı yeni sol değerlerin, tüm zenginlikleri ve verileriyle değil, totaliter rejimlerin bağnaz ideolojileri olarak gelişinin Kürtlerin geleneksel zincirlerinden kurtulma arzusunu başka bir biçimde manipüle edişini ise eleştirir.

Kürtçe edebiyatın günümüzdeki seyrinin ve canlılığının nasıllığı konusunda türler düzleminde farklı yaklaşımlar ileri sürülüyor. Dilin modernleştirilmesi, romana, öyküye ve diğer bilimlerde yeterli bir düzeye getirilmesi için neler yapılması gerektiği konusunda ciddi tartışmalar, polemikler var. Özellikle 1900'lerden sonra karşılaştığı kültürel baskılar yüzünden Türkçe, Farsça ve Arapça kadar gelişme fırsatı bulamayan Kürtçenin, Yahya Kemal'in o ünlü dizesini biraz değiştirerek söylersek, "ahengi ebediyen kesilmiş" derecesinde olmasa da önemli ölçüde yara aldığı bir gerçektir. Kürtçenin bir edebiyat dili olarak gelişmesinin öykü ile olacağını düşünenler büyük oranda haklı. Özellikle öykü bu noktada öne çıkan bir tür. Şiirin soyutlamaya, indirgemeye, yoğunlaştırmaya dayalı dil biçimi bu noktada başarılı olamaz. Şiirin bir gelişmeye öncülük etmeye değil, gelişmiş olanı daha ileri götürmeye yatkın olmasından dolayı Bejan Matur, şiirlerini Kürtçe değil Türkçe yazmayı tercih etmektedir. Mehmed Uzun'un Bira Qedere (Kader Kuyusu) romanı yayınlandığında çok kısa bir sürede modern roman ve yazma sanatı oluşmuş, kalite en yüksek seviyeye çıkmıştı. Ulusun bir 'hayali cemaat' olduğu hatırlandığında, Kürt romanının yükselişi ve bunun ulus bağlantıları anlamında irdelenmesi devletsiz bir ulusun farklı roman dünyasının anlaşılmasını da sağlayacaktır. Kürt romanının son yıllarda nitel ve nicel olarak bir sıçrama içinde olduğu kesin. (Ahmetzade, 2004) Ama romanın da yeterince işlenmemiş bir dil içinde çok umut vadeden bir tür olmadığı ortada. Kürtçe yazan romancıların çok az oluşu da bunu gösteriyor.

Öykünün Kürtçe edebiyat için bir atılım imkanı olma durumunun türsel koşulları hakkında Semih Gümüş şunları ifade eder: "Öykü, hem kısa düzyazı metinleri olarak daha çok sayıda yazar adayınca denenmeye çok açık olması, hem de yetenekli yazarların yaratıcılıklarını kolayca sınayabilecekleri, yenilikleri deneyebilecekleri bir yazınsal uzam yaratması bakımından, tutunacak güçlü bir daldır. (...) Üstelik öykü şimdi de en çok denenen tür olarak koşuyu önde götürüyor. Kürtçenin gelişkin bir edebiyat dili olması için daha çok zaman gerekiyor elbette, ama öykü oraya giden hem en kısa yol hem de ana yoldur. Öykü, 'yeni Kürt edebiyatı'nın atardamarı, öncüsü olsun; yeni yazarlara, 'önce öyküyle başlayın.' densin ve bu genç edebiyat siyasal kaygı ve yükümleri bu dönem içinde bütünüyle atıp yalnızca edebiyatın yazınsal değerleri içinde bir yaratma seferberliği İçine girsin ki, bir sonraki dönemden geriye dönüp baktığında bugünü kendi rönesansı olarak görsün." (Gümüş, 2006)

Saydığımız bu sorun alanlarına dair hem derinlikli hem de ucundan kıyısından değinilerle kendini kendi diliyle ifade etme imkanlarının peşinden koşmuş, farklı kültürlerle entelektüel etkileşimini sürdürmüş, egemen kültürün değerleriyle yetişmiş, büyük müşkülat yaşamış bir edebiyat insanıdır Mehmed Uzun. O aynı zamanda Kürtçenin yaşadığı trajik macerayı da yaşamış bir yazardır, O halde nedir, bu trajik macera? Muhsin Kızılkaya, bu trajediyi şöyle tasvir eder: "Kürtçe'nin macerası, trajik bir macera. Bugün kendi dillerinde ürün veren hiçbir yazar, bulunduğu yerde oturarak, ürünlerini biçimlendirmedi, romanını yazmadı, hikâyesini kurmadı, şiirini damıtmadı. Kendi yurdunda olanlar bile, bulunduğu şehrin dışına çıkarak eserlerini yazmak zorunda kaldı, Diyarbakırlılar İstanbul'da, Kerküklüler Bağdat'ta, Mahabatlılar Tahran'da ve yüzlercesi de, özgürlük rüzgarlarının daha kuvvetli estiği Kuzey Avrupa'nın soğuk ülkelerinde... Kimisi zorunlu sürgün, kimisi gönüllü sürgündür kendi yurdundan. Bunun için de edebiyatın üzerine, ağır bir hasret, ağır bir sürgünlük duygusu sindi. Hepsinin ruhları zemheri soğuklarda kavruldu, kederle sarmalandı, ülkelerine, yaşadıkları yerlere olan özlemlerle bazıları öldü, bazıları da başka ülkelerin pasaportlarıyla içlerini ısıtmaya çalıştı. Onun için diyebiliriz ki, Kürt edebiyatı sürgün bir edebiyattır. Ve Kürt edebiyatı aynı zamanda politik bir edebiyattır. Yakın zamana kadar ürün veren hemen hemen bütün yaratıcılar, 'Stalinist estetiğin' etkisiyle ürün verdi, yaratılarını da bu 'ağır haksızlık ortamından' çıkışın birer aracı olarak gördüler. Edebiyatı bir silah gibi kullandılar, o silahı bir kurtarıcı olarak bellediler." (Kızılkaya, 2003)

Mehmed Uzun, zaman zaman politik anlayışı terk ettiğinin işaretlerini de ortaya koydu. Bu sebeple de hayatı kutsadı, silahlı gruplarla arasına mesafe koymaya çalıştı. Geçen süre içinde şematik ve klişe anlayışlar kadar; edebiyatın devrim yapmaya muktedir olmadığı, bir birikim aracı olduğu, insanları birbirine yakınlaştırdığı düşüncesi ve "Yazarlığımı, edebi sesimi alıp kendileri için kullanmak isteyen ideolojiler, rejimler, siyasetler, devletler, liderler olabilir. Ancak ben asla edebi sesimi, sözünü ettiğim olayların, ideolojilerin sesi haline getirmeyeceğim."gibi açıklamalarıyla edebiyatı siyasal bağlarından önce yazınsal değerler içinde gören tutumu ile libertinist anlayışlara yaklaştı. 1998 ile 2003 arasında tutulan notların yer aldığı Bir Romanın Hatıra Defteri, bir yazarın asla bir yazar olarak kalamadığı, isteyerek ya da istemeyerek bir yazarın aynı zamanda politik bir aktivist olarak öne çıkmasının örneklerini vermesi açısından da ilginç bir kitap. Öyle ki, kitap boyunca sık sık gördüğümüz gibi, Mehmed Uzun bu günlüklerin büyük bölümünde Kürt sorunuyla ilgili yaptığı açıklamalar, bu açıklamalar sonrasında hakkında açılan davaların yarattığı sorunlarla romanının üretim aşamasına dair içinde duyduğu sıkıntıları her zaman bir arada yaşıyor. Dahası, kitaplarının çeviri ve yeni basımlarıyla bizzat ilgilenen, hatta zaman zaman kitaplarının çevirisini kendi başına yapmaya çalışan, kendi romanları kadar Kürt edebiyatı ile ilgili önemli bir birey olarak durmadan Kürt edebiyatını tanıtmaya çalışan ama bunu yaparken de gerek devlet karşısında gerekse de Kürtlerin kendi arasındaki iç meseleler ve çekişmeler arasında, aynı anda birden fazla kimlik ve bu kimliklerin getirdiği sorunlarla baş etmeye çalışan bir yazar portresi de çıkar ortaya. Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık ise bir yazarın olup biteni görmesi gerektiğini, değişiklikleri ruhunda duyarak, toplumsal, ekonomik, siyasi çalkantılarda mazlumun sesini duyarak duyurmaya odaklanan angaje bir eserdir. Egemenlerin kirli, karanlık işleri, pompaladıkları şovenizm, düşmanlık ve önyargılar, kapalı kapıların gerisinde dönen vicdansız hesaplar ve tüm bunlardan zarar gören mazlum insanlar... Değişen toplumsal ilişkiler, karakterler, ruh halleri, korku, acı, umut, özlem, insani duygu... Yazar bunların çağdaş destanını, roman sanatının sunduğu en güzel biçimler ve en önemli yerel renklerle söylüyor. Uzun, çekilen acıyı, yaşanan hüznü ve uygulanan vahşeti unutmayan edebiyatın zamanla insani vicdan olacağını ortaya koymaktadır.

Kürt sözlü edebiyatı içinde yeri büyük, son derece zengin bir anlatı türü olan çîrok, Türkçedeki halk hikâyesi ya da masala yakın bir anlam taşır. (Shakely, 1998) Gelgelelim, Kürtçe edebiyat uzun zaman sözlü kültürden kopup modern zamanlara yönelemedi. Ama Kürtçede yazılı geleneğin olmadığı, bu dille çok eski tarihlerden beri edebî ürünler verilmediği anlamına da gelmemeli bu çıkarsama. Uzun zaman halk belleğinin egemen olması, yazılı kültürün kendini ete kemiğe büründürmekte gecikmesi, dengbejlerin sözlü anlatılarını olması gerekenden daha çok öne çıkarmış, ama bu gelenek, kendi sınırları ötesinde yeni bir edebiyat gerçekliği yaratamamıştır. Bu nedenle dengbejlerin taşıdığı sözlü edebiyat ile Kürt toplumlarında 20. yüzyılın başlarında gelişmeye başlayan yazılı edebiyatı birbirinden ayırmak gerekir. Gazete ve dergilerin gündelik haber dili ya da siyasal dili içinde üretilen, ama bu kısır döngü içinde yalnızca kendini yineleyen Kürtçe, ne yazık ki uzun bir zaman edebiyat dili olamadı. Mehmed Uzun ise bu sözlü verimleri yazı ile akraba kılarak günümüze belirgin bir iz bırakacak etkinliğe ulaştırmıştır. "Sözlü Kürt edebiyatı önemlidir. Hem benim yazarlığım için hem de modern Kürt edebiyatı için. Sözlü Kürt edebiyatına dayanmadan modern bir edebiyat yaratmak neredeyse imkansız. Çünkü modernite; bir yenilenmeyi, çok ciddi bir geleneğe bağlılığı zorunlu kılıyor. Sizin bir geleneğiniz, tradisyonunuz olmadan bir yenilenme ve modernite de sağlayamazsınız. Bu zorunlu. Kürtlerin böyle olağanüstü bir avantajları var, çünkü gelenekleri son derece zengin. Zengin bir sözlü anlatı geleneğine sahip Kürtler. Ve tabii bunun en büyük ustaları da dengbejler. Dengbejler sadece anlatıcı değiller, aynı zamanda bir dilin, bir kültürün, bir tarihin, bir kimliğin koruyucularıydı da. Onlar hem anlatıyorlardı hem de yeni kuşaklara geçmişleriyle ilgili bilgiler sunuyorlardı. Dil ile ilgili, kimlik ile ilgili, tarih ile ilgili birçok duygu da aktarıyorlardı ve onların anlatım ve anlatım biçimleri son derece ilginçtir. Günümüz dünya edebiyatının anlatı biçimleri, üslup ve temaları son derece zayıflamıştır. Bu bakımdan daha önceki, özellikle sözlü geleneksel anlatının üslupları, dilleri ve biçimlerine bakmakta büyük fayda var. Onlardan öğrenecek çok şeyimiz var bence..." (Uzun, 2005)

Mehmed Uzun, yazarlığında bu sözlü kültürü bugüne taşımaya çalışmıştır. Dicle'nin Yakarışı ve Dicle'nin Sürgünleri'nde anlatıcı bir dengbejdir. Oturmuş, yedi gece boyunca yedi genç dengbej adayına, kendi hayatının öyküsünü anlatır. O, dengbejlik geleneğinin sadece Kürtlere ait olmadığını, dünyanın çeşitli dillerinde, çeşitli kültürlerinde bu tür bir geleneğin olduğunun altını çizer. Ona göre Homeros'tan Gılgamış'a kadar sözlü bir anlatı geleneği vardır ve yazılı edebiyat sözlü edebiyatın üzerine kurulmuştur. Homeros İlkin anlatmıştır, onun anlattıkları daha sonra da yazılı hale getirilmiştir. Tıpkı bunun gibi dengbejlerin de anlattıkları yazılı hale getirilmelidir. Ve böylece Kürtçe edebiyatın en önemli sütunu inşa edilmiş olacaktır. Mehmed Uzun, Abdalın Bir Günü'n-de, büyük Kürt dengbeji Evdale Zeynike'nin bir gününü anlatır. Kürtlerin Homeros'u olarak nitelenen Evdale Zeynike'nin bir gününü bir dengbejin dilinden aktarır. Bu dengbej de Ehmede Fermana Kiki'dir. Celadet Ali ve Kamiran Bedirhan kardeşler, sürgün zamanlarında Ehmed'i himayelerine almışlar ve hafızasındaki hikâyeleri yazıya geçirmişlerdir. Roman, Bedirhanilerin, Ehmede Fermane Kiki'den, Evdal'ı yazıya geçirmeyi istemesiyle başlar. Ehmed de, Evdal'ın bir gününü anlatmaya karar verir. Zorlanarak da olsa yazar, Ehmede Ferman yazarken dönemin eleştirisini de yapar. Örneğin, Kürtçenin yasaklı olduğu ve dil olarak görülmediği zamanlarda, 194O'lı yıllarda, (Ne kadar çelişkili değil mi? Hem dil değil hem de yasak!) dengbej Ehmed, durumunu şöyle dillendirir: "Ama gelin de ben garibe sorun ki Kürtlerin bu güzel söz ve deyişlerinin, güzelim kıssalarının başına ah neler neler geldi. Hepsi yasaklı bugün. Bugün Türkiye'de Kürtçe konuşanlar cezalandırılıyor. Ceza, bir Kürtçe sözcüğe bir kuruş şeklinde. İki kelime iki kuruş, üç kelime üç kuruş... Hey gidi ocağı batasıca dünya hey!.." Abdalın Bir Günü, geleneksel olan ile modern olanın uzlaştırılmaya çalışıldığı bir roman olarak çıkar karşımıza. Roman; yazar, anlatıcı -dengbej-, anlatılan -dengbej- ve yan olaylarla örülmüş katmanlardan oluşur.

Mehmed Uzun edebiyatının en temel özelliklerinden biri sözlü Kürt edebiyatını temel almasıydı. Onun edebiyat tahayyülü ve tasavvuruna göre sözlü Kürt edebiyatı yazılı Kürt edebiyatının temeli olmalıdır. Her toplumun kendine özgü bir yaşam biçimi vardır. Toplumların yaşayış kurallarını ve yaşamın sembolize edilmiş şeklini sözlü edebiyatlarında bulabiliriz. Halk edebiyatında geçen yaşayış tarzının, davranış felsefesinin övülerek ya da eleştirisi yapılarak modern ulusal edebiyatların oluşumundaki yeri hatırlandığında Uzun'un yönelişinin ne anlama geldiği de belirginlik kazanır. Modern zamanlar öncesinde sözlü Kürt halk edebiyatında Kürt toplumunun yaşayış biçimini bulmak mümkündür. Bu dönemdeki yazılı Kürt edebiyatı İslam kültürünün etkisindeyken, sözlü halk edebiyatı eski inançlarının etkisindedir. Bu noktada sözellik vurgusu tıpkı Türk milliyetçiliğinin sosyolojik olarak inşa edilmeye başladığı kuruluş yıllarını çağrıştırır. Bir farkla ki aradan geçen yüzyıllık bir zaman diliminin birikimlerini de sözellik vurgusunun arka planına başarılı bir şekilde yerleştirerek kurmasıyla. Özellikle Zerdüşt inancının sözlü kültürden yazıya geçme sürecindeki Kürtçe yazın ve yaşam dünyasındaki etkisi yoğun bir şekilde görülmektedir. Zerdüşt inancında kutsal olan semboller, halk arasında dolayısıyla Kürt sözlü edebiyatında belirgin bir şekilde vardır yaklaşımı folkor ve milliyetçilik ilişkisini bir kere daha gündeme getirmektedir. Kürtçe yazan yazarlar bu sözlü Kürt halk edebiyatını temel alma, daha doğrusu belli bir kavrayış düzeyine çıkarma gibi nedenlerle birbirlerinden ayrılmaktadır. Sadece dile yaslananlar olduğu gibi dille birlikte belli bir ulusa! aidiyeti gündemleştirerek ulus İnşası için çabalayanlar da vardır. Yaşar Kemal sözlü Kürt edebiyatından beslenerek yazıyor, ancak Kürtçe yazmadığı İçin onun yazdıkları Kürt edebiyatı olarak değerlendirilemez. Mehmed Uzun hem sözlü kültürü bugüne taşıdığı hem de Kürtçe yazdığı için etnisite ile dilin kesişme sınırında değerlendirilebilir. "Edebiyatın yanında, tiyatro, sinema ve tekmil sanatsal uğraşların temeli sözlü Kürt edebiyatı olmalıdır." yaklaşımını yüksek sesle dillendirenler; İslam öncesi eski Kürt yaşam biçiminin modern ideolojilerle eklemlenerek 'sadece edebiyat' olmaktan öte hedefleri de içinde barındıran bir dalga söylemidir. Kürtçe edebiyatın hakim zemini, mantığı ve paradigması bu bakışın içinden, ondan hareketle konuşmaktadır. Bu noktada Uzun, bugün yaratıcı yazının ürettiği modern Kürt edebiyatından söz etme imkanını sağlayan, Kürtçe edebiyatın ekili tohumlarını çıtlatan, kaynaklarını tanımaya çalışan, ama aynı zamanda Kürt halkının yüz yıllardır aktığı ırmağı değiştirmeye çalışan isimlerden biridir. Bu edebiyatın hangi denize kavuşacağı ve denize kavuştuğu yerde oluşturacağı delta bizim için daha öncelikli olmalıdır. İşte bu yüzden ilişki ağlarını kurutmaya, düşmanlık mayasını tutturmaya çalışan inkarcı anlayışın küfründen uzak kalarak, şimdi bu akarsuyun yönlendirilme biçimini tartışma zamanıdır,

Sonuç olarak çıkardığımız tez, 'Modern Kürt Edebiyatı'nın seküler temelinin baskın olduğu, o temelde de Mehmed Uzun sacayağının kurucu bir isim olduğudur, Mehmed Uzun'un Kürtçe okur sayısının azlığı nedeniyle hak ettiği ilgiyle karşılan(a)mama nedeniyle, Ruhun Gökkuşağı Türkçe yazmış olması bu durumu değiştirmez. Ayrıca Türkiye'de Kürt edebiyatından bütünüyle habersiz bir edebî ortamın olduğunu da unutmamak gerekir. Öfkenin, nefretin, düşmanlığın kışkırtılmasına, birini ezerek diğerinin mutlu olabileceğine dair alçakça propagandanın etkili olmasına izin verilmemelidir. Sözü/yazıyı Ahmed-i Hani'nin Mem u Zin'in girişinde yer alan görkemli tevhitle bitirelim: "insanın kendisi hem karanlıktır, hem ışık /İnsan hem yakındır sana, hem uzak/Bunca doyulmaz nimet ve değer / Ve bütün yiyeceklerle giyecekler /Bunca aranan ve istenilenler/Bunca arzu edilen ve sevilenler / Hayvanlar, madenler ve bitkiler / Hepsi bizim için işler haldedir/Hepsi bizler için yük altındadır/Biz gafiller, tembeller, günahkârlar / Kötülük İsteyen nefsimizle kayıtlıyız / Gönlümüzde taşımıyoruz senin fikrini ve de zikrini / Dilimizle de ödemiyoruz senin hamdini ve de şükrünü/Hani, gönülden anmıyorsa eğer seni /Allah'ım ona şükredici bir dit ver!"

 

Kaynakça:

GÜMÜŞ, Semih, Sözlü Edebiyattan Yazınsal Dile, Radikal Kitap, 15 Şubat 2006

AKSOY, Metin, Başa Döndük Sevgili Kürt Edebiyatı, Kaçak Yayın, 15 Eylül 2005

GÖKALP, Ziya (1992) Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Sosyal Yayınlar, İstanbul

KIZILKAYA, Muhsin, Kürt Edebiyatı Konferansı, Radikal, 16 Kasım 2003

SHAKELY, Ferhat (1998) Modern Kürt Öykü Sanatı, Çev: Rohat Alakom, Avesta Yay. İst.

HASSANPOUR, Amir (2005) Kürdistan'da Dil ve Milliyetçilik 0918-1985),Çev: İbrahim Bingöl -Cemil Gündoğan, Avesta Yay. İst.

AHMEDZADE, Haşim (2004) Ulus ı/eKoman, Türkçeleştiren: Azad Zana Gündoğan, Peri Yayınları, İst.

UZUN, Mehmed (2007) Bir Romanın Hatıra Deften, Çev: Muhsin Kızılkaya, İthaki Yay. ist.

UZUN, Mehmed (2005) Abdalın Bir Günü, Çev: Selim Temo, İthaki Yay. İst.

UZUN, Mehmed (2006) Dicle'nin Yakarışı, İthaki Yay. İst.

UZUN, Mehmed (2006) Dicle'nin Sürgünleri, Çev: Muhsin Kızılkaya, İthaki Yay. İst.

UZUN, Mehmed (2006) Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık, Çev; Muhsin Kızılkaya, İthaki Yay. İst.

UZUN, Mehmed (2006) Kader Kuyusu, Çev: Muhsin Kızılkaya, İthaki Yay. İst.

UZUN, Mehmed (2006) Yitik Bir Aşkın Gölgesinde, Çev: Muhsin Kızılkaya, İthaki Yay. İst.

UZUN, Mehmed (2005) Küllerinden Doğan Dil ve Roman, İthaki Yay. İst.

Kürtçenin dil özelliği için bkz: Sabah Kara, "Kürt Dili ve Kimliği", Mazlum-Der Kürt Sorunu Forumu, Sor Yay. Ankara 1993 s. 303 vd. Kürtçe'nin Farsça ile benzerliği için bkz: W. R. Hay, Kürdistanda Ikİ Yıl, Çev: Fahriye Adsoy, Avesta 2005

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR