1. YAZARLAR

  2. Kadrican Mendi

  3. Başörtüsüne İlişkin Ger(ginleştir)ici Bir Yazı

Başörtüsüne İlişkin Ger(ginleştir)ici Bir Yazı

Ocak 2003A+A-

Seçimler sonrası artık İslamcı demeye dilimizin varmadığı (burada yeni bir kavram olarak "İslamsı")! öneriyorum !), siyaset yapıcıların bir müddettir kullandıkları; "toplumu germeyelim, germeyin, germesinler" şeklindeki fiil çekimleri şahsımız üzerinde büyük bir gerginlik yaratmakta... Bu "gerginlik" denen şeyin sürekli tekrar edilmesinin verdiği sinir gerginliği bir tarafa; kim, neyi geriyor da, bazı kimler(?) bunu gevşetme ihtiyacı hissediyor sorusu ayrı bir zihni gerginlik sebebi. Hani birine kırk kere deli dersen deli olurmuş ya o hesap...

Latife bir yana trajik günler yaşıyoruz. Trajik kelimesi burada rasgele seçilmiş değil; tıpkı yunan tragedyasındaki gibi; tek zaman ve mekanda geçen ve oyuncuların ne yaparlarsa yapsınlar, tanrıların onlara çizmiş olduğu sonu değiştiremedikleri bir sahneye döndü "vatan". Sahneye talip olan "yeni" topluluklar ise; "hacivatla karagöz" ya da "orta oyunu" nevinden bir içerik ve "yerli malı haftası" coşkusu mesabesinde heyecanlardan öteye geçemiyor. Aslında geçemiyor denilmesi bile içerdiği imalar yüzünden mahkum edilmeli. Ne yani "geçmesi" beklenebilir miydi ya da böyle bir beklenti için somut bir neden var mıydı elimizde? Hayır.

AKP'nin hareket kabiliyeti yüksek kadrosu, değerden arındırılmış teknokrat programı ve "Tom Amca"vari üslubu daha seçimlerden önce bu günlerin işaretlerini veriyordu. "Adil bir özeleştiri'ye dayanmayan bir "geçmişini inkar", ancak oy potansiyeli olarak görülen kesimlere de muğlak ve örtük vaadler vermeye devam şeklinde görülen bir siyaset tarzı, sonuçta muktedir olunamayan yeni bir iktidarı daha ortaya çıkardı.

Gelinen noktada her ne kadar zahiren gündemde yokmuş gibi davranılsa da Müslüman halkın beklenti içinde olduğu en önemli sorun hala başörtüsü olamaya devam ediyor.

Bu sorunu tartışmaya başlarken iki önemli tespit yapmamız gerekiyor; ilki Başörtüsü sorununun onu yasaklayan irade açısından taviz vermenin artık mümkün olmadığı bir yerde duruyor olması. Açalım; başörtülü bayanların üniversitelerde, iş yerlerinde, popüler tabiriyle kamusal alanda görünür hale gelmesi ve üstelik de hızla çoğalıyor olması, pozitivist bir modernleşme anlayışı temeli üzerinde kurulan cumhuriyet projesinin öngörülerinin yalanlanması anlamına geliyordu. 2O.yy'ın başında algılandığı şekliyle İslam da diğer tüm dinler gibi bilimin ve aklın gelişmesi karşısında gerilemeye ve yok olmaya mahkumdu. Ancak öyle olmadı, İslam "modernizm parantezi"nin içini kendi özgün yapısıyla doldurdu ve her çağ ve mekanda olduğu gibi kendisini açığa çıkardı/zuhur etti. Görünür hale gelen başörtülü kadın (ki kamusal alanda görünmeyen başörtüsü sistem açısından hala tehlike olarak görülmüyor) İslam tehlikesinin (!) kendini yeniden üretmesi anlamına geliyordu ve üstelik bu yeni toplumsal aktörün sınıfsal temeli de bazı oryantalist-sosyologların tahmin ettiği gibi alt gelir grubu -köylü/taşra kesimlerden değil orta gelir grubu- şehirli kesimlerden beslenmekteydi. Bu, sistemin inşa etmeye çalıştığı ve geleceğini bağladığı orta sınıfların (resmi söylemde halkın) istenilmeyen sonuçlara ulaşması, dolayısıyla hayırsız ve istenilmeyen evlat haline gelmeleri anlamına da geliyordu. Farklı siyasal amaçlarla da olsa verilen her taviz cumhuriyetin hedef kitlesinin (şehirli-orta sınıf) siyasal İslam için verimli bir potansiyele dönüşmesine ve yönlendirilebilir/biçimlendirilebilir olmaktan çıkmasına yol açmaya başlamıştır.

İkincisi ise başörtüsünü yasaklayan irade açısından geri adım atılmasını gerektirecek bir somut neden de olmaması! Düşünsenize üniversiteler tamamen temizlenmiş, İmam Hatipler büyük oranda varlık nedenlerini yitirmiş, kritik kadrolar tasfiye edilmiş ve hepsinden daha acısı okulunu kimliğinin önüne geçirmiş, "hoş görme"nin dışında hiçbir görme şeklini tanımayan, kalbi ve beyni kireçlenmiş, kendilerine İslamcı denilmesinden dehşete düşen, yeni bir Müslüman tipi (generation next!!!) türetilmiş; muhalefet, direniş, onur gibi kelimeler alay konusu olmuş!..

Böyle bir mağlubiyetin ardından "biz ringde sopa yedik ama belki tavlada yeneriz" tarzı bir akıl yürütmenin varacağı sonucu okuyucunun zekasına hakaret etmemek için yazmayalım. Ancak şöyle bir soru sormaktan da kendimizi alamıyoruz; böyle bir teklifi karşı tarafın ciddiye alması olasılığı bir tarafa, galip bile gelseniz tavlanın kafanıza inmeyeceğinin garantisi var mı..?

İslamcı siyaset açısından şu aşamada "ne yapmalı?" kadim sorusuna verilen ilk cevap doğru bir sistem değerlendirmesi olmalı. Ülkenin kaderine yön veren irade doğru yerde aranmalı. Temel çatışma hattı, bu hattın aktörleri doğru tespit edilmeli; ...mış gibi yaparak, kuş diliyle söylenerek, yanlış dostlar, yanlış melceler için faydasız şefaatçiler arayarak Müslüman halkın hassasiyetleri heba edilmemeli. Mevcut hükümeti bulunduğu yere taşıyan tepkiler "gündem dışı" bırakılmamalı. "karşılıklı bir zıtlaşmaya dönüştüğü" söylenen başörtüsü meselesinin karşıdaki muhatabı kimdir? Buna net bir cevap verilmeli.

Sorun yokmuş gibi davranılarak ya da ertelenerek varılmak istenen sonuç nedir? Bu izah edilmeli. Sorun zamana bırakıldığında hiç de aptal olmadığını bildiğimiz muhatap, her şeyi unutacak ve biz de tüm sempatikliğimizle "laaades!!" mi diyeceğiz!?

Yoksa ümitler AB'ye mi endekslendi? Oysa son gelişmeler gösteriyor ki AB'nin Türkiye'nin uymasını istediği insan hakları kriterleri içinde başörtüsü sorununun çözümü yok! Ayrıca TC için gümrük birliğiyle tam üyelik arası -daha sonra Rus cumhuriyetçiklerine de model olacak- bir "ara statü" oluşumu söz konusu. Yani Batı açısından bir "laik Müslüman ülke" modeli olarak Türkiye tecrübesinde insan hakları açısından bazı kusurlara göz yumulması da söz konusu olabilir!

Başörtüsü tüm Müslüman Anadolu halklarının öncelikli sorunudur. Bu sorunun yok sayılması, ertelenmesi gibi tutumlar, işaretlerini şimdiden görmeye başladığımız toplumsal bir şizofreniye ve yozlaşmaya dönüşebilir. Bu topraklarda beş-altı sene önce "İslam'da tesettürün önemi" tartışma konusu dahi edilmez, "sıkma baş ya da renkli pardösü" gibi meseleler kınama konusu olabilirken, ulaştığımız noktada! başörtüsünün en küçük bir sıkıntıda çözülüp atılabilecek bir aksesuara dönüşmüş olması üzerinde uzun uzun tefekkür etmemiz gereken bir gerçek. Uğrunda yeterli mücadelenin ve fedakarlığın yapılmadığı başörtüsünü bir bez parçasından ayıran anlam bütünlüğü hızla yitirilmekte. Başörtüsünü kaybeden kızlarımızın / kadınlarımızın ellerinden zamanla kimlikleri de buharlaşıp gitmekte, zillete yatkın ve razı, bitkin ve vazgeçmiş bir ruh hali oluşmakta. Ertelemeci, teslimiyetçi politikalarla bundan beş, on sene sonra varılacak nokta herkesin hayal gücünü aşan bir dram olabilir.

Sorunu görmezden gelen yapı, cemaat ve hareketler bu çürümeyi en fazla ve derinden hissedenler olacaktır. Bu tutum devletçi-sağcı tezlerin bir kez daha iflası ancak maalesef aynı zamanda toplumsal kazanımlarında heba edilmesine yol açacaktır.

Çözümü başka coğrafyalarda arayanlarda şunu yakından gözlemlemeye başladılar ki Batı artık tüm dünya Müslümanlarına yönelik aşağılayıcı, hizaya getirici politikalarıyla insan hakları söylemi açısından da hiçbir güven vermiyor.

Ancak tüm olumsuz tasvire rağmen 21.yy. İslamın yeni bir şahlanışına şahitlik de edebilir. Unutmayalım ki sorun ulusal sınırları çoktan aşmış, küresel bir çatışma hattına evrilmiştir. Rabbi ile akidleşmiş her Müslümanın, nefret ve şiddetin kokuşmuş nefesini yüzünde hissetmesi onun suçluluğunu değil bilakis doğru bir yerde olduğunu gösterir.

"Onlara bazı kimseler: 'İnsanlar sizinle savaşmak için toplandı; onlardan korkun!' dediklerinde bu onların imanını arttırdı ve 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir' diye karşılık verdiler." (Al-i İmran 173)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR