1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Başörtüsü Zulmü ve Mücadelenin Onuru

Başörtüsü Zulmü ve Mücadelenin Onuru

Aralık 1997A+A-

Mecidiyeköy Kültür Merkezi, 28 Kasım Cuma günü saat 19.00'da coşkulu bir şekilde geçen "Başörtüsü Zulmü ve Mücadelenin Onuru" konulu bir programla birlikteliklerin pekiştiği, yüreklerin depreşip, zihinlerin berraklaştığı bir atmosferin mekanı oldu. Kur'an tilaveti ve meali ile yapılan açılıştan sonra, sahnede marş eşliğinde Beyazıt Meydanı'ndaki oturma eyleminin canlandırılması salondaki coşkuyu arttırdı.

Programın sunucusu Gülsen Demirkol, böyle bir gecenin tertip amacının başörtüsü ile sembolize edilen fikirlere uygulanan yasağa tepki göstermek ve bu konuda yapılan eylemleri değerlendirmek olduğunu söyledi. Düşünce suçlusu N. Şirin'e 17 yıl 6 ay hapis cezası verilecek kadar olağanüstü şartlar altında yaşayan müslümanların zulmü ifade etmeleri, ibadi bir görev olarak vurgulandı. Gecede yeni haber aldığımız Sivas Davası'nda 38 müslümana verilen idam cezası zulmün boyutlarını zihinlerimize nakşediyordu.

Programın ilk konuşmacısı Fatma Candan, "Allah Elçisi'nin savaş sebebi saydığı başörtüsünün, şimdi de Türkiye'de bir üniversite kapısında, Allah'ın verdiği kimlik uğruna diğer tüm kimliklerden vazgeçmeye hazır bir avuç mü'min kızın eylemlerine de konu olduğunu" söyledi. "Buradaki mü'minler, ümmet gözünden uyku mahmurluğunu atsın, ölü toprağını silksin diye seslerini yükseltiyorlardı. Sistemin artık makyajlamadan sunduğu zulmü, MGK toplantıları sonrasında öğrendiğimize göre amaç; sokaktaki insanında başörtüsünü çekmek, babanın oğluna neye inandığını açıklamasına engel olmaktı. Dedelerimizin, ninelerimizin çektikleri bizlere kader edilecekken bugün müslümanlar bu planın farkına vardılar, direnişe geçtiler; kesintisiz zulme kesintisiz direniş. Gücün imanına teslim olmadan imanın gücüne inanarak..."

Bu vurgularla biten konuşmadan sonra sinevizyon gösterisi başladı. Burada başörtüsü eylemlerinin başladığı günden savcılığa suç duyurusu yapmaya kadar geçen süreç gösterildi. Eylemde okunan basın açıklamalarından pasajlar verildi. Basın açıklamalarında yasağın bir bez parçasına konmadığı, asıl hedefin İslami değerler olduğu vurgulanıyordu. Bu süreç 28 Şubat'la birlikte iyice gün yüzüne çıkmıştı. Başörtüsü zulmü ve arka planı halka malolana ve bu yönde kamuoyu oluşturulana kadar eylemler devam edecekti. Sinevizyonda, her geçen gün eylemcilerin sayısının arttığını, kadın-erkek, yaşlı-çocuk herkesin eylemi desteklediğini görüyorduk. Berkarda'nın açıklamaları, protesto edildi. "Zulme karşı direneceğiz", "Başörtüsü onurumuzdur, koruyacağız", "MGK tehdidi yıldıramaz bizleri" sloganları tek bir yürekle hep bir ağızdan atıldı. Gösterilen karelerin en coşkuyla izleneni, gecenin karanlığını ellerindeki meseleleriyle aydınlatan kadınlı erkekli grubun eyleme katılmasıydı. Meşaleler karanlığı yararken, izleyenler aydınlık eylemcilerine "Direniş, adalet, özgürlük" sloganlarıyla eşlik ediyorlardı.

Sinevizyon gösteriminden sonra, konuşmacı M. Bahadır dayatmacı ve tağuti düzenin üç sacayak üzerine kurulu olduğunu, MGK, Medya ve TÜSÎAD güçlerinin 2S Şubat'tan sonra iyice belirginleşen bir biçimde halkın düşmanı kesildiğini vurguladı. Bu kesimlerin kimliğini Türkçülük ve Batıcılık olarak tanımladı. M. Bahadır şu görüşlerini de dile getirdi: "Güçler dışındaki partiler, sivil toplum örgütleri ve parlamento'nun işlevi sorgulanmalıdır. Bunların ise dile getirdikleri demokrasi, hukuk devleti, laiklik, ifade özgürlüğü gibi kavramlar düzenin gerçek yüzünü maskeleyen birer aldatmacadır, Dolayısıyla gerçek egemenleri tartışma konusu yapmadığımız ve çıkarlarını zedelemediğimiz müddetçe Türkiye bir özgürlükler ülkesidir".

Konuşmanın ardından gecenin en ilgiyle izlenen bölümü olan skece geçildi. Skecin konusu 2097 yılında müslüman bir profesör ve öğrenci arasında geçen konuşmayla başlıyordu. Hoca öğrencisine Beyazıt meydanının fonksiyonunu anlatıyordu. Zira orada başlayan direniş onları arzulanan günlere getirmişti. Hoca ve öğrencisi 1997 yılında çekilmiş tarihi bir filmi izlediler. Burada zulmün temsilcilerinin müslümanlar üzerindeki baskılan gösterildi. Tabi müslümanların karşı koyuşları da. Sık sık alkışlarla kesilen skeç hem düşündürdü hem de güldürdü.

Skecin ardından Merve Ergin'in konuşmasında şu vurgular yer alıyordu: "Varlığımız bir sözcüktü ve yaşamımız da o sözcüğü haykırmak. Ne zamana, nereye katlar? Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına, karanlığı delen yıldızın aydınlığı getirmesine kadar.

Ve diri olarak toprağa gömülen kızcağıza sorulduğu zaman hangi suçlan dolayı öldürüldün diye? Hangi suçtan dolayı toplumdan silinmeye çalışıldın? Seni tarihin kimi sayfasında şeytan-aşağılık gören, kimi sayfasında reklam aracı olarak kullanan, metalaştıran, bazen senin adına dört duvarla çizdiği hayal resmini, bazen caddelerle hapseden zihniyet, hangi suçtan dolayı şimdi başörtüsüne el uzatıyor?

Derinlerden geliyor bizim çığlımız? Zulmün doğduğu günden, Allah'a rağmencilerin ortaya çıktığı zamandan ve sessizliğin başörtüsüne uzanan eller ile bozulduğu meydanlardan. Beyazıt'tan, Ulucami'den, Güven Park'tan.

Halkın duyarlılığını doğru bilgiyle bilince dönüştürme azmindeyiz. Yıllardır pasifize olmuş kadının mücadeleye katılımı doğallaşıyor artık. Slogan bakışlarımız yırtarken sessizliği, tartışılan sesimizle haykırıyoruz; bu değerimizi yitirmeyeceğiz. Başörtüsüne uzanan elleri kıracağız. Belki bugün, belki bin yıl sonra ama mutlaka..."

Konuşma tekbirlerle bittikten sonra geceyle ilgili selamlama konuşmaları yapmak üzere sırasıyla, Avukat Şeyma Döğücü, Yazar Burhan Kavuncu ve Araştırma Görevlisi Hülya Alper kürsüye çağrıldılar. Konuşmacılar başörtüsü yasağını kınadılar ve programın duyarlılıkları arttırma konusunda başarılı geçtiğini söylediler.

Bu arada programa Avrupa'dan İnsan Onuru ve Haklan Derneği HDR Genel Başkanı M. Doğan'dan gelen faks okundu. Doğan'ın gönderdiği metinde "direnişinizi, eyleminizi, kimliğinizi, Avrupa'nın batı yakasındaki hak taraftarları olarak kimliğimiz, onurumuz, eylemimiz, haklı direnişimiz olarak görüyoruz. Umutları ve Dirençleri kırmak isteyenlere, umutları tükenenler, dirençleri kırılmışlara yazıklar olsun! Andolsun ki bu kutlu sevda sürdü destansı direniş sürdükçe hüsran bizlerden uzaktır" ifadeleri yer alıyordu. Programı izleyenlerin de kilometrelerce uzaklan gelen destekten dolayı gönülleri ferahlıyordu.

Program marşlarla sona erdi. En son mars izleyenlerle beraber ayakta coşkuyla okundu: "Savaşa girdi kalbini, bin yara aldı beni/Nerede bir acı varsa aradı buldu beni/Seni bir bomba gibi taşımak bu göğüsle/Bir Ebubekir kıldı, bir Ömer kıldı beni"

Sunucu, programı bitirirken kazanılan bilinç ve duyarlılığı köylere, varoşlara, okullara, fabrikalara kısaca ulaşabildiğimiz her yere ulaştırmamız gerekliği vurguladı.

Program çoğunluk olarak bayanların görev alması ve bu görevlerini başarıyla sonuçlandırmaları sebebiyle. İslami çevrelerde ilk olan onurlu ve erdemli örnekliklere bir yenisini daha kattı.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR