1. YAZARLAR

  2. Ebu Zer

  3. Allah Müslümanların Saflarına Sızmış Münafıkları Gizli Bırakmaz!

Allah Müslümanların Saflarına Sızmış Münafıkları Gizli Bırakmaz!

Nisan 2010A+A-

Crescent Mart 2010

ÇEV: Barış Hoyraz

Müslümanlar İslam ümmetinin ilerleme kaydedip kaydetmediği veya hali hazırdaki durumlarının iyi olup olmadığı hakkında sık sık tartışırlar. İki iddiada da doğruluk payı bulunmaktadır. Tartışma götürmez bir gerçek var ki son 30 yılı aşkın bir süredir gelişen olaylar, ümmetin liderleri olarak kendilerini tanıtarak sahte tavırlar takınan çok sayıda zalimi gün yüzüne çıkarmıştır. Bunlar arasında Harameyn’in işgalcileri de bulunur. El-Fetih hareketi gibi gruplar da yıllardır Filistinlilerin tarafını tutuklarını iddia edip dururlar. El-Fetih başka hareketlerin güçlenip, hakimiyetine meydan okunması karşısında her zaman keskin olmuştur. Fetih, Filistin davasında birçok Arap rejimi tarafından seküler bir hareket olarak kontrolü sağlaması konusunda desteklenmiştir. Çünkü Filistin’deki İslami hareketin güçlenmesinin, Arap rejimleri ve onların ahlaksız ve kifayetsiz yöneticilerinin maskelerinin düşmesini getireceği bilinmekteydi.

Elbette Allah’ın da bir bildiği vardır. Şartlar ne kadar aleyhte olursa olsun, Müslümanlar için her zaman hayırlı bir boyut mutlaka vardır. İslam’ın ilk yıllarını incelersek, Uhud’da yaşanan hadise ile Medine’deki münafıkların ortaya çıktığını görebiliriz. Uhud Savaşı’nda Müslümanlar başlangıçta hakimiyeti ele geçirmelerine rağmen, geri adım atmak zorunda kalmışlardır. Fakat buradan çıkaracağımız en büyük ders İslam ordusu içerisinde bulunan Abdullah ibni Übey komutasındaki 300 münafığın teşhir edilmesidir. Savaşa gittiklerinde münafıklar Müslümanların saflarından ayrıldılar. Böylece ortaya çıkabilecek daha büyük problemler de önlenmiş oldu.

Yaşadığımız çağda ise İran’da gerçekleşen İslami devrim, ABD emperyalizminin ve yandaş Siyonistlerin kirli yüzünü ve İslam dünyasındaki yönetimlerin iki yüzlülüğünü açığa çıkartmış oldu. 1969 Ağustosunda Siyonist bir Avustralyalı göçmenin Mescid-i Aksa’da minberi ateşe vererek kutsal mabedi tamamen yakmaya çalışmasının ardından, Müslüman yöneticiler tarafından Fas’ın başkenti Rabat’ta bir zirve düzenlendi. Burada “Mescid-i Aksa’nın korunması” ve “Filistin’in kurtuluşu” için bir komite oluşturuldu. Fas Kralı Hasan, Kudüs Komitesi olarak adlandırılan bu kurulun başına getirildi. Kral Hasan’ın Siyonistlerle sıkı bağları vardı ve Siyonist liderler, sarayına sık sık misafir oluyorlardı. Kudüs Komitesi daha sonra İslam Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) dönüştürüldü. Örgüt, ümmetin tek bir sorununu bile çözmedi. Kurucularından sadece birkaçı örgütü ciddiye aldı. Rabat’ta toplanan yöneticilerden bir tanesi bile açıklamalarında samimi değildi. Onlarca yıldır da Müslümanları kandırmaktadırlar. Bu yöneticilerin gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasında İran İslam Devrimi’nin payı oldu. Bu yöneticilerin dertleri sadece haksız bir biçimde elde edilmiş servetlerini artırmak ve gayri meşru hükümranlıklarını genişletmekten başka bir şey değildir.

Gözlerimizi Lübnan’a çevirdiğimiz zaman benzer oyunların orada da oynandığını rahatlıkla görebiliriz: Lübnan 4 milyon nüfusa ve nispeten de küçük bir orduya sahip bir ülke. Nüfusu da farklı dinlerden ve mezheplerden oluşuyor. Hıristiyanlar Batı ile uyumlu hale gelmiş, Müslümanlar da özgürlük ve kurtuluş gibi daha büyük bir hedef için güç toplamaları gerekirken, tam tersi bir istikamette kendi aralarında Şiiler ve Sünniler olmak üzere ikiye ayırılmışlar. Bunlara rağmen Siyonist işgalci en büyük askerî yenilgisini Lübnan’da aldı. Arap rejimleri de yıllardır ABD’nin desteği olduğu için Siyonist orduyu yenemediklerini bahane edip durdular. Elbette Washington, Siyonist devlete maddi olanak ve büyük istihbarat sağlıyor. Fakat bu şartlar Hizbullah’ın Siyonist işgalcilere meydan okumasını ve Siyonistlerin Lübnan’ın birçok bölgesinden geri çekilmesini engelleyemedi. Dolayısıyla Hizbullah’ın ortaya çıkışı ve cesur direnişi, Arap yöneticilerin ve onların ağır silahlı ordularının korkaklıklarını gün yüzüne çıkardı. Aslında bu orduların temel görevi ülke sınırlarını savunmak da değil. Adeta kendi halklarına baskı uygulamak için oluşturulmuşlar. Mesela 68.000 kişilik Lübnan Ordusu çeşitli tank, ağır silah ve avcı uçaklara sahip olmasına rağmen, sınırlarını savunmak için hiç hareket etmemiştir. Hizbullah ise sadece hafif silahlar ve roketlere sahip olmasına rağmen Siyonistler karşısında galip gelebilmiştir. Hizbullah mensuplarını Arap ordularından farklı kılan şey Allah’a olan sarsılmaz imanlarından başka bir şey değildir. İmanları dolayısıyla Siyonistlere karşı durmakta ve galip gelmektedirler.

Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas ise daha vahim bir manzaranın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Seküler el-Fetih hareketinin kifayetsiz olmasının yanı sıra, Filistin’deki Siyonist işgalcilerle gizli anlaşmalar yaptığı açığa çıkmıştır. El-Fetih, 1962’de kuruluşundan bu yana sürekli Filistin davasının sahibi olduğunu iddia etti. El-Fetih’in kurucusu Yaser Arafat, Alan Hart tarafından kaleme alınan biyografisinde, Filistin’i temsil edecek bir örgütün kendisine kurdurulmasını -o dönemin ABD Dışişleri Bakanı- Dean Rusk’ın teşvik ettiğini itiraf etmiştir. Amerikalıların emriyle ortaya çıkan böyle bir örgütten nasıl direniş beklenebilir ki? Yıllardır Müslümanlar ve iyi niyetli insanlar el-Fetih tarafından kandırıldılar. İslami Cihad ve Hamas’ın ortaya çıkması gerçekleri gün yüzüne çıkardı. Oynanan oyun, 2006 Ocak seçimlerinde Hamas’ın seçimleri kazanmasıyla daha açık görüldü. Buna rağmen Hamas, Fetih hareketiyle hükümeti paylaşmayı kabul etti. Fakat ihanet kısa süre sonra bir kez daha ortaya çıktı. 2007 Haziranında Hamas’a karşı bir darbe tertiplendi. Fetih’in adamları Gazze dışına sürüldü. Hamas, istihbarat biriminde kontrolü ele geçirdiğinde Fetih ve Siyonistler arasındaki yakın ilişkileri ortaya çıkaran belgelere ulaştı. Fetih hareketinin, Siyonistlerin ajanı olarak çalıştığı görüldü.

Müslümanlar Allah yolunda mücadele ederlerse Allah da onlara yardım eder. Allah, İran İslam Cumhuriyeti’nin, Ortadoğu’daki Arap yönetimlerin ve el-Fetih gibi Filistinlilerin içerisindeki münafıkları ve işbirlikçileri ortaya çıkarır. Batı’nın asıl kininin İslami İran’a, Hizbullah’a ve Hamas’a olması hiç de şaşırtıcı değildir. Hizbullah ve Hamas gibi -kendi topraklarını işgalcilerden korumak için mücadele etmekten başka amaçları olmayan- örgütler “terörist örgütler” listesine alındılar. Aslında Batı’nın kendi kanunlarına göre, yaşanan olaylar son derece meşruydu. Fakat demokratik olduklarını iddia eden Batı hükümetleri bıkıp usanmadan uluslararası kanunların uygulanması yönünde baskı oluşturmaya çalıştılar. Böylece kendileri açık bir şekilde kanunlara aykırı davranmış oldular.

Şimdi de ABD’de Siyonist ve sağ kanat faşistlerden oluşan büyük bir grup, Washington’un İran’ı bombalaması konusunda telkinlerde bulunmaktadır. Bu “savaş manyağı” grup için doğru adres tımarhane olmalıdır. Bunların içerisinde Daniel Pipes, John Bolton, John McCain, Norman Podhoretz, Max Boot, Joshua Muravchik, Thomas McInerney gibi İslam düşmanları ve diğer savaş çığırtkanları da bulunmaktadır. Çok ilginç ve gözler önünde olan gerçek ise bu savaş çığırtkanları Arap yöneticiler -Suud Ailesi, Hüsnü Mübarek, Ürdün Kralı II. Abdullah ve diğerleri- arasında da destek bulmakta ve ABD’nin İran’a saldırması gerektiğini dillendirmektedirler.

Müslümanlar zihinlerini ve gözlerini açarlarsa etraflarında dönen dolapları rahatlıkla fark edebilirler. Her ne zaman ve ne şartta olursa olsun Allah, hedefleri doğruluk ve adaleti tesis etmek olan samimi Müslümanlara davalarında yardım edecektir. Bu teslim olmuş Müslümanlara, Allah tarafından bahşedilmiş en büyük şereftir.

“(Onlar) ‘Andolsun ki, eğer bu savaştan Medine’ye dönersek, şerefli kimseler alçakları oradan çıkaracaktır.’ diyorlardı. Oysa, şeref Allah’ın, Peygamberinin ve inananlarındır. Fakat münafıklar bu gerçeği bilmezler.” (Münafikûn, 63/8)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR